Belki dünya genelinde yayılan havanın da tesiriyle ‘yöneticiler’imiz yanlışta ısrar etmeyi sürdürerek; insanların ‘mide’lerine hükmetmeye çalışıyor. Önceliği ekonomiye vermek, ‘önce ekmek, sonra hürriyet’ tavrı başka nasıl izah edilebilir ki?
Oysa dünya âlem şahittir ki, insanların ‘kalp’lerine hükmedemeyen bir yönetim, kendisini ve yönetimini hiçbir şekilde insanlara kabul ettiremez. İnsanlar ve toplumlar herhangi bir şeyi ‘zorla’ kabul etmiş gibi görünseler de, kalben kabul etmiş olmazlar. Bu gerçeği görmeyen, görmek istemeyen onlarca, belki de yüzlerce kral, son tahlilde kaybetmeye mahkûm olmuş, gerçeği gördüklerinde çoğu zaman da iş işten geçmiştir...
Bu bilinen gerçeği, yakın zamanda bir uzman da dillendirmiş oldu. Polis Akademisi Güvenlik Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Remzi Fındıklı, ‘’İnsanların kalplerini harekete geçiremezseniz, bedenlerini asla harekete geçiremezsiniz’’ demiş. (AA, 19 Haziran 2008)
Prof. Dr. Fındıklı, bir vakfın düzenlediği sohbet toplantısında yaptığı konuşmada, yönetimi ‘’beden ve kalp gücünden yararlanarak, ortak hedeflerin gerçekleştirilmesi süreci’’ olarak tanımlamış. Yönetimin nesnesinin de, objesinin de, amacının da insan olduğunu belirten Fındıklı, doğru bir yönetim için insanların hem kalplerini, hem de ruhlarını kazanmak gerektiğini hatırlatmış.
Beyinlerin bilgiye, bedenlerin besine, kalplerin ise inanç ve sevgiye ihtiyacı olduğuna işaret eden ‘uzman’ımız, şunları da kaydetmiş: ‘’İnsanlardan verim elde edebilmek için bu ihtiyaçları karşılamak, insanların hem kalplerini, hem ruhlarını doyurmak gerekir. Her şeyin tamiri mümkündür, ancak kalp yarasının tamiri mümkün değildir. Yönetimin insanî olması, kalple beyin arasında uyum, uzlaşma, âhenk ve dengenin sağlanması ile mümkündür. İnsan kendini yönetirken aklını, başkalarını yönetirken vicdanını kullamalı ve sürekli empati yapmalıdır.’’
Bu doğru tesbitler, pek çok kişi için belki ‘yeni’ değil. Ama vak’aya uygun, ifade edilmesi gereken tesbitler. Bu tesbitleri bir ‘müftü’ ifade etmiş olsa belki itiraz edenler olurdu, ama “Polis Akademisi” gibi neticesi itibarıyla ‘suç ve suçlu’lar konusunda uzman olan bir kurumun mensubu ifade ettiğine göre, herhalde daha fazla dikkate alınması icap eder.
Tabiî iş gelip “Kalplere nasıl hükmedilir?” sorusunda düğümleniyor. Hangi maddî anlayışla, hangi ‘cebrî, keyfî ve küfrî’ metotla insanların kalpleri ıslâh ve ‘feth’ olunabilir ki? O halde, kalpleri fethetmek için ‘din’ gerçeğini kabul etmek gerekiyor.
İşte Türkiye’nin bir sıkıntısı da bu noktada başlıyor. Yöneticilerimiz, bu noktadaki gerçekleri bildikleri halde, ‘din’in tesirini ve gerekliliğini gördükleri halde, nedense gerçeklere karşı gözlerini yummayı ya da ‘devekuşu’ taktiğini tercih ediyorlar.
Gerçekleri dile getiren ‘uzman’ımıza destek mahiyetinde yeni açıklamalar ve açılımlar beklemek hakkımız...
20.06.2008
E-Posta:
[email protected]
|