Görüş |
Yine geldi Eylül
Pencere kenarında kitabımı okurken rüzgâr esti, ağaçların yaprakları sallandı, bir ferahlık hissettim. Anladım yine Eylül gelmiş. Dünya sarayı kış libasını giymeye başlayacak yavaş yavaş. Kış… Sıcakların akabinde bize sunulan. Her şeyin biraz daha ölüme yaklaştığını hatırlatan. Bir nev’î hüzne giriftar eden. Hüzün… Eylül gelince ayyuka çıkıyor. Her dem damarlarda cevelan edip, huzurumuza damla damla dökülüyor. Yar olmayı bile göze alıyor. Eylül senin adın mı? Ve yine geldi Eylül… Kuru toprakların ciğerinden koparılan yalın adımlarım sen de yürümeye başladı. Bir mancınıktan atılan hayallerim sen de. Şeker gibi tatlı değilsin belki yine de elime aldım seni. Sen yanımdan geçip giderken ben Ağustosta kalamam. Hüznü, ayrılığı, ölümü aldım. Gümüş tepsilerden sundum hayata. Altın ipliklerle işledim günlerime. Gülmeyi ne çok istesem de hüznü koparıp atamadım kendimden. Sen dağın arkasına gizlen ben kıraç ovalarda seyran edeyim diyemedim. Biliyordum ki hüzün sevincin kardeşiydi. Nasıl kardeşleri birbirinden ayıra bilirdim? Ve yine geldi Eylül… Namıyla, vakarlı duruşuyla, bir çocuğun annesine sımsıkı sarılışıyla geldi. Sardı bizi. Emrine amade oldu bitkiler, hayvanlarlar, unsurlar ve insanlar. Azar azar içinden doğacak küçük kıyametleri hazırladı. Doğum sancını duyurmak için önce sıcakları kovdu. Rüzgârı hızlandırdı. Tene dokundu ince ince. Veda sahneleri seyrettirdi. Sonra çığlık kopardı. Semada ışıklar yanıp sönerken, arştan yağmurlar indi. Eylül’ün gelişiyle dönüp arkama baktığımda pişmanlığıma dokunan içli hislerim boy atıyor. Bir anım diğer anımda hesap sorarken susuşum beliriyor. Geçen zaman hep bana kanlı bir lâle gibi dokunuyor. Ve Eylül nedense hep zamanı hoyratça geçişinin anlamını yazıyor avuçlarıma. Zaman… Aynaya vuran güneşin yansıması gibi görünüp gidiyor. Genişlik vermiyor, rahatlatmıyor. Yapamadıklarımıza bir kılıç darbesi vuruyor. Daha bir derinden kesiyor. Bu yetmiyormuş gibi atıyor yerlere. Geriye serkeşi andıran bir azap bırakıyor. Ve yine geldi Eylül… Uzaktan uzağa bir musikî sesi gibi. Tonunda zerdali ağaçlarının hışırdaması da var. Henüz benimle beraber olmayan yarınlarıma dokunuyor. Bizce meçhul yarınlara. Martıların billurdan sesini işittiriyor. Devasa boyutlardan geçiyor gibi küçülüyorum. Un ufak oluyorum. Zaman büyüyor, Eylül büyüyor, her şey cesametiyle ürkütüyor beni. Beklediğim dünya durağından kaçmak iştiyakı beliriyor. Kendime küçük cismime kaçmak ve orada kocaman dünyayı seyretmek istiyorum. Ve Eylül’ün dokunmazlığına kızmıyorum, kendi ruh penceremden baktığımda. Üşümeyle, hüzünle yalnız kalmamak için paylaşıyor bizimle. Dağıtıyor mevcudata. Eylül şimdi kocaman çığlığıyla aldı kucağına beni. Bir anne şefkatiyle başımı okşadı. Ürkmüyorum artık çünkü o da benimle beraber.
