Sami CEBECİ |
|
İslâm birliği ve cemaatler |
Genel Yayın Müdürümüz ve Başyazarımız Kâzım Güleçyüz, geçtiğimiz Pazar akşamı Asya Nur Kültür Merkezindeydi. Pursaklar ilçesi ve civar semtlerden gelen dostlarla geniş katılımlı bir seminer gerçekleşti. Her birisi bir seminer konusu olacak kadar geniş ve derin olan meseleleri iki saat boyunca katılımcılarla paylaştı. Başarılı bir çalışmaydı. Almanya üzerinden dünyaya yayın yapan “asyanur.info” sitesine yüklemeyi plânladığımız bu çalışmanın, milletimiz, devletimiz ve İslâm dünyası için hayırlı adımlara vesile olmasını diliyoruz. İslâm devletleri çapında gerçekleşeceği ve Amerika gibi, iç işlerinde serbest ve dış işlerinde ortak hareket eden bir cumhuriyetler birliği olarak düşünülen bu birliğin; öncelikle fertler, cemaatler ve İslâm’a hizmet eden gruplar arasında tesis edilmesi lâzım. Risâle-i Nur ışığında bakıldığında, bu birliğin temelinde ilim vardır. Zira “İttihad cehil ile olmaz. İttihad imtizac-ı efkârdır.” Yani gerçek birlik, fikirlerin kaynaşmasından ve ittifakından oluşur. “Bu zamanın en büyük farz vazifesi, ittihad-ı İslâm’dır” diyen Bediüzzaman Hazretleri, asırlar boyu birbiriyle rekabet hâlinde gelen medrese, mektep ve tarikat ehlinin, tevhid-i tedrisât çerçevesinde din ilimleriyle fen ilimlerinin birlikte okutulmasını ön görmüş, böylece yeni nesillerin ortak paydalarda buluşarak ihtilâflardan kurtulmasını temine çalışmıştır. Bu bağlamda, her iki ilmin birlikte okutulacağı ve Medresetü’z-Zehra adını verdiği bir İslâm üniversitesini kurdurmak amacıyla otuz yaşlarında İstanbul’a gelmiş, fakat saray bürokrasisi onun Padişah 2. Abdülhamid ile görüşmesini engellemiştir. Hayatı boyunca bu maksadının peşini bırakmayan Bediüzzaman, cumhuriyetin ilk meclisinde tekrar dile getirmiş ve hazineden yüz elli bin lira tahsisat ayrılmasına muvaffak olmuştur. Ancak, daha sonra Ankara reislerinin başka maksatta olduğunu anlayarak Van vilâyetine çekilmiş ve çeşitli bahanelerle sürgün edildiği Anadolu illerinde, Risâle-i Nur Külliyatı adını verdiği Kur’ân tefsirlerinde din ile fen ilmini barıştırarak anlatmak sûretiyle, bütün Türkiye’yi açık bir üniversite hâline getirmiştir. Eserleriyle millet fertlerinin fikir ve kalplerinde Esmâ-i Hüsnâ adedince birlik bağları ve din ve vatan bağlamında yüzlerce vahdet râbıtaları bulunduğunu ifâde ederek, milletin ittihadına hizmet etmiştir. Millet birliğinin, hürriyete taraftar ve istibdada karşı çıkmakla mümkün olduğunu söylemiş ve milleti birbirine düşürerek saltanatını sürdüren istibdat yönetimlerine her zeminde karşı çıkmıştır. Mutlak bir istibdat ve dayatmayla ülkeyi idare etmeye çalışanlara “İstibdad-ı mutlaka cumhuriyet nâmını vermişsiniz” diyerek maskelerini düşürüyordu. Her şeyden evvel, haktan sapan fırkaların doğmasına sebep olan ilmî istibdadın da kalkmasını isteyerek, ilim hürriyetini savunuyordu. Birlik ve beraberliğin en önemli şartlarından birisinin de, her meselenin meşveretle halledilmesi olduğunu söylüyor ve haklı şûrânın ihlâs ve tesanüdü netice vereceğini ifâde ediyordu. Hakikaten meşveret ve şûrâ, hem millet birliğinin, hem de İslâm dünyasında oluşacak birliğin ve gelişmenin temel taşlarından birisidir. Meşveretin ruhunu incitecek komitecilik ve sair olumsuzluklar araya girerse, haklı şûrâ ortadan kalkar, ihlâs ve tesanüd de berhava olur. Farklı metot ve yollarla dine hizmet eden cemaatlerin maksatta ittifak etmesini söyleyen Bediüzzaman, metotlarda (meşreplerde) ittihadın caiz olmadığını tesbit ediyor ve taklit yolunu açacağını ifâde ediyordu. Herkes kendi tarzıyla hizmetini yapmalı, fakat başkalarını kötüleyerek kendisine kıymet verdirmek fikrinde olmamalıdır. Hem de âsâyiş ve hürriyet taraftarı olarak, hep birlikte istibdadın her türlüsüne karşı çıkılmalıdır. Dînî cemaatler, Allah’ın adını yüceltmek olan maksatta ittihad etmeli ve ihtilâf etmemek sûretiyle ittifakını tesis etmelidir. Herkes mesleğinin muhabbetiyle hareket etmeli ve kendi kimliğini mutlaka korumalıdır. Bu durumun, İslâm adına bir zenginlik olduğunu kabul etmelidir. Her vesileyle milletimizin ve İslâm milletlerinin öncelikle fikir ve gönül birliğinde buluşmasını temin etmeye çalışan Bediüzzaman Hazretleri, Demokrat Parti döneminde de bu İslâm üniversitesi projesini cumhurbaşkanı ve başbakan düzeyinde dile getirmiş ve Diyarbakır, Bitlis ve Van’da şubeleri bulunmasını istediği bu üniversitenin, milletler arası özelliğiyle ve tedrisat bakımından ‘Arapça vacip, Türkçe lâzım ve Kürtçe câiz’ olacak biçimdeki eğitim modeliyle; Ortadoğu, Balkanlar, Kafkaslar, İran, Pakistan ve Hindistan’da yaşayan milletleri “Bütün mü’minler ancak kardeştir” âyetinin potasında kaynaştırarak, ırkçılık belâsının da önünü alacaktır. Bu dev üniversite projesi hâlâ hayata geçmeyi bekliyor. Kime nasip olacağını ise zaman gösterecek. Böylesine gönüller ve fikirler üzerine müesses bir İslâm birliği ve bloğu zamanla kendiliğinden ortaya çıkacak ve dünyanın umumî barışına katkı sağlayacaktır. Soru-cevap bölümüyle iyice zenginleşen ve entelektüel bir boyut kazanan yüksek düzeydeki seminer bittiğinde, herkes memnuniyetini dile getiriyordu. 03.11.2010 E-Posta: [email protected] |