Mikail YAPRAK |
|
Unutulmaz hac hatıraları |
Nihayet 2009 hac dönemi de geride kaldı. Ama asıl vazife ileride, önümüzdedir. Geride kalan sadece, hacılarımızın büyük bir dikkat ve itina ile ifa ettikleri hac menasıkıdır. Haccın farzlarını, vaciplerini ve sünnetlerini yerine getirmeleridir. Haccın yasaklarından uzak durmalarıdır. İleride ve önümüzde olan, her an bizimle olan ve olması gereken de, hacda ulaşılan manevî doyumsuzluğu, manevî temizliği, tevbe ve istiğfarı, teslim-i ruha kadar muhafaza etmektir. Arafat’ta, vakfede Rabbimizle yaptığımız sözleşmemizi asla unutmamaktır. Basit ve geçici dünya meseleleri için bile bazen ölümüne sözler verilir, vaadler yapılır. Sözünü yerine getirmek, yalancı durumuna düşmemek uğruna ölüme atılanlar bile olur. Bir de “Pilavdan dönenin kaşığı kırılsın” diyerek ahkâm kesenler olur ki, biz de buna nazire olsun diye, “Haccından dönenin adımı kırılsın” diyoruz. Ağır bedduâ olmasın diye, “Ayağı kırılsın” yerine “Adımı kırılsın” diyoruz. Böylece bedduâ değil, duâ etmiş oluyoruz. Yani yanlışa, bid’aya, bâtıla ve günaha attığı adımı kırılsın, yani o yöne adımını atamasın, hemen hacda verdiği sözü hatırlasın. İşte asıl hatıra da bu olsun. Unutulmaz hac hatıraları içinde yer alan en büyük hatıra, hacı olduğu an olsun. Şairin, “Hayali cihan değer” dediği her ne ise, bizim hacınınki de bu olsun, hacı sayıldığı an olsun. ««« Her zaman anılmaya değer asıl hatıra, asıl saadet ve asıl müjde budur ki, öbür hatıralara bir türlü giremedik. Evet, hac notlarını ihtiva eden kara kaplı defterimizi üç yıldır açamadık. Geçen yazımızda “Bir hacının not defterinden” dedik, ama etrafında dolanıp durduk. Yani defterin etrafında değil, o defterin değinmek niyetinde olduğu mânânın etrafında, o mânâyı ruha bahşeden mukaddes mekânların etrafında.. Defter ki, ne defter.. Bu notlara lâyık olsun diye seçilmiş bir defter. Başka hiçbir şeye yer vermeyen defter. Niyetten, kalbî yönelişten, fiilî ilk hareketten başlayıp eve dönünceye kadar, mukaddes yolculuğu gergef gergef işleyen defter. O yolda her şeye hikmetle bakan, hikmetle karşılayan; o yola hizmet eden her şeyi ve herkesi kıymetli ve bahtiyar bilen, Avusturya kafilesini ve uğurlayanlarını Grünburg’dan Viyana’ya kadar taşıyan otobüsü ve Avusturyalı şoförünü nasipli bilen, o yolda duyulan sesi, esen yeli, yoldan kalkan tozu, göze çarpan her şeyi, yaşı ve kuruyu, taşı ve toprağı bir başka gözle gören bir defter. O yolda çekilen sıkıntıyı, göze kaçan tozu, ayağa çarpan taşı, açlığı ve hastalığı tebessümle karşılayan bir defter. Cidde Hava Alanı'nda bavullarımızı mı alamadık? 23 Aralık Cumartesi gününden, 28 Aralık Perşembe gününe, yani terviye gününe kadar, beş gün boyunca iki bavul dolusu ihtiyaç eşyamız olmaksızın mı idare ettik? Kara kaplı defterimize göre, çok âlâ, çok mübarek bir hadise! Zira Mekke’nin mübarek ve ucuz ihtiyaç eşyaları ve giysileriyle pek âlâ geçinip gittik. Hattâ bavullarımızın elimize geçmeden, Avusturya’daki adreslerimize iade edilmesini bile diledik. ««« MP3 ses kayıt cihazı, digital kamera ve cep telefonu da, kara kaplı defterin teknolojik neferleri olarak hizmette idiler. Farklı alanlardaki farklı tesbit ve kayıtlar “ve” bağlacı sayesinde omuz omuza verdiler. Meselâ, “Ve Mekke...” Belde-i Emin... Müthiş bir ruh coşkusu... Otele yerleştikten sonra, ihramlı ve telbiyelerle Kâbe’ye doğru yürüyüş... Mescid-i Haram’ın minarereleri gözükünce heyecan dorukta... Hele hele Kâbe-i Muazzama’nın görünmesi, kelimelerle anlatılamaz. Aman Allah’ım, bu lütuf bize mi şimdi? Günde beş vakit yöneldiğimiz Kâbe bu mu? Yani