Basından Seçmeler |
Profesyonel ordu neden daha İyidir?
Dünya kamuoyu geçen ay Şili’deki San Jose madeninde yedi yüz metre toprak altında kalan 33 madencinin başarılı bir operasyonla kurtarılmasını konuştu. Önce herkes umutsuzdu, en iyi ihtimalle dört-beş ayda oraya ancak ulaşılır, bu sürede de hepsi ölür deniyordu. Derken Jeff Hart diye bir Amerikalı buldular, adam dünyadaki en iyi “driller” imiş (kuyucu). Gazetelerde bu haberi okuyan çok kişi, eminim burun kıvırmıştır, “böyle bir meslek mi olurmuş” diye küçümsemiştir. Kuyucu Murat Paşa olsa anlarız da, Kuyucu Jeff Bey bizi pek kesmemiştir. Merak edip şu Jeff Bey’i biraz araştırdım. Bir de ne göreyim, işin altından Amerikan ordusu çıktı. Jeff Hart aslında Denver’li (Colorado) bir kuyucu. Daha ziyade petrol işlerinde uzman. Ama neticede kuyu kuyudur deyip, adamı Amerikan ordusu alıp Afganistan’a götürmüş, orada Amerikan askerlerine su kuyusu açsın diye. Ve San Jose madeninde malûm felaket olunca, arayıp tarayıp adamı Afganistan’da bulmuşlar, Amerikan ordusunun da katkısıyla Şili’ye getirmişler ve kurtarma operasyonunu ona vermişler. Adam da, elhak, görevini yerine getirmiş. TV’de ilgiyle seyrettiğimiz mekanizmayı kurmuş, madencileri gömüldükleri mezarlarından birer birer çıkartıyor. Buradaki temel soru şu: Neden bu adam? Cevap da çok önemli: Dünyanın en iyisi de ondan. Peki, şimdi daha ilginç bir soru: Kendi alanında dünyanın en iyisi olan bir adam, nerede bulunuyor? Ve cevap çoğumuz için üzücü: Amerikan ordusunda. Yani, “profesyonel” bir orduda. İşte profesyonel ordu tam da bu demek. Her iş için en iyi insanı bulursunuz, parasını verip istihdam edersiniz. Adam ister kuyucu olsun, ister gemi zabiti. Ondan sonra da tabii kendi askerlerinize en iyi kuyuları açıp en güzel suları içirirsiniz. Ama ordunuz profesyonel değilse, büyük törenlerle okyanuslara gönderdiğiniz savaş geminizi limandan çıkaramazsınız, karaya oturtup römorköre çektirirsiniz. Sınır karakollarınızı koruyamazsınız. Ve tabii dünyaya karşı başınız eğik olur. Hakkâri’de vatanın sınırları korunamaz, girenin çıkanın haddi hesabı olmaz, sonra da “aman canım buraları da çok dağlık” diye vatandan şikâyet edilir. Peki ama, siz mesleğe girdiğinizde oraları düz ovaydı da sonradan mı değişti? Ordunuz profesyonel değilse, bir Nato ülkesinin toplam ordusu kadar askeri şahsi angaryanızda çalıştırırsınız. Mehmetçiklere orduevlerinde rakı garsonluğu yaptırırsınız. Kimse hesabını soramadığı için kendinizi sorgulamanız da, yenilemeniz de, düzeltmeniz de gerekmez. Siz kendinizi yenilemezsiniz ama, dünya kendisini yenilemektedir. Ordular kendilerini yenilemektedir. Milletvekili iken Brüksel’de katıldığım bazı AB ve Konvansiyon toplantılarında, o tarihlerde gündem konusu olan Avrupa Ordusu konuşulurken, neden Türkiye’nin orada istenmediğini hatırlamak şimdi bana acı veriyor. Tabii o toplantılarda bin dereden su getirmiş, aslanlar gibi savunmuştuk ordumuzu, ama önümüze konan gerekçeler akşam tek başımıza kaldığımız zaman hüzün uykularımızın kaçmasına sebep olmuştu. Profesyonel olmayan ordu, hesap vermeyen ordudur. Türkiye hesabını vermeyen kurumlardan çok çekti, hâlâ da çekiyor. Artık ordumuzun da, benzer ordular gibi, profesyonelleşmesi ve hesap verir hale gelmesi şarttır. Yoksa, daha çok çekeriz bu acıları. Allah kimseye bir San Jose felaketi daha vermesin ama, eğer ihtiyaç olursa, Afganistan’daki Amerikan ordusundan profesyonel uzman arayacaklarına Türk ordusundan arasınlar. İşte o zaman, şanlı ordumuzun şanına yakışır bir düzeye eriştiğine emin olabileceğiz.
