04 Kasım 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Basından Seçmeler

En doğrusu 'Kırmızı Kitap'ı 'yakmak' değil mi?

Geçen haftanın sevinçle karşılanan gelişmeleri içinde MGK toplantısında ‘Kırmızı Kitap”ın (sıkıcı adıyla: “Milli Güvenlik Siyaset Belgesi”) “irtica”nın “iç tehditler” faslının metinden ihraç edilmesi de yer alıyordu. Cumhuriyet ile birlikte onsuz cümle kuramadığımız bir “tehdit” nihayet emekliye sevk edilmişti.

Yerinde bir düzeltmeydi bu tabii ki. Zaten dikkat ederseniz “irtica”, son yıllarda artık kendisine resmi-gayri resmi açıklamalar ve medyada eskiden olduğu gibi bolca yer verilen bir “tehdit” olmaktan epeyce uzaklaşmıştı.

Ancak bana sorarsınız, “Kırmızı Kitap”a ilişkin bu kadarlık bir “reform” ile yetinmememiz gerektiğini söylerim. Bana göre “Kırmızı Kitap” bütünüyle gözden geçirildikten sonra bütünüyle emekli edilmelidir.

Gazete konuyu gözden geçiren MGK’nın “Kırmızı Kitap”ın yeni haline ilişkin tavsiye kararının “Bakanlar Kurulu’na bildirilmesinin benimsendiğini” yazıyor. Haberin hemen üzerinde de MGK toplantısına ilişkin bir fotoğraf karesi. Görüntüyü biliyorsunuz: Masanın bir yanında komutanlar ve güvenlik işleriyle meşgul yüksek bürokratlar, karşılarında da Başbakan’dan başlayarak Kurul üyesi bakanlar. MGK kararı mutlaka oybirliği ile alındığına göre, sözü edilen “tavsiye kararının Bakanlar Kurulu’na bildirilmesinin benimsenmesi” hadisesi zaten orada gerçekleşmiş durumda değil mi zaten? Toplantıda alınan karar zaten “Bakanlar Kurulu” üyelerinin katılımıyla alındığına göre, bu neyin “tavsiyesi” ve “tavsiyenin Bakanlar Kurulu’na iletilmesi”dir?

Anlaşılması, anlamlandırılması gerçekten çok zor bir açıklama doğrusu...

Gazete, MGK’dan çıkan kararlar arasında “Türkiye’yi tehdit eden ve yakından izlenmesi gereken bazı konular” başlığı altında şu tehditleri de sıralamış. “Küresel ısınma”, “2049’dan itibaren yaşlı bir ülkenin yönetmekte zorlanacağı bir sürece dönüşmesi ihtimali”, “uzay teknolojileri”...

Gülümsememek mümkün mü? MGK’nın elinden “küresel ısınma tehdidi” konusunda ne gelebilir ki? 2010 yılında olduğumuza göre, ülkenin 2049 için tahmin edilen nüfus yapısında gözlenen gelişmelere ilişkin olarak MGK nasıl bir önlem alabilir ki? Uzay teknolojilerine yabancı bir ülkenin MGK’sı “uzay teknolojileri”nin yarattığı “tehdit” karşısında ne yapabilir ki? Demek ki “Kırmızı Kitap” gibi, arada bir toplanıp ülkenin ve dünyanın sorunlarının gözden geçirildiği söylenen ve biraz önceki örneklerde gözlendiği gibi cidden âfâki “tehditler” hakkında kararlar alan MGK’nın da emeklilik yaşı gelmiştir.

