”MERAK ilmin hocasıdır” denilmiştir. Bugüne kadar edindiklerimizin temelinde de hep bu duygu yok mudur?
Ama insan sıraya konulduğunda ilk merak edilmesi gereken konular yerine belki onuncu, yirminci derecede, hatta hiçbir faydası olmayan şeyleri merak eder.
İlk merak edilmesi gereken hususlardan birisi hiç şüphesiz kâinatın bir hülâsası, bir özeti, taklidi imkânsız bir san'at eseri, bir hücresinin dahi benzeri yapılamayan muazzam bir mû'cize olan kendi vücudumuz değil midir? İnceden inceye ilimlerin gözüyle araştırdığımızda hayretten hayrete düşüren bir kudret mû'cizesiyle karşılaşırız. Bu duyguyu yitirip, ünsiyet ve ülfet perdesiyle baktığımızda ise o şaşırtıcı san'at eseri sıradanlaşıverir, olağanüstülükleri görülmez olur. Böylesine akıl almaz sistemi kuran Yaratıcının ise bu vücudu niçin yarattığı düşünülmez bile.
Yine gariptir ki insan kendisi gibi milyarlarcası bulunan bu san'at eserlerine hayret etmez de iki başlı veya üç ayaklı bir insan gördüğünde merak ve hayretten kendini alamaz.
Aslında insanın yaratılışı, özellikleri gibi merak ve hayretle seyredilecek o kadar çok şey var ki saymakla bitmez. “Bu asırda nev-î beşerin muvakkat ve fânî, tahripçi geniş hadiseleri ve zemin yüzünde yüz bin millet ve insan nev’î gibi çok hadisât-ı acîbeye [şaşırtıcı hadiselere] mazhar o milletlerden her baharda yalnız bir arı milletine ve üzüm taifesine baksan, bu nev-î beşerdeki hâdisâtın yüz defa daha mûcib-i merak [merakı gerektirici] ve rûhânî, mânevî zevklere medar hadiseler var. Bu hakikî zevklere ehemmiyet vermeyip beşerin zararlı, şerli, ârızî hadiselerine bu kadar merak ve zevk ile bağlanmak; dünyada ebedî kalmak ve o hadiseler daimî olmak ve herkese ve o hadiseden bir menfaat veya zarar gelmek ve o hadiseye sebebiyet verenlerin hakikî fâil ve mûcid olmak şartıyla olabilir. Halbuki havanın fırtınaları gibi geçici hallerdir.”
Evet, maalesef insanoğlu daha çok merak edilmesi gereken, hem de tefekkür sevabı kazandıran meseleleri sonlara atabiliyor, hatta bunlara dünyasında yer bile vermeyebiliyor. Ellinci derecede merak edilecek bir meseleyi ise birinci sıraya koyalabiliyor. “Senden sana daha yakın ve senin kalbin O'nun tasarrufunda ve senin cismin O'nun tedbir ve icadında olan bir Zât-ı Akdesin Rubûbiyetini ve hikmetini nazara almayıp, tâ dünyanın nihayetinden zarar ve menfaati beklemek ne derece divanelik olduğu tarif edilmez.”
Sonra iman ve hakikat noktasında, bu tip geniş dairedeki olayları merak etmenin büyük zararları var. En geniş daire olan siyaset dairesi insanı gaflete atıp dünyaya boğdurur, insanın gerçek vazifesini ve âhireti unutturur, özellikle umumî ve mücadele suretindeki hadiseler kalbi boğar. Bu gerçeğe dikkat çeken Bediüzzaman Hazretleri, “Güneş gibi bir îman lâzım ki, her şeyde, her vaziyette, her bir harekette kader-i İlâhî ve kudret-i Rabbaniyenin izini ve eserini görsün, tâ o zulm ü zulmette kalb boğulmasın, îman sönmesin; akıl tabiat ve tesadüfe saplanmasın” der.
Demek enfüsî, daha önemli ve lüzumlu, dünya ve ahiretimiz için faydalı meseleleri öne almak gerekirken talî ve afakî meselelerle zihni meşgul etmek akıl kârı değil.
20.07.2008
E-Posta:
[email protected]
|