Emre Kocaoğlu 21. Dönem İstanbul Milletvekili Taraf, 2.11.2010 |
03.11.2010 |
Bürokratik eğitimin şûrası
1-5 KasIm 2010 tarihlerinde 18. Milli Eğitim Şûrası, sekiz yüzü aşkın bürokrat, yönetici, temsilci ve eğitimcinin katılımı ile Kızılcahamam’ın termal sularında toplanacak. Şûranın toplanmasından hemen önce, şûranın katılımcı profilini ve toplanma mekânını muhatap alan eleştiriler yapılmaya başlandı. Bu eleştirileri yapanların başında ise Talim Terbiye Kurulu’nun sabık üyeleri ve yetkilileri gelmektedir. Bunlar aynı zamanda kendilerinin niye davet edilmediğini de sorun olarak dile getirmektedir. Şûranın gündemi ise “Eğitimde 2023 Vizyonu” olarak adlandırılmış. Öğretmenlerin mesleki gelişimi, yetiştirilmesi ve istihdamı, eğitim ortamları, kurum kültürü ve okul liderliği, ilköğretim ve ortaöğretimin güçlendirilmesi, ortaöğretime erişimin sağlanması, spor, sanat, beceri ve değerler eğitimi ile psikolojik danışma, rehberlik ve yönlendirme konuları bu şûrada ele alınmış olacak. Öte taraftan bilindiği gibi, Milli Eğitim Şûralarının kararlarının eğitim ortamlarına yansıması her zaman sorun olmuştur. Kararların hukuken bir bağlayıcılığı yoktur. Her dönemde birçok karar alınır. Ancak bu kararlar eğitim ortamlarında eğitim bürokrasisine takılır kalır. Konu sadece bir tartışma olarak gündemde yerini almış olur. Milli Eğitim Bakanlığı ve Talim Terbiye Kurulu’nun bürokratlarının önerileriyle seçilen şûra üyeleri, yukarıda belirtilen başlıklar kapsamında eğitim sistemini 2023’e ulaştıracak öneriler geliştireceklermiş. Onlar bu kurguya göre müzakerelerde bulunurken, acaba bir köy öğretmeni, öğrencilerini çocukları gibi seven ve yetiştirmeye çalışan bir öğretmen, evladını iyi eğitim alsın diye özel dershanelere ve öğretmenlere yüklü masraflarla gönderen bir veli ne düşünür? Bir taraftan bu fedakârlıkları yapan veliler ve öğretmenler var. Öte taraftan, müdürlük, müdür yardımcılığı, müfettişlik ve bakanlık teşkilatı bürokratlığı makamları için politikacıların, sendikaların ve üst düzey bakanlık bürokratlarının kapılarını aşındıran öğretmenler var. Benim asıl üzerinde durmak istediğim konu burasıdır. Türk eğitim sistemini 18. Şûra’da tartışacak olanlar, gerçekten eğitime gönül veren öğretmenler ve bilim adamları mıdır? Yoksa bürokratik konumu gereği bu tartışmaya katılan eğitim bürokrasisinin uzantıları mıdır? Bu soruya cevap vermek için Şûra katılımcılarının profiline bakmak gerekir. Elimde bu konuda bir bilgi yoktur. Bundan dolayı katılımcıların kendilerini eğitime adayan kimseler olup olmadıklarını tartışmayacağım. Öte taraftan eğitim ortamlarında bulunan ve fiilen ders vermeyen bürokratların ders ücreti aldıklarını biliyorum. Hiç derse girmeyen bir okul müdürü, bir müdür yardımcısı, bir şef ve bir memura niçin ders ücreti ödenir? Eğitim bürokratik bir ortam mıdır? Türkiye’deki mevcut uygulamaya bakılırsa bürokratik bir ortama dönüşmüştür. Çünkü öğretmenlerin büyük kısmı müdür ve müdür yardımcısı olmak için durmadan çaba sarf etmektedir. Bu durum, eğitim vermenin önemsenmediğine, temel bir değer olarak benimsenmediğine ve bürokratik makamların yani sevk, idare ve kırtasiye işlerinin daha çok tercih edildiğine işaret etmektedir. Eğitim ortamlarında olup biteni görmek için, fazla araştırma yapmaya gerek yoktur. Bir okula gidiniz, idari ofislerle derslikleri ve eğitim ortamlarını karşılaştırınız. Duvarları dökülmüş dersliklerin yanı sıra, birinci sınıf mobilyalarla döşenmiş müdür, müdür yardımcısı, şef ve memur odaları göreceksiniz. Öğrencilerle muhatap olmayı makamıyla bağdaştırmayan müdürler bulacaksınız. Teneffüse çıkan öğrencilerin gürültülerinden rahatsızlık duyan ve buna önlem alamayan nöbetçi öğretmenlere kızan, okul idarecileriyle muhatap olacaksınız. 18. Milli Eğitim Şûrası toplanırken, ders veren öğretmenlerin, ikinci sınıf memur olarak görüldüğü bir eğitim sistemiyle karşı karşıyayız. Öğretmenlikten kurtulmayı ve müdür olmayı besleyen bir eğitim bürokrasisi var. Eğitim bürokrasisi Cenap Şehabettin’in Mehtap Müdürlüğü gibi, kendini şişirmeye ve gücüne güç katmaya devam ediyor. Makamını yetiştirdiği öğrencilerin gönlünde inşa etmeyi hedefleyemeyen bir eğitimciler kitlesiyle karşı karşıyayız. Bakanlığın mevcut bürokrasisi ise öğretmenlerin gücünü arttırmayı değil, bürokratik payelerin gücünü artırmayı düşünmektedir. Eğitim yönetimi ve liderlik kapsamında ele alınacak olan konularla bürokratik şişkinlik daha da arttırılacak gibi görünmektedir.
Prof. Dr. Hacı Duran Akit, 2.11.2010 |
03.11.2010 |