02 Kasım 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Basından Seçmeler

Bilimin izzetini korumak, bizzat bilim insanlarının görevidir

HİÇBİR hukuki dayanağı olmaksızın 28 Şubat sürecinin bir zorbalığı olarak üniversitelerimize yerleştirilen başörtüsü yasağı nedeniyle mağdur edilen bir öğrencimizin dilekçesine YÖK tarafından verilen cevap; bir normalleşmenin başlangıcı, bir hakkın iadesi gibi algılanması gerekirken, ortalık toz duman oluverdi. Üniversitelerin en büyük ayıbı olan ve binlerce insanın hayatını karartan bu fiili durum 23.03.1998 tarihinde İstanbul Üniversitesi Rektör Kemal Alemdaroğlu’nun bir genelgesiyle uygulamaya konmuştu. Kaderin garip bir cilvesi olarak yine aynı üniversitemizin öğrencileri tarafından bu yasakçı uygulamaya karşı özgür sesler yükselmeye başlamıştır.

Peki, YÖK ne yapmış da ortalık bu kadar karışmış yer yerinden oynamıştır? Bu yasakçı, özgürlük karşıtı, öğrencisinin kılık kıyafetinden dolayı girdiği sınavı yok sayan, sınava almayan, herhangi bir yasadışı faaliyeti bırakın, hiçbir saygısız davranışta dahi bulunmayan, kendisinden sadece bilgi edinme öğrenim derdinde olan öğrencilerini kapıdışarı eden, kovan, azarlayan, öğrencilerine en galiz hakaretleri reva gören öğretim üyelerine ne demiştir YÖK?

Sayın üniversite öğretim üyeleri; Üniversiteler bilim ve teknolojinin, felsefe ve sanatın üretildiği yerlerdir Üniversite gibi, ÖZGÜRLÜĞÜN HAD SAFHADA KULLANILDIĞI VE ÖĞRETİLDİĞİ bir kurumda öğretim üyeleri kendilerine verilen bu öğrencisini kılık kıyafetinden dolayı derse almama gibi acınası rolü neden kabullenir? Üstelik halihazırda üniversitelerimizde öğrencilerin derslere başlarını açarak girmelerini gerektirecek bir hüküm bir kılık kıyafet yönetmeliği yokken.

Bilindiği gibi 1982 Anayasası ile Yüksek Öğretim Kurulu kurulmuş ve Üniversiteler Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı olmaktan çıkarılmıştır. Artık özerk bir kurum olan Yükseköğretim Kurumu’na tabidirler. Üniversite öğrencileri de Yükseköğretim Kurumları Öğrenci Disiplin Yönetmeliğine tabidirler.

Yükseköğretim Kurumları Öğrenci Disiplin Yönetmeliğinde de kılık kıyafete ilişkin bir düzenleme ve kılık kıyafetten dolayı da verilebilecek bir ceza bulunmamaktadır. Zaten olması gereken de budur. Üniversite öğrencilerini bağlayan YÖK Öğrenci Disiplin Yönetmeliği’dir. Ayrıca Meclisten çıkartılacak yeni bir kanuna da ihtiyaç yoktur.

Üzerlerinde akademinin cübbesini taşıyan kişiler, demokrasi ve hukukun; evrensel insan haklarının yanında olması gereken kişiler; idari bir aksaklık olmuşsa o zaman bu durumu amirlerine bildirmeli; bir cezai yaptırım söz konusu ise gereken idari birimler tarafından yapılmalıdır.

Zira; bilimin izzetini öncelikle koruması gereken kişiler bizzat bilim insanlarıdır.

Öğretim görevlilerinin öğrencisini kıyafeti nedeniyle dersten çıkartma yetkisi yoktur. Nitekim öğretim görevlilerinin yetki ve görevleri Yükseköğretim Kanunu’nun 22. maddesinde düzenlenmiştir. Zira idare hukukunda yetkiye ilişkin düzenleme, kamu düzeni ile ilgilidir ve buna ilişkin kurallar yorumlanamaz ve genişletilemez. Demokratik bir HUKUK DEVLETİNDE amiri de memuru da yasalara bağlı olup yasanın kendisine vermediği bir yetkiyi kullanamaz. Yükseköğretim Kurumları Öğrenci Disiplin Yönetmeliği’ne göre bir üniversite öğrencisine verilebilecek herhangi bir ceza bulunmamaktadır ama öğretim görevlilerinin bir öğrencisini kıyafeti nedeniyle dersten çıkartması durumu idari soruşturmayı ve disiplin cezasını gerektirdiği gibi Türk Ceza Kanunu’na göre de suç oluşturmaktadır.

