Kazım GÜLEÇYÜZ |
|
Resepsiyon sonrası |
Köşkteki 29 Ekim resepsiyonunda tanıştığımız THY Genel Müdürü Temel Kotil, sohbetimizde rötarlı uçuş şikâyetlerini azaltma noktasında hayli mesafe aldıklarını, ama henüz istenen noktaya gelemediklerini söyledi. Ve Pazar gecesi 45 dakikalık Ankara-İstanbul seferi için, önce 20 dakika olarak duyurulan gecikme süresinin bilâhare ikiye katlanması ile, bu durumu bir kez daha yaşamış olduk. Kaptan pilot gecikmeyi “bağlantılı uçuş”la izah edip “sabır ve anlayışımız için” teşekkür etti, ama görünen o ki, sorunun yakın vadede çözümü yine zor. Kotil son dönemde epeyce konuşulan, “Bölgedeki askerî havaalanı da devredilip Yeşilköy havalimanı genişletilsin” bahsinde olumlu bir noktaya gelindiğini, ama bunun da yeterli olmayacağını, devirden sonra mevcut alanda sadece yüzde 20 civarında bir genişleme sağlanacağını, bunun da sür'atle artan hava trafiğine bağlı olarak büyüyen ihtiyacı karşılamaya kifayet etmeyeceğini ve sorunun ancak İstanbul’a üçüncü bir havaalanı inşasıyla aşılabileceğini ifade etti. Bakalım, Ulaştırma Bakanının Silivri’ye yapılacağını açıkladığı bu geniş kapasiteli yeni havaalanı ne zaman tamamlanıp hizmete girecek? Resepsiyonda görüştüğümüz İçişleri Bakanlığı Müsteşarı Osman Güneş’le, terör meselesindeki “sükûnet”i medar-ı bahs etmiştik ki, Pazar günü Taksim’de gerçekleşen canlı bomba eylemi bir defa daha Türkiye’nin yüreğini ağzına getirdi Öncelikle polisi hedef alan, ama sivilleri de vuran eylem kimin işi, henüz belli değil. PKK, evvelce ilân ettiği eylemsizlik kararını bilâhare 31 Ekim’e kadar uzatmıştı. Saldırının tam da sürenin son gününde yapılması, ilk anda “Yine PKK mı?” sorusunu akıllara getirdi. Ama geçen Eylül’de Hakkari Geçitli’de sivilleri vuran mayınlı saldırı için yapılan yorumların bu olayda da geçerli olabileceğine dikkat çekenler de var. Bu noktaya işaret edenler, Murat Karayılan’ın daha geçen hafta “Artık sivillere saldırı yok” sözü verdiğini (Radikal, 28.10.10) hatırlatıyorlar. Böyle olunca, örgüt içinde var olduğu söylenen ve “derin PKK” olarak da isimlendirilen “kontrol dışı unsurlar” tekrar gündeme geliyor. Bakalım, demokratik açılım projesindeki atalet ve durgunluk hâlâ aşılamazken KCK dâvâsının da çok yönlü provokasyonlara açık bir şekilde devam ettiği bu çok kritik ve kırılgan süreçte, terörün bir defa daha şehirlere yönelerek tırmanışa geçmesi, ne gibi sonuçlar doğuracak? Taksim saldırısından sonra yapılan açıklamalarda, bu tür provokasyonların demokratikleşme yolundaki ilerleme azmimizi kıramayacağı söylemleri güçlü ve vurgulu ifadelerle yine tekrarlandı. Ama artık bunlar toplumda mâkes bulmuyor ve inandırıcı olamıyor. Çünkü insanlar lâf değil; kararlı, dengeli, gerçekçi ve cesur icraat bekliyor. Özellikle de, bir seneyi aşkındır gündemde olduğu halde ilerleme kaydedemeyip Habur’daki “yol kazası” ile iyice tıkanan demokratik açılım sürecinin canlandırılmasını istiyor. Çankaya resepsiyonunda en çok konuşulan ve yoğun eleştirilere konu olan “komutanların boykotu”na gelince: Bu tavır, askerî cenahta yine değişen birşey olmadığını ve “türbana odaklı” anlamsız takıntının devam ettiğini gösteriyor. Gül ve eşi resepsiyondaki katılıma işaret ederek “Türkiye’nin bütün renkleri burada” derken, askerlere “Kendinizi toplumdan soyutluyorsunuz” anlamını içeren ince bir mesaj gönderdiler. Ancak bu, komutanların umurunda mı? Yeri geldikçe “TSK milletin bağrından çıkmıştır” diyen Genelkurmay’ın, bu mesajla çelişen tavır ve yaklaşımlarını nasıl izah edeceği, elbette, cevabını bulması gereken suallerden biri. Ama onun yanında, Özal ve Demirel dönemlerinde, hattâ Sezer’in ilk yıllarında sorun olarak görülmeyen “resepsiyona başörtülü katılım” konusunun, yedi yıldır niçin böyle abes bir gerilime yol açar hale geldiği de çok iyi tahlil edilmeli. Bütün boyutları ve detaylarıyla birlikte... 02.11.2010 E-Posta: [email protected] |