Anayasa Mahkemesi’nin 5 Haziran 2008 tarihli ‘iptal kararı’ çeşitli ‘uzman’larca eleştirildi. Aradan bunca zaman geçmesine rağmen eleştiriler artarak devam ediyor. Muhtemelen bu eleştiriler, önümüzdeki aylarda belki de yıllarda da devam edecek. Bir adım sonrası, belki de bu ve benzeri bazı kararlar, ‘yanlış karar’lara örnek olması bakımından dünya hukuk tarihine kaydedilecek.
Anayasa Mahkemesi’nin kararına ciddî eleştiriler getiren uzmanlardan biri de Prof. Dr. Zühtü Arslan oldu. Aynı zamanda anayasa hukukçusu olan Arslan, Mahkemenin ilgili kararını, “367 kararı’nı da aşan ve yargısal aktivizm kavramının bile açıklamakta aciz kaldığı bir karar” olarak yorumlamış. (Star, Açık Görüş eki, 15 Haziran 2008)
Prof. Dr. Arslan, şunlara da dikkat çekmiş: “Mahkemenin bu kararı, Anayasanın lâfzına, koruduğu temel değerlere ve amacına açıkça aykırıdır. (...) Mevcut Anayasayı hazırlayan Danışma Meclisi ve Anayasa Komisyonu tutanakları incelendiğinde, bu sınırlamanın Anayasa Mahkemesi’nin 1961 Anayasası döneminde anayasa değişikliklerini şekil denetimi görüntüsü altında esastan denetlemesine tepki olduğu görülecektir. Nitekim, 148. madde Danışma Meclisi’nde görüşülürken, Anayasanın değiştirilmesi teklif edilemez hükümlerine aykırı değişikliklerin Mahkeme tarafından denetlenmesini isteyen önergeler reddedilmiştir.
“İkincisi, bu kararla ‘kuvvetler ayrılığı’ ilkesi ihlâl edilmiştir. (...) Bunun anlamı, Mahkemenin parlamentoya ait olan ‘tali kurucu iktidar’ yetkisini gasbetmesidir.
“Üçüncüsü, Anayasanın 2. maddesinde yer alan Cumhuriyetin ‘insan haklarına saygılı, demokratik hukuk devleti’ olduğu hükmü ihlâl edilmiştir. Başörtüsü, kim ne derse desin, din ve vicdan özgürlüğünün bir gereğidir. Hiçbir demokratik ve laik ülkede rastlanmayan başörtüsü yasağını kaldırmaya yönelik bir düzenlemenin iptali, açıkça insan haklarının ihlâlidir. (...)
“Beşincisi, Mahkeme, Anayasanın bağlayıcılığını belirten 11. maddeyi ihlâl etmiştir. Bu maddeye göre Anayasa Mahkemesi’nin, hangi nedenle olursa olsun, ‘Anayasayı delme’ yetkisi yoktur. (...) Anayasa Mahkemesi’nin bu kararı, mahiyeti ve neticeleri itibariyle bir ‘yargı darbesi’dir. (...) Anayasa Mahkemesi’nin bu tür kararları, kendi yetki alanını sürekli genişleterek anayasal sistem içindeki kudretli konumunu pekiştirmekte, bu da sonuçta demokratik siyasetin alanını gitgide daraltmaktadır.”
Peki, yanlışlığı konusunda ihtilâf olmayan bu ve benzeri kararlarla Türkiye nereye gidebilir? Hali hazırda, Anayasa Mahkemesi’nin bir üst mahkemesi ve itiraz yolu olmadığına göre iş dönüp dolaşıp yine milletin temsilcileri olan TBMM’ye geliyor. Siyasî partiler, yanlışlık karşısında susmamalı, yanlış kararlarla ilgili ‘sıra’nın kendilerine de gelebileceğini düşünmeli.
Bugün iktidar partisini zor durumda bırakan yanlış kararlar, yarın muhalefet partilerinin başını yakabilir. O halde, kim olursa olsun yanlış yapana ‘dur’ demek lâzım. Hukuk içinde, adalet içinde ve hakkaniyet ölçüleriyle...
18.06.2008
E-Posta:
[email protected]
|