Beytullah... Şimdi beytini bize gösteren Allah, Cennette Cemalini de mi gösterecek? Ne büyük saadet! Ve... Arafat! Avrupa Nur Organizasyonu ile haccetmeye niyet eden kırk kişilik grup aynı çadırda. Hac kafilelerinin farklı sadaları biribirine karışmış.. Kur’ân, salâvatlar, vaazlar, ilâhiler, Cevşen okumaları, zikirler... Ve vakfe... Sessiz ve içten ağlamalar... Ve Cuma günü... Ve Hacc-ül Ekber! Hazret-i Ömer (ra) der ki: “Maide Sûresinin 3. âyeti, Hicrî onuncu yılda veda haccında Arefe Günü olan Cuma günü ikindiden sonra indi. Peygamber Efendimiz (asm) Arafat’ta, Adba adındaki devesinin üzerinde vakfede iken nâzil oldu. Deve vahyin ağırlığına dayanamayarak yere çöktü. Biz o günü ve o gün bu âyetin indiği yeri biliriz. O gün Zilhicce’nin dokuzuncu günüdür; hem Arefe Günü, hem Cuma günüdür. Biz, her iki günü de bayram biliriz.” Âyetin meali şöyledir: "Bugün size dininizi kemale erdirdim. Ve size nimetimi tamamladım.” ««« Ve grubumuz.. Elbette ki bütün mü’minler kardeştir. Bilhasa hac esnasında bu çok bariz yaşanır. Burada herkes birbirini incitmemeye âzamî gayret gösterir. Sabır, iyiniyet ve hoşgörünün test edilmesi de, hiç şüphesiz bazı imkânların ortak veya yakın mesafede kullanımı ile olur. Otelde, yolculukta, yemede, içmede vesaire... Grubumuzda safvet ve vefa timsali arkadaşlarımız vardı. Sahabenin îsar hasletini kendilerinde bihakkın taşıyanlar vardı. Ayrıca bazı hatırlatmalar bile, çok tatlı ve nükteli yapılırdı. Meselâ, Müzdelife’de kısa bir istirahatten sonra, genç bir kardeşimiz, heyecana gelip, bir elinde çay ve iki parmak arasına sıkıştırılmış sigara ve öbür eliyle koca hoparlörü kavrayıp, grubun ünvanını anarak, hareket talimatı vermek isteyince, kendisine, "Kardeşim, ya sigarayı at, ya da grubun ünvanını anma“ dendiğinde, hemen sigarayı ayaklar altına alması görülmeye değerdi.. Ve yine meselâ, Kurban Bayramının birinci günü, öğleden sonra otelde et dağıtımı gündeme oturunca, "Aman ha, kardeşler! İbadet ve et, şeklen kafiyeli, uyumlu, ama mânen hiç uyuşmuyorlar“ dendiğinde, et mevzuu bıçak gibi kesilip, müezzinin öğle için "Allahüekber“ sadası oteli çınlattı. Ve Hacer-ül Esved... O gece, Kâbe’de yatsı namazı, nafile bir tavaf ve ardından Hacer-ül Esved’e ulaşıp el sürmek, mümkünse öpmek, grubumuzdan dört kişinin hedefiydi. Pehlivan yapılı ve boylu poslu Şemsî Beyimiz, daha birinci şavtta bizi çeke çeke Hacer-ül Esved’e yaklaştırdı. Ama hızlı ve yoğun bir dalga gelip bizi ondan kopardı. Tavafın dördüncü şavtında, biz onu uzaktan seyrediyorduk. Cennetten indirilen mübarek taşa yakın bir yerde Kâbe’ye yapışmış bekliyordu. Biz tavafı tamamlayıp otele döndük. İmsak vaktinde, yatak komşumuz Şemsî’nin gür sesine uyandık. Yatağına oturmuş, telefona sarılmış, derdini ve neş’esini yukarı kattaki hanımına sunuyordu: “Hacer-ül Esved’i öptüm, hanım! Bu arada kaybettiğim dört şeyden birisi bana döndü. Evet, o esnada terliklerim gitti, boynumda asılı kimliğim kopup gözden kayboldu, meşin kaplı duâ kitabım da elimden uçtu. Birini kurtarmaya çalışırken gözlüğüm gözümden fırladı. Lisan-ı ıztırar ile duâ ettim. Zira ihtiyaç şeditti. Kalın camlı gözlüğüm olmadan, yapamazdım. ‘Allah’ım, gözlüğüm bana geri gelsin’ diye içten bir niyaz ettim. Gözlük başlar ve omuzlar üstünde dolanıp duruyordu, bir türlü yere düşmüyordu. Ve nihayet bana yaklaşan bir omuz üstünden onu aldığım zaman, diğer kaybettiklerimi unutmuştum bile...“ ««« Ve işte, kara kaplı hac defterimizden birkaç hatıra.. Hurma, zemzem ve güzel koku babından ikramımız olsun size. Selâm ve duâlarımızla. 24.12.2009 E-Posta: [email protected] |