Hapis cezasından öğretim üyeliğinden ihraca kadar giden ağır yaptırımlar mevcuttur. Buna rağmen daha önceleri kanunsuz hukuksuz bir şekilde eğitim öğrenim hakkı elinden alınan binlerce gencin mağdur edilmesine yol açan bu öğretim üyelerimizin benzer şekilde kanuna, hukuka uygun olsa bile soruşturmalarla hizaya getirilmesi de çağdaş bir yüksek öğretim kurumuna yakışan bir durum değildir. Herkes üniversiteli olmanın, üniversite öğretim üyesi olmanın gereğini ve sorumluluğunu yerine getirmelidir. Bir üniversite öğretim üyesinin 21. yüzyılda sadece bilgi edinme amacıyla kapısına gelen bir öğrencisini kıyafetinden dolayı kapı dışarı etmesini, eğitim hakkını elinden almasını, engellemeye çalışmasını anlayabilmek mümkün değil. Üniversiteler özgürlüğün öğretildiği, özgürlüklerin en yoğun anlamda yaşatılması gereken, yasakçılığır ve dayatmacılığın en son uğrayacağı yerler olmalıdır.

Saygın bir üniversitemizin, saygın bir öğretim üyesi; başındaki bir şapka nedeniyle öğrencisini dersten atmayı savunabiliyorsa geldiğimiz demokratik seviye bakımından derin derin düşünmeye ihtiyacımız olduğu aşikârdır.

Bir “betikname”ye istinaden; öğretim elemanlarının başörtülü derse giren öğrencileri hiçbir surette dışarı çıkarma yetkisi yokken; “dışarı çıkmazsan ben seni yok sayarım, zorla çıkartırım, ya açarsın ya çıkarsın” nasıl diyebilir!

Üniversitesine girerken ya da çıkarken “baş açma kapama odalarına” girmek zorunda bıraktığımız öğrencilerimizin duyduğu acıyı, her gün yaşadığı travmayı yüreklerimizin derinliklerinde hissedebilmeliyiz.

Biz öğretim üyelerimize böylesi bir yasakçı uygulamayı yakıştıramıyoruz. Ülkenin demokratikleşme sürecine katkıda bulunmalarını, geleceğin bilgi toplumuna katkıda bulunlarını arzu ediyoruz.

Sınıflarda amfilerde, laboratuvarlarda cadı avı başlatmak, üniversitelerde “ikna odaları” kurmak, kampus girişlerinde “baş açma-kapama odaları” ihdas etmek hangi özgürlükçü düşünceyle bağdaştırılabilir?

Ülkemizin insan kaynaklarını, en büyük zenginliğimiz genç beyinleri heba etmek, özgür tercihlerini ipotek altına almak, müdahale hakkını kendimizde görmek, şimdi değilse bile çocuklarımıza izah edebileceğimiz bir durum olmayacak...;

21.yy’da insana ve insanın geleceğine ilişkin beklentilerimiz umutlarımız artmaktadır. Hepimiz tüm insanlığın özgürce yaşadığı bir dünya hayal ediyoruz. Kavganın yerini barışın, cehaletin yerine bilginin, totaliter sistemler yerine hukuk ve adaletin özgürlük ve demokrasinin egemen olduğu bir dünyanın özlemini hepimiz taşıyoruz.

Ülkemizdeki tüm kurum ve kuruluşların, bu yüksek ideali paylaştıklarını biliyoruz.

Çabamızı ve tüm irademizi 12 Eylül’ün üniversitelerimizde yaptığı tahribatı YÖK’le birlikte düzelterek gereğinde kaldırarak ülkemize yakışır korku ve dayatmaların, keyfi uygulamaların, insan hak ve özgürlüklerin bir değer olarak alındığı ve özgür düşüncenin önündeki engellerin kaldırıldığı bir üniversite ve Yüksek Öğretim Kurumunu, Türkiye’ye yakışır bir üniversite teşkilatını ihdas etmek için, ortaya koyacağız, üniversitelerimizi, dünya ile yarışan bilim üreten bir merkez haline getirmeli; ideolojik referanslarla enerjimizi, gücümüzü, zamanımızı, insan kaynağımızı ve büyük potansiyelimizi ziyan etmemeliyiz.

Bu ülkenin çocukları, üniversite kapılarında mağdur edilmeyi, derdest edilip kapı dışarı edilmeyi hak etmiyor.

Bu manzara ülkemize hiç yakışmıyor.

Harun Cansız

(Prof. DR. İÜ. Cerrahpaşa

Tıp Fakültesi , YÖK Üyesi)

Taraf, 1.11.2010

02.11.2010


Hayırsız evlât

STAR’DAKİ haberi okumadınızsa bulup okuyun.

