Ali OKTAY |
|
Kerbelâ İlâhileri |
Hicrî yeni yıla gireli henüz bir hafta oldu. Bu yeni yılın ilk ayı olan Muharrem ise aynı zamanda İslâm tarihinin en acı olaylarından birinin yaşandığı Kerbelâ vak'asının acısının yürekleri dağladığı bir ay. Bu nasıl bir hırstır ki mensubu olduğu dinin aziz Peygamberinin torununu, akrabalarını, yakınlarını, hem de işkenceyle ve bir damla suyu dahi çok görerek katletmek. İzahı mümkün mü? Şimdi ne Yezid kaldı, ne de uğruna katil olmayı göze aldığı mevkii, makamı. Baki kalan ise mü’minlerin yüreğinde o aziz şehidlere duyulan ve hiç azalmayan muhabbet ve hüzün. Aradan geçen asırlara rağmen ne zaman o hadiseleri anlatsalar mü’minlerin gözleri yaşarır, içleri burkulur. Geçen Ramazanda da hatırlarsanız bir çok televizyon programında hocaefendiler o acı hatıraları anlatmış ve bizi hüzünlendirmişlerdi. Çocukluğumdan beri hep bu hatıraların anlatıldığı bir ortamdaydım. Özellikle her 10 Muharrem günü Caferi Mezhebine mensup şia inancını taşıyan pek çok kişi bu matemi yaşar. Bazen kendilerine acı vererek, bazen de hüzünlü mersiyeleri seslendirerek. Ancak bu acı sadece elbette Caferi kardeşlerimizin acısı değil. Bütün Sünnî Müslümanların da acısı, kederi. Bu hadiselerin hikmet boyutunu elbette Cenâb-ı Hak bilir. Bediüzzaman Hazretlerinin Risâle-i Nur’da muhtelif yerlerde temas ve izah ettiği üzere zahiren bize acı veren, izahta zorlandığımız bu hadiselerin elbette bir de manevî ve hikmet yönü var. İşte bu ciğer yakan hadise geçmişten bu yana pek çok şairin kalemine mısra bir çok bestekârın gönlüne nağme olarak dökülmüştür. İşte onlardan bir kaçını paylaşalım yeri gelmişken: Güftesini, sözlerini Dr. Türkan Alvan’ın, bestesini neyzen M. Hakan Alvan’ın yaptığı hicazkâr ilâhî “Hatîce Sultan’dan doğan nur-sîma/ Adı Fâtıma nâmı Betül Zehrâ” diye başlarken, “Dün gece seyrim içinde ben dedem Ali’yi gördüm” der, Kul Himmet Hüseyni Nefes’de. Aşık Yunus’un “Seyyidlerin serçeşmesi Hasen ile Hüseyn’dir” şiiri segâh beste olmuştur Albay Selahaddin Güler’in gönlünde. “Yâ Rab bizi dûr eyleme evlâdı Âli’den” diye duâ ederken Kâhyazâde Arif Bey, Tanburi Mehmed Bey Hüzzam makamında bestelemiştir bunu. Yazıcızâde Mehmet Efendi’nin “Rivayette gelir birgün Resulullah olup dilşâd/ Ki dizinde oturmuştu Hüseyn ile Hasan şehzâd” diye terennüm ettiği duygular Hatip Zakiri Hasan Efendi (Halveti) tarafından nühüft mersiye olmuştur. Çok bilinen ve benim de severek icra ettiğim Hüseyin Baba’nın neveser nefes bestesinde Seyyid Nesimi;
“Âlem yüzüne saldı ziyâ Âl-i MUHAMMED Seyfin çâk edip geldi yine Âl-i MUHAMMED
HASEN başımın tâcı HÜSEYN gözümde nemdir İMÂM-I ZEYNEL ABÂ BÂKIR mihri haremdir
İMÂM-I CÂFER SÂDIK gibi bir dahi irfan İMÂM-I MÛSA KÂZIM gibi olmaya sultan
İMÂM-I TAKİ gözlerime ayn-i cilâdır İMÂM-I NAKİ sâyesi bol mürg-i hümâdır
İMÂM ASKERİ derdimize ayn-ı devâdır Çün MEHDİ zuhur ede nihân kalmaya perde” der.