FADİME KAYA |
11.09.2010 |
“Okuyucu mektupları” üzerine değerlendirmeler-2
Kitap tahlillerimize yine ara verip, bazı yazılarımızla ilgili olarak “sentezhaber.com”a gönderilen okuyucu mektuplarına değineceğiz bu sefer de...(*) Tepkilere teşekkür ederken, geciktiğimiz için ayrıca özür diliyor ve yayın sırasıyla başlıyoruz: (“Bediüzzaman Beşlemesi” yazılarımız hakkında) Zübeyir: “Seçilen eser, altı yazıda ele alınacak kadar kıymetli. Camiaya yeni intisap eden kardeşler bu beşlemeyi okuyorlar ve okumalılar! Titiz çalışmanız için ve gündeme getirmeye vesile olduğunuz için tebrik ederim! Neşriyatımızda yer alan diğer eserleri de değerlendirmenizi bekleriz. Duâlarla…” “Zübeyir” rumuzlu okuyucumuza biz de teşekkür ederiz! Esasen, bilhassa seri eserlerde tatbik ettiğimiz usûl, “seriye üst perdeden bir bakışın yanında her bir cilt hakkındaki mülâhaza ve küçük notlarımızı umumî bir yazıda değerlendirmek” şeklindedir. Doğrusu, seriler bu tarz bir değerlendimeyi gerektiriyor. Önceliği Yeni Asya Neşriyat’ın “Risâle-i Nur hareketi”ne bakan eserlerine verdiğimizi fark etmişsinizdir. Fakat ilerleyen zamanda neşriyatımızın diğer eserlerini de incelemekte bizim açımızdan bir beis/mâni yok. *** (“İsmi ile soyismi birbirine uygun, ‘mühim bir âlim’” başlıklı yazımız hakkında) Şahin Tokmak: “Bize bu yazılarınızla kitap okumayı hatırlattığınız için size teşekkür ederiz! / Okuyan beyinlerin dal budak verdiği, aradığına daha çabuk ulaştığı, olayları daha iyi kavrama yeteneğine kavuştuğu, ilmen de ispat edilmiştir. / Evet, Kur’ân-ı Kerim’i okuyalım, sünnet-i seniye/hadis kitaplarını okuyalım. Bunların hepsi Risâle-i Nur’larda bizlere Aziz Üstad tarafından hazır olarak sunulmuş.” Sayın Şahin Tokmak’a biz de teşekkür ederiz! “Kitap okumayı hatırlatma”ya gelince… “Hatırlatmak” haddimiz değil; fakat hakikaten bu yönde bir faydamız olmuşsa eğer, sadece Rabb’imize şükrederiz! Zira bütün iyilikler O’ndandır. Hem “Yeni Asya camiası, bize göre cemiyetin en çok okuyan, en muhakkik ve en aydın/olgun kesimidir.” dersek abartmış olmayız! Buna samimiyetle inanıyoruz. Geriye dönüp baktığımızda, konjonktürel şartların bir taraflara savurduğu, “aydın” ya da “dindar” geçinen kesimler içinde duruşunu/istikrarını bozmayan bir tek “merkezî Risâle-i Nur hareketi”nin, yani Yeni Asya camiasının kaldığını takdirle müşahede ediyoruz. “Şahs-ı manevî/ortak akıl” nasıl işlemiş derseniz? Elbette Risâle-i Nur’lardan mütemadiyen istifade etmekle… Kur’ân-ı Kerim’den tereşşuh eden bu eserlerden bütün ehl-i imanı nasiptar kılmasını Cenâb-ı Hakk’tan diliyoruz! Âmin, âmin… Evet, Sayın Tokmak’ın da ifade buyurdukları gibi, mukaddes kitabımız Kur’ân-ı Kerim’in (metin ya da meal) yanı sıra temel dinî eserleri (Peygamberler tarihi, Peygamberimizin (asm) hayatı ve hadisleri ile birlikte Asr-ı Saadet tarihi ve onun bilumum akisleri, ilmihâl ve sair dinî araştırmalar) ve Kur’ân-ı Kerim’in çağımızdaki en yetkin tefsiri olan Risâle-i Nur Külliyatı’nı ne kadar okusak azdır. İmanı kuvvetlendirme ve “Müslümanca yaşama”nın yolunun sadece ilimden, çok okumaktan ve onları hayat(ımız)a tatbik etmekten geçtiğinin şuuruna erenlere ne mutlu! *** (“’Risâle-i Nur Bilgisi’ dersine hoş geldiniz! - 2” başlıklı yazımız hakkında) Atilla: “Orhan Güler önemli bir hizmeti ifa etmekte, bir boşluğu doldurmaktadır. Bu konuda sitayişle bahsediliyorsunuz. Devam İnşallah... Emeklerinize ve ellerinize sağlık!” “Atilla” rumuzlu beyefendiye mültefit ifadeleri için bir kez daha teşekkür ederiz! Aslına bakarsanız, biz bu kitap tahlili/tanıtımı işini lâyık-ı veçhile yaptığımıza kàni değiliz! Fakat İnşallah, bu fakir yazdıkça bu iltifatlarınıza lâyık olabilmeyi ümit ediyor. Tevazu sanılmasın sakın: Kendimizi hâlâ “sıradan bir okuyucu” ve “acemi bir yazar” olarak addediyor, bütün kusurlarımıza rağmen kendimizi mensubu hissettiğimiz Nur dâvâsına elimizden geldiğince katkıda bulunmaya çalışıyoruz. Lütfen duâlarınızı devam ettiriniz! *** (“Nurculuğun şiarı, Üstad’ı anlamak, anlatmaktır” başlıklı yazımız hakkında) Şahin Tokmak: “Yazılarınızı tebrik ederim! ‘Kütüp-Hane’ ismi de köşenize yakışmış! Sizin bu çalışmalarınıza neşriyattan da destek gelmeli! Neşriyatta birçok değerli kalem var; burada, sentezhaber.com’da ses vermelerini bekliyoruz. Sizin gibi gayretli kardeşlerimizin sadakatle yazılarına devam etmesi bizlere de ayine olur İnşallah…” Sayın Şahin Tokmak’la bir kez daha birlikteyiz… Kendilerine bilvesile tekrar teşekkür ederiz! Efendim, elbette Yeni Asya Medya Grubu’nun desteğine muhtacız ve de talibiz! Sağ olsunlar, vaki destekleri her türlü takdirin üzerindedir. Huzurunuzda, bu fakire maddî manevî yardımları için Yeni Asya camiasına teşekkürü bir borç biliriz! Not: Okuyucularımızın ve de İslâm âleminin mübarek Ramazan Bayramı’nı tebrik eder, hayırlara vesile kılmasını Cenâb-ı Hak’tan niyaz eyleriz. (*)Yalnız,—“özüne dokunmamak” üzere—mektuplarda yine küçük düzeltmeler yapmak zorunda kaldık!
ORHAN GÜLER |
11.09.2010 |