Meğerse Adana’daki Cumhuriyet Bayramı resepsiyonunda yaşanan skandalın ardında TSK’nın bir genelgesi varmış.

Başörtülü davetliler gelince komutanlar Hilton oteldeki resepsiyonun arka kapısından “fark ettirmemeye çalışarak” çıkmışlar ve basına hiçbir açıklama yapmadan ayrılmışlardı ya, şimdi anlaşıldı ki bu garip davranışları kendi tercihleri değil Türkiye çapında tüm askeri birliklere gönderilen bir genelgenin gereği imiş!

Söz konusu genelgede 29 Ekim resepsiyonlarına başörtülü davetlilerin katılması durumunda yapılacaklar adım adım sıralanmış: “Önce davetliler arasında başörtülü var mı yok mu istihbaratı yapılacak, yoksa davete katılınacak ama resepsiyon esnasında tesettürlü bir davetli gelirse mekan fark ettirmeden ve süratle terk edilecek”miş.

Cumhuriyet Resepsiyonları için garnizonlara verilen “fark ettirmeden sıvışın” talimatının dışında, karşılama törenlerine de “başörtülü eş ayarı” yapılmış. Garnizon komutanlıklarına gönderilen talimatlarda, Cumhurbaşkanı Gül’ün eşi ile gelmesi veya gelmemesi durumuna göre iki alternatifli karşılama düzeni geliştirilmiş, bu alternatifler şemalarla gösterilmiş. Kim nerede duracak, nasıl olacak da Hayrünnisa Gül’ün eli sıkılmak zorunda kalınmadan durum idare edilecek...

Bütün bunları okuyunca, “Acaba bunların başka işi gücü yok mu” sorusu geliyor insanın aklına... Her davetten önce “Başörtülü davetli var mı yok mu, gelecek mi gelmeyecek mi” konusunda istihbarat çalışmaları yapmak... Askeri tatbikat planları hazırlarcasına alternatifli karşılama şemaları hazırlamak... Ve bütün bunları, başörtülü kadınlarla yüz yüze gelmemek için yapmak...

Bu ne biçim bir takıntıdır... Ne biçim bir inattır... Nasıl bir cürettir...

***

Bu halk, ordusuna karşı çok hoşgörülü, çok affedici davranıyor doğrusu. Nicedir sabrediyor. Kabul edilemeyecek hakaretleri sineye çekip sabrediyor.

Biliyoruz ki, aralarındaki bunca yıllık hukuka dayanıyor bu hoşgörü ve sabır. Arka planında tarihi bir şükran duygusu var. Kurtarıcıya karşı duyulan minnet ve sevgi var. “Peygamber Ocağı” geleneği var.

Ama her şeyin de bir sınırı vardır öyle değil mi?

Bu halk, bu kadar horlanmayı, aşağılanmayı daha ne kadar affedebilir? “Gözbebeği” gibi sevdiği bir varlığın yaptıklarına daha ne kadar katlanabilir...

Şükredin ki bu halk ordusunu hâlâ, hoşgörüsü engin bir annenin hayırsız oğlunu sevmesi gibi seviyor. Hayırsız oğlun onu küçümsemesi, ondan utanması, onu kimselerin görmeyeceği toplumun bodrum katlarında bir yerlere hapsetmeye çalışması, kazara karşı karşıya geldiğinde pislik görmüş gibi davranması yüreğini dağlasa da etinden et kopmuş gibi olsa da katlanıyor. Hani derler ya, oğul işte, ne atabiliyor, ne satabiliyor...

Ama bilin ki şansınızı çok zorluyorsunuz. Hayırsız oğulların da kredisinin bittiği bir zaman vardır. En affedici analar bile bir gün “yeter” derler ve yüreklerine taş basıp hayırsız evlatları evlatlıktan reddederler.

Böyle bir ihtimali hiç düşünmüyor musunuz?

Başörtülü bir kadının varlığına dayanamadığınız için Çankaya Köşkü’ne çıkmayı reddederken, başını örten on milyonlarca kadının da sizin bulunduğunuz yerde bulunmayı istemeyebileceği, sizi her gördüğü yerde başını çevirebileceği, “fark ettirmeden” değil fark ettire fark ettire protesto edebileceği hiç aklınıza gelmiyor mu?

Başı örtülü o kadınların da sizin şehit oğullarının cenaze törenlerine katılmanıza izin vermeme ihtimalini hiç mi düşünmüyorsunuz?

Düşünmeye başlasanız iyi olur.

Gülay Göktürk / Bugün, 1.11.2010

02.11.2010

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Son Dakika Haberleri

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.