M. Latif SALİHOĞLU |
|
Ş e k e r n â m e |
Aynı zamanda meslektaşım olan aziz dâvâ arkadaşlarımdan gelen dokunaklı mesajlar sebebiyle, "beyaz zehir" konusuna bir kez daha değinme ihtiyacını duydum. Abdil Yıldırım ve Mikâil Yaprak. Hem edib, hem şair, hem nur kalemli yazar arkadaşlarım. Son yazılarımızla ilgili olarak, biri Eskişehir'den, diğeri Avusturya'dan göndermiş oldukları dikkate değer ve bir o kadar da dokunaklı bulduğum mesajları, bilhassa şekerin zararlarını nazara vermenin ne derece ehemmiyetli ve isabetli olduğunu gözler önüne seriyor. Muhterem Abdil Yıldırım, gönderdiği mesajın ilgili bölümünde şunları söylüyor: "...Bu arada 'şekersiz çay' tavsiyeniz de çok işe yarayacak inşaallah. "Ben bir zamanlar şeker fabrikasında çalıştım. Şekerin nasıl imal edildiğini yakından biliyorum. "Beyaz taşlar fırınlandıktan sonra öğütülüyor ve toz kireç haline geliyor. Sonra kireç kaynatılarak 'kireç kaymağı' elde ediliyor. Bu kaymak da büyük kazanlardaki pancar şerbetine katılarak birtakım işlemlerden geçirilip şeker haline getiriliyor. "Yani, bildiğimiz taş tozları ile pancar şerbetinin rengi beyazlaştırılıyor. "Sizin de, kesinlikle ve şiddetle tavsiye ettiğiniz gibi, beyaz şekerden kaçmak, bir çok hastalıktan kaçmak demektir. "Bu arada, yakınınızda bulunanlara çay içerken tatlandırıcı olarak kullanılmak üzere kuru üzüm, hurma, vs. dağıttığınızı duydum. Bu kadar destek olduktan sonra, bizi de unutmazsınız herhalde...:)) "İstifadeye medar yazılarınızın devamını bekliyor, sağlık ve selâmette olmanızı diliyorum. A.Y." Yanlış anlaşılmasın. Bir noktadan sonra tedâvisi şimdilik mümkün görünmeyen şeker hastalığının yegâne sebebi, beyaz şeker değildir. Bu amansız illetin daha başka sebepleri de vardır. Ancak, tetikleyici ve azdırıcı olarak şekerin, özellikle de kesme/küp şekerin birinci sırada yer aldığı hususu, uzmanların ortak görüşüdür. Bu hatırlatmadan sonra, Mikâil Yaprak Ağabeyin şiirine geliyorum. Şiiri, 1984'te gencecik yaşta vefat eden aziz dâvâ arkadaşımız Erzurumlu Sırrı Soslu için yazmış. Ne gariptir ki, aynı tarihlerde ve aynı vefat hadisesi sebebiyle biz de bir "vefâ yazısı" yazmışız. Kupürünü gördüğünüz "Civanmert arkadaşım Sırrı Soslu" başlıklı bu yazı, 19 Şubat 1984 tarihli Yeni Asya'da neşroldu. Merhum Sırrı arkadaşımızla, İstanbul'da aynı talebe yurdunda kaldık. Kısa zamanda kaynaşıp canciğer olmuştuk. Ne yazık ki, henüz 25'inde iken şeker hastalığından vefat etti. İşte, Mikâil Ağabeyimiz, aşağıdaki mısraları o tarihte onun vefatı üzerine kaleme almış. Okuyalım:
Sırların son sırrına erdin, Sırrı kardeşim. Çok çetin bir imtihan verdin, Sırrı kardeşim. Ağzımda şeker acı; Nazarımda kapkara, Zira, şekerdi senin derdin, Sırrı kardeşim.
Tarihin yorumu 4 Kasım 1922
Son Sadrâzamın son hükûmeti
Ankara merkezli Millet Meclisi'nin 1 Kasım 1922 tarihli kararıyla, Hilâfet ile Saltanat birbirinden ayrılarak, Saltanat lağvedildi. Buna rağmen, İstanbul'daki son Osmanlı hükûmeti çalışmalarına devam ediyordu. Ancak, bu iki başlılık halin devam etmeyeceği ve bir an evvel bitmesi gerektiği kanaatine varılarak, derhal çare arayışına girildi. Bütün dikkatler, Sadrâzam Tevfik Paşanın üzerinde toplanmıştı. Dördüncü kez Sadâret makamına getirilmiş bulunan Tevfik Paşa ise, 4 Kasım günü kabineyi topladı ve bunun son toplantı olduğunu belirterek, Sultan Vahdeddin'e verilmek üzere istifa mektubunu hazırladığını söyledi. Tevfik Paşa, böylelikle 623 yıl ömür süren Osmanlı Saltanatının "Son Sadrâzam"ı unvanını almış oldu. Refet (Bele) Paşa, İstanbul'daki işgal kuvvetleri komutanlarıyla bir görüşme yaparak, 4 Kasım günü itibariyle İstanbul'da Büyük Millet Meclisine bağlı hükümet idaresinin başlamış olduğunu söyledi. Saltanatın Resmî Gazetesi olan Takvim–i Vekayi de, aynı gün itibariyle yayınına son verdi. Bu tarihlerde Yıldız Sarayında ikamet etmekte olan Sultan Vahdeddin ise, 17 Kasım günü yurdu terk ederek, Osmanlı Saltanatının fiilî nihayetini ilân etmiş oldu. Artık Saltanat bitmiş, Hilâfet ise devam ediyordu. 3 Mart 1924'te, tamamen keyfî bir sûrette Hilâfet'e son verildiği açıklandı. 04.11.2010 E-Posta: [email protected] |