Mustafa Dülgünman’ın segâh makamında bestelediği “Vak'ayı şâhı şehidi Kerbelâ’yı gûşedip/ Ah edip yandı gönül ehli dilan ağlar bugün” şiirini yazan kişi ise Rıfai şeyhi Hayrullah Taceddin Efendi’dir. Şarkıları besteleri ile müziğimizin zirve isimlerinden biri olan Hacı Arif Bey de Hüzzam İlâhisi ile bu acıya ortak olmuş ve Kâhyazade Arif Bey”in “Kurretül aynı Habibi Kibriyasın Ya Huseyn” şiirini bestelemiştir. “Habibi Kibriya ağlar bugün eyyamı matemdir” diye başlayan Nakşibendi Şeyhi Alvarlı Efe Hazretlerinin şiiri Neyzen M. Hakan Alvan tarafından Uşşak ilâhî olmuştur. Hasan Sezai Gülşeni Hazretlerinin “Ey şehidi Kerbelâya ağlayan/ Ağla matemdir Muharremdir bugün” sözleri Bestekâr Kemani Arslan Hepgür’e Hüseyni ilâhî olarak ilham vermiştir. “Geçeriz dünyada canu canandan/ Geçmeyiz Kerbelâ'da akan kandan” diyen Hacı Hafız Muzaffer Özak’ın bu şiiri de yine Neyzen M. Hakan Alvan tarafından Hicaz makamında bestelenmiştir. Suzinak makamında Cüneyt Kosal (Derviş Kanunî) tarafından bestelenen şu şiir ise Aşık Yunus’undur. “Ali almış sancağını eline/ Çekilip gider mahşer yerine.”
NURDAN DAMLALAR
“...Hem Hazret-i Ali’nin (r.a.) zâtında temessül eden şahs-ı mânevî-i Âl-i Beyt ve o şahsiyet-i mânevîyede veraset-i mutlaka cihetiyle tecellî eden hakikat-i Muhammediye (a.s.m.) noktasında muvazene edilmez. Çünkü orada Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâmın sırr-ı azîmi var.” “...Ey ehl-i hak olan Ehl-i Sünnet ve Cemaat! Ve ey Âli Beyt’in muhabbetini meslek edinen Alevîler! Çabuk bu mânâsız ve hakîkatsiz, haksız, zararlı olan nizâı aranızdan kaldırınız. Yoksa şimdiki kuvvetli bir surette hükmeyleyen zındıka cereyanı, birbirinizi diğeri aleyhinde âlet edip ezmesinde istimal edecek. Bunu mağlûp ettikten sonra o aleti de kıracak. Siz ehl-i tevhid olduğunuzdan uhuvveti ve ittihadı emreden yüzer esaslı râbıta-ı kudsiye mâbeyninizde varken iftirâkı iktiza eden cüz’î meseleleri bırakmak elzemdir. ‘’
Lem’alar. 4. Lem’a nın 4. nüktesi
Mersiye
Güfte: Kâzım Paşa
Cûşeyleyip belâya mânend-i mevc-i tufan Keşti-i ehl-i beyti kıldı şikest ü viran
Maktul olup serâser ashâb-ı âli zîşan Yektârev oldu ol meh çün âfitâb-ı rahşan
Her yandan etti savlet hınzır-veş Yezidan Sertâbepâ vücudun zahm eyleyüp kızıl kan
Düştü Hüseyn altından sahra-i Kerbelâ’ya Cibril var haber ver Sultan’ı Enbiyâ’ya 24.12.2009 E-Posta: alioktay@alioktay. net |