Cevher İLHAN |
|
Ankara’nın “2009 demokrasi karnesi” |
“Açılım” tartışmaları, terör örgütü PKK’nın sivil yapılanmasına yapılan tutuklamalar, tırmanan sokak eylemleri, askerî bölgelerin, karargâhların aranması, yılın son MGK toplantısı hayhuyu ortasında Türkiye’nin en önemli demokratikleşme gündemi âdeta gündem dışı. “Açılım”ın önünü açacak, inanç ve ifâde hürriyetinden temel hak ve özgürlüklere kadar topyekûn demokratikleşmeyi sağlayacak, ülkeyi demokrasi standartlarına yükseltecek “AB projesi” göz göre göre geri plâna itilmekte… Oysa 3 Kasım seçimlerinin ardından hükûmetin kurulduğu 16 Kasım 2000’de AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan’ın “kendilerini bağladığını”, “yasama ve yürütmeyi oluşturacak bütün arkadaşlarını tek tek taahhüt altında tuttuğunu” ve “siyaseten riskini” peşinen deklâre ettiği “AKP Âcil Eylem Plânı”nda “Türkiye’nin âcilen hukuk devleti zeminine oturacağı, bunun için her türlü yasal düzenlemenin yapılacağı, uygulamaların sıkı sıkıya tâkip edileceği; bu bağlamda, öncelikle insan hakları hakkında tedbirlerin alınacağı ve sistemin iyileştirileceği” sözü verilmiş. “Bir ay içinde, temel hak ve özgürlüklerle ilgili düzenlemeler evrensel düzeyde kabul edilmiş normlar ile AB kriterleri çerçevesinde sür'atle yapılacaktır” kaydı konulmuş. Bir yıllık süre zarfında adaletin zamanında ve hızlı bir şekilde tesisi için adalet hizmetlerinde ve yargılama usûllerinde gerekli bütün değişikliklerin ve yargı reformunun hızla yapılacağı, başta Ceza Kanunu, Ticaret Kanunu, usûl kanunları, yapısal reformlar gibi temel mevzuatın yenileneceği belirtilmiş. Ayrıca, siyaseti demokratikleştirecek siyasî partiler ve seçim kanununun düzeltileceği vaad edilmiş. Temmuz 2003’te “Türkiye’nin AB Müktesabatının Üstlenmesine İlişkin Ulusal Program”da, “Katılım Ortaklığı Belgesi”nde ve her yıl AB tarafından iletilen “ilerleme raporları”na verilen cevaplarda bütün bu vaadler tekrarlanmış… VAADLER YEDİ YILDIR DURUYOR Ancak yedi yıllık AKP iktidarı döneminde başta inanç ve düşünceyi ifâde ve basın özgürlüğü olmak üzere bu taahhüdlerin büyük bir kısmı yerine getirilmiş değil. Türkiye’de uzun süre dine ve dindarlara karşı istimal edilen “lastikli kanun” 163. maddenin yerine ikame edilen ceza kanununun 312. maddenin yeni numarası 216. madde ve 301. madde başta olmak üzere yapılan değişiklikler, yetersiz kaldı. Dahası Terörle Mücadele Yasasında olduğu gibi, basın özgürlüğünde geri gidildi; çeşitli basının iktidarın kontrolü altına alınmasına uğraşıldı. Hâlen 36 gazeteci tutuklu. İnancı gereği depreme “İlâhî ikaz” dediği için gazeteciler ve yazarlar yargılanıp ceza aldılar. AKP hükûmeti, inanç ve ifâde hürriyetini temin etmek bir yana, AİHM’e gönderdiği “savunma”da bu cezaları savundu. Keza AİHS’nin “eğitim hakkının engellenemeyeceği”ne ve insan haklarının ve temel özgürlüklerin başında gelen “düşünce, vicdan ve din özgürlüğü gereği, herkesin açık veya özel bir biçimde ibadet, öğretim, uygulama ve tören yapmak suretiyle tek başına veya toplu olarak dinini ve inancını açıklama hürriyeti” teminatına rağmen, başörtüsü yasağıyla yüzbinlerce öğrenci hak kazandığı okullarından, eğitim hakkından mahrum edildi. Yine bu dönemde AİHM’e gönderilen “hükûmet savunması”nda, Kur’ân’ın açık emriyle ve Peygamberimizin buyruklarıyla ve devletin yetkili anayasal kurumu olan Diyanet’in fetva kararlarıyla “dinî vecîbe” ve “tesettürün bir parçası” olduğu belirtilen başörtüsüne getirilen yasadışı yasak, “siyasî simge”, “gerginlik sebebi” ve “laikliğe aykırı” yakıştırmalarına katıldı. ANKARA, AB VE AİHM’İ DOĞRU BİLGİLENDİRMELİ Özetle, özellikle inanç hürriyeti ve din eğitimi ve öğretimi konusunda AB’yi doğru bilgilendirmek yerine, AKP hükûmeti, AB’yi ve AİHM’yi yanlış bilgilendirdi. Antidemokratik yasak ve hak ihlâllerinin AB ve AİHM gibi insan hakları ve demokrasi mercilerinde onaylanmasını sağladı! 29 Şubat postmodern darbeden kalma Kur’ân kurslarında yaş yasağı, din eğitimi ve öğretimi önündeki engeller, YÖK yasası, “irtica” isnadıyla sorgusuz-sualsiz-yargısız askerî personelin YAŞ kararlarıyla ihracı sürüyor. Avrupa Parlamentosu, “Türkiye raporu”nda, Ergenekon dâvâsının demokratik kurumların saygın işleyişine ve hukukun üstünlüğüne güveni arttırmak için fırsatıyla vakit geçirilmeden kapsamlı yargı reformunu öneriyor. Temel özgürlükler ve insan haklarının korunmasını merkeze alacak yeni ve sivil anayasa çalışmalarına yeniden başlanması için hükümete çağrıda bulunuyor. Zira Türkiye, hâlâ kadük devrimleri barındıran darbe anayasası ile idâre ediliyor. Üzerinden 27 yıl geçtiği halde, darbeleri ve darbecileri her türlü karar ve tasarruflarından dolayı haklarında cezaî, malî veya hukukî sorumluluk iddia edilemeyeceği ve yargı merciine başvurulamayacağını hükme bağlayan “darbe anayasası” duruyor. Oysa Ankara’nın artık oyalama ve gözboyama politikalarını bir tarafa bırakıp, siyasetin demokratikleşmesi, inanç özgürlüğü, yargı reformu, düşünceyi ifâde hürriyeti olmak üzere, Türkiye’nin önünü açacak çabaları göstermesi gerekiyor… Türkiye’nin AB müzâkere sürecindeki başarısı, Ankara’nın “AB içindeki Türkiye ve AB karşıtları”nın bahanelerini ortadan kaldıran ciddiyet ve samîmiyete bağlı… 30.12.2009 E-Posta: [email protected] |