MGK üyesi bir başbakan yardımcısı “Kırmızı Kitap” (o tabii ki resmi adını kullanıyor) için “devlet organlarına bir vizyon, bir gelecek tasavvuru koyuyor” demiş. Bu açıklama önemli, çünkü bildiğiniz gibi bu cümledeki “devlet organları”ndan kasıt, MGK üyeleri ve bu kurul dışında kalan Bakanlar Kurulu üyeleridir. Ama -biliyorsunuz- söz konusu “vizyon, gelecek tasavvuru”ndan bırakın milleti, milletvekillerinin bile haberi-bilgisi yok. Sıralaması daha kolay olan iç ve dış tehditler ile 2049’a kadar varan küresel tehditler sadece MGK üyelerinin bilgisi dahilindedir. Demokratik bir cumhuriyette bu şekilde bir “sır perdesi”nin varlığı meşru mudur? Demokratik bir cumhuriyette “güvenlik” söz konusu olduğunda ortada bu işle ilgili bakanlıklar ve özel kuruluşlar görev başında olduğuna göre, MGK’da oluşturulan ve sadece Bakanlar Kurulu’nu üyelerinin ellerine tutuşturulan “Kırmızı Kitap” gibi bir “vizyon özeti” var olabilir mi?

Demokraside “aleniyet”in esas değil midir?

O halde, eğer demokraside “aleniyet” esas ise, “Kırmızı Kitap”ı -”irtica” dışarıda bırakılsa da- 22 sayfadan 48 sayfalık daha “zengin” bir metin haline dönüştürmek yerine, “yakmak” daha doğru bir seçim değil midir?

Kürşat Bumin Yeni Şafak, 3.11.2010

04.11.2010


2011 seçimi anayasa seçimi olmalı

Sevİnç fırsatları çok sık geçmiyor elimize.

O yüzden, fırsat çıktı mı kaçırmamalıyız. Sevinmeyi bilmeliyiz. Güvensizliklerimiz sevinçlerimizi heder etmemeli.

Elbette kötü anılarımız var; her şey iyiye gidiyor derken patlayan mayınları, taranan araçları, basılan karakolları unutmak zor. Ama önümüzdeki sekiz ay boyunca savaşın iki cephesindeki Türk ve Kürt gençlerin yaşam şansı yükseldiyse, o çocukların ana babaları zamansız çalan her telefonla irkilip sapsarı kesilmeyecekse, hep birlikte barış için zaman kazandıysak, bu mutluluğu da ıskalamamak gerek.

Ben her zamanki gibi, hükümet zaten çoktan yapması gereken şeyler için kolları sıvamalı derim. Bunların kimisi hemen yarın gerçekleştirilebilecek kadar kolay işler; kimisi biraz daha çetrefil. Ama içlerinde bir tanesi var ki, seçimden önce mutlaka halledilmeli: Yüzde 10 barajın indirilmesi... Daha önce de yazdım; Türkiye’nin şu anki siyasi koşulları, yüksek barajın yol açtığı “temsilde adaletsizlik” tablosunu bir dört yıl daha taşıyabilecek durumda değil. Baraj her zaman, bütün ülkelerde temsil meselesi açısından bir problem yaratır. Ama acaba kaç ülkede, oy oranı kimi illerde yüzde 80’lere, yüzde 90’lara varan, ülkenin koca bir coğrafi bölgesinde çoğunluk oyuna sahip olan bir partinin parlamento dışında kalmasına yol açacak ölçüde vahim bir “problem”dir bu? Türkiye siyaseti böyle anormal bir tabloyu dört yıl daha taşıyamaz. Kimse Kürtler’den temsil haklarını ellerinden alan bu baraja bir dört yıl daha tahammül etmelerini isteyemez. Hem siyasetin önündeki bu barikatı koruyup hem de “çözüm şiddet değil, siyaset” nakaratını tekrarlamaya devam etmek en hafifinden ayıptır.

