Ahmet BATTAL |
|
Anayasal ordinans |
Salı günkü yazımı okumamış olabilirsiniz. Çok şey kaçırmış da sayılmazsınız. Ama yazımın hemen yan tarafında Taraf gazetesinden yapılmış mühim bir alıntı vardı. Onu muhakkak okumuşsunuzdur. YÖK üyesi Prof. Dr. Harun Cansız, yazısında YÖK’ün başörtüsüne ilişkin son icraatını savunuyordu. Özetle, başörtüsünün bir özgürlük sorunu olduğunu ve üniversitelerin özgür olması gerektiğini söylüyordu. Aslında çok dokunaklı ve adalet duygusuna uygun bir yazı, ama kanaatimce ana noktaları gözden kaçırdığı için yetersiz. Üzüntümü ve sayın Cansız ile diğer YÖK üyelerine tavsiyelerimi bu köşeden sizinle paylaşmak isterim. Birinci olarak, sayın Cansız, yazısında, üyesi olduğu “Yüksek Öğretim Kurulu”nu her nedense “Yüksek Öğretim Kurumu” yapmıştı. Daha vahimi “üniversiteler Yüksek Öğretim Kurumuna tabidirler” diyerek üniversite özerkliğinin bu gün dahi niçin var olmadığını zımnen itiraf etmişti. Ama en vahimi, sayın Cansız, yazısında YÖK’ün ko“ordinasyon” görevinden söz etmediği gibi işin ideolojik yönünden ve anayasal ordinans’tan (emrüfermandan) da neredeyse hiç bahsetmemiştir. Tek bir yerde şu cümle vardır: “Üniversitelerimizi, dünya ile yarışan bilim üreten bir merkez haline getirmeli; ideolojik referanslarla enerjimizi, gücümüzü, zamanımızı, insan kaynağımızı ve büyük potansiyelimizi ziyan etmemeliyiz.” Nedir bu ideolojik referans? YÖK üyeleri bu referans hakkında ne düşünmektedirler? Hükümet ve iktidar partisi ileri gelenleri bu referansı bilmekte midir? Her nedense (!) seçimden sonraya kalan YÖK reformu bu ideolojik referansa dokunacak mıdır? Her nedense (!) seçimden sonraya kalan anayasa değişikliği bu ideolojik referansa dokunacak mıdır? Yoksa yine “ortada kuyu var, yandan geç” ya da “yarım daire çiz, o cins ‘demokrat’ ol” komutuna mı uyulacaktır? Okuyucularımız aslında uzmandır, ama biz diğer muhataplara hatırlatalım: Başörtüsü zulmünün ve diğer bir çok kamusal zulmün sebebi, ideolojik devletin bid’a ideolojisidir. Salı yazımda buna temas etmişti. Daha önce de defalarca yazıldı. Bu meselede anayasadaki ideoloji emreden hükümler işin başında geliyor. 42. madde açık: “Eğitim ve öğretim, Atatürk ilkeleri ve inkılâpları doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre, Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır. Bu esaslara aykırı eğitim ve öğretim yerleri açılamaz.” YÖK Kanununun 4. maddesi de tekrar ediyor: “Yükseköğretimin amacı: a) Öğrencilerini; (1) ATATÜRK İnkılapları ve ilkeleri doğrultusunda ATATÜRK milliyetçiliğine bağlı … vatandaşlar olarak yetiştirmek” Yetmiyor, 5. madde teyit ve tekit ediyor: “Ana ilkeler: Yükseköğretim, aşağıdaki ana ilkeler doğrultusunda planlanır, programlanır ve düzenlenir: a) Öğrencilere, ATATÜRK inkılapları ve ilkeleri doğrultusunda ATATÜRK milliyetçiliğine bağlı hizmet bilincinin kazandırılması sağlanır.” Başörtme yasağının “Atatürk ilkeleri” ile ilgili olmadığını zannedenlere ise basit bir not: İki buçuk sene önceki Anayasa değişikliği dahi yasağı kaldırmaya yetmedi, neden? Cevabı basit, değişikliğin “en kıymetli” gerekçesi şu idi: “Atatürk yaşasaydı başörtüsüne izin verirdi (!)”. “Atatürk yaşasaydı hangi partiye üye olurdu” sorusunu “bizim partimize!” diye cevaplayan muhterem zevatın ve neslinin,—varsa—takkesini önüne koyma zamanı çoktan geçti. *** TBMM Başkanı, üyelikleri AYM kararı ile düşürülmüş olan Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk’un, anayasanın yeni şekline göre milletvekilliklerinin iadesi yolundaki taleplerine karşı, “Meclis Mahkemenin verdiği kararı kaldıramaz” demiş. Onlar da Başkanın topu taca attığını söylemişler. Haklılar. Zira, kararı AYM’nin verdiği doğru. Ama bir doğru daha var: AYM’nin elinden bu tür bir karar verme yetkisini alan kim? Meclis değil mi? O halde yolu açın da kararı başkanlık divanı değil yine meclis genel kurulu versin. Aksi halde hep birlikte soralım: Bu nasıl demokratik açılım? Yine soralım: Madem öyle, Yeni HSYK tasarısında, meslekten atılmış olan hakimlerin geri dönebilmesi konusundaki yetkiyi, neden, mahkemeden önce “yeni” HSYK’ya verdiniz? 04.11.2010 E-Posta: [email protected] |