Tabii, önümüzdeki sekiz ayda bizi bekleyen en büyük iş, en büyük proje, yeni anayasanın hazırlığıdır. Yeni anayasa yapmak, Kürt meselesinin çözümü için ihtiyacımız olan yeni pradigmanın hukuki alt yapısını oluşturmak da dahil olmak üzere, rejimin üzerine kurulduğu temel yapıyı 21. yüzyıl Türkiye’sinin ihtiyaçlarına göre yeniden dizayn etmek gibi devasa bir projedir. Böylesine büyük bir projenin hazırlık faslı için sekiz ay çok kısa bir zamandır, dolayısıyla siyasetçiler başta olmak üzere, bütün toplumun “yeni bir toplumsal sözleşme” hazırlamak için kolları bir an önce sıvaması gerekir.

Ben kendi payıma, yeni bir anayasa yapma sürecinde, somut bir taslak üzerinde çalışmaya başlamadan önce tartışmaya açılması gereken noktaları şöyle özetleyebilirim:

1. Anayasa’nın temel felsefesi ne olacak? Devleti korumak mı yoksa toplumu devletin zorbalıklarından korumak mı?

2. Devletin Anayasa’da belirtilen bir resmi ideolojisi, buna bağlı olarak değiştirilmesi teklif edilemeyen maddeleri olacak mı? Yoksa yeni anayasamız herhangi bir resmi ideoloji dayatmayan bir toplumsal sözleşme mi olacak?

3. Anayasa, Türk etnik kimliğini referans alan ve bu kimliği diğerleri karşısında yücelten bir metin olmaya devam mı edecek yoksa hiçbir konuda etnik imalar ya da çağrışımlar taşımayan, Türkiye toplumunun etnik, dini ve kültürel farklılıklarını tanıyan ve bu farklılıkların yaşanmasını güvence altına alan, bütünleştirici ve kuşatıcı bir metin mi olacak?..

4. Yeni anayasa ne kadar merkeziyetçi, ne kadar ademi merkeziyetçi olacak? 1960 yılında, yani bundan yarım yüzyıl önce çizilen idari yapı bugünkü Türkiye’nin ihtiyaçlarına ne kadar uygun? Türkiye böylesine merkeziyetçi idari yapıyla daha ne kadar yönetilebilir?

5. Güçler ayrılığından ne anlamak gerekir? Devlet-hükümet ilişkisi nasıl olmalıdır? 27 Mayıs Anayasası’ndan bu yana, bizim anayasamız güçler ayrılığı ilkesini devletin siyaseti kuşatması ve seçilmişlerin iktidar alanını daraltması şeklinde uygulamıştır. Bu yapı sürdürülecek mi yoksa değiştirilecek mi?

İşte bu temel noktalar üzerinde geniş bir tartışma açılmadan, bu noktalarda bir paradigma değişikliği gündeme gelmeden seçimler yapılır ve siyasi parti temsilcileri bir taslak üzerinde tartışmaya otururlarsa, havanda su dövmekten başka bir şey yapamazlar. Bu temel ilkeleri tartışmak, uzlaşma komisyonlarının değil, siyasetçisiyle, aydınıyla, sivil toplum kuruluşlarıyla bütün bir halkın katılması gereken bir süreçtir.

Böyle bir tartışma döneminin ardından gelecek olan 2011 seçimleri bir “Anayasa seçimi” olmalıdır. Her parti seçim bildirgesinde kendi anayasa taslağını hazırlayıp sunmalıdır kamuoyuna. Seçmen oyunu hangi partinin nasıl bir anayasa yapmak istediğine göre vermelidir. İşte o zaman yeni bir anayasa yapmak denen işin büyük kısmı seçimlerden önce halledilmiş olur.

Geriye kalan, farklı anayasa projelerinin sandıktan aldıkları destek oranında temsil edileceği bir meclisin nihai çalışmaları yapması ve yeni anayasayı (seçimlerde ortaya çıkan güçler dengesinin yarattığı imkânlar çerçevesinde) ete kemiğe büründürmesidir.

Gülay Göktürk

Bugün, 3.11.2010

04.11.2010

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Son Dakika Haberleri

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.