Basından Seçmeler |
Denizde birşeyler oluyor
Sahİden, Deniz’de bir şeyler oluyor. Türkiye’nin üç tarafı denizlerle çevrili, ama olanların o denizlerle bir alakası yok, tabii ki kastettiğimiz; Deniz Kuvvetleri’nde.. Denizciliğin çok ileri olması gereken canım ülkemde, denizcilikte ticari ve askeri anlamda bir başarıya pek rastlayamıyoruz ne yazık ki. Buna ait de bir çaba şimdilik pek göze çarpmıyor. Hiç Türkiye’nin Deniz Kuvvetleri’nde teknolojilerin, tekniklerin ilerletilmesine dair bir haber hatırlıyor musunuz? Siz hiç bu Kuvveti’mizde, denizcilik alanında yeni bir proje, araştırma, Ar-Ge vb. duydunuz mu? Ben duymadım... Bazı teknolojiler alınmaya çalışılıyor ama onda da ihaleye fesat karıştırma iddiaları aldı yürüdü ortaya, bir amirali dahi mahkum ettirmişti bu iddiaların birisi... Ama oraya ait duyduğumuz; “darbe günlükleri”ne yansımış olan darbe hazırlığı çalışmalarını duyduk. (Bir denizcinin bu seyir defteri ki, Alper Görmüş gibi değerli bir gazetecinin gayretleriyle çıkan Nokta Dergisi’nin hayatına bile mal olmuştu. Tutankamon mübarek!) Denizcilerden Dursun Çiçek gibi bazı albayların sadece Deniz Kuvvetleri bünyesinde değil, Genelkurmay içerisinde de darbe planları yapma, eylem planları hazırlamayla meşgul oldukları haberleri cümle aleme ün oldu. Deniz Kuvvetleri’yle ilgili bir de Kafes Eylem Planı var ki akıllara ziyan..! Ülke kurtarma (!) işi Denizcilerin bazılarını kendi yapmaları gereken işlerden alıkoyuyor anlaşılan... (Görevini hakkıyla yapmaya çalışanları ise tenzih ederim.) Deniz sahasında bir de “Amirallere Suikast” davası var ki iyiden iyiye mideleri ve kafaları bulandırmaya başladı. Davayla ilgili olarak hakkında “yakalama emri” çıkartılan Deniz Yarbay Ali Tatar intihar etti. Polisleri kapısında gören Yarbay’ın “hazırlanmak için izin aldığı ve evinin banyosuna giderek intihar ettiği” söyleniyor. Gerçekten öyle mi? Ve Denizciler arasında bu kaçıncı intihar? Daha önce Bedrettin Dalan’a ait Poyrazköy’de ele geçirilen belgelere dayanılarak “yasadışı silahlı örgüt üyesi” olmaktan tutuklanmış olan bu subay, bir de “Amirallere Suikast” davası için çağrıldığında neden intihar yolunu seçsin ki? Bu subayın gerçekten intihar ettiğin varsayarsak; böyle birisi, hukuka gerçekleri anlatmaktansa neden kendisini ortadan kaldırmayı tercih etmişti? (Albay Abdülkerim Kırcı’nın intiharında da bu soru sorulmuştu ve aynı soruyu Abdülkadir Aygan’a sormuştum yakın zamanda.. Onu ise başka bir zaman ele alırız artık. Fakat şimdilik Tarhan Erdem’in konuyla ilgili bir TV kanalındaki yorumuna yer vermekle yetineyim: “Son zamanlarda intihar eden subaylardan bir kısmı amirini ele vermemek için intihar etti mutlaka. Biri psikolojik olarak yapmış olabilir, biri kendi suçlu görüneceği için yapmış olabilir. Fakat bir ya da bir kaçı emir - komuta zinciri içerisinde yaptıkları işlerden dolayı komutanını ele vermeyi gururuna yediremediği için intihar etmiştir.”
SIR DOLU İNTİHARLAR DİZİSİ Deniz Kuvvetleri’nde intiharlar bununla sınırlı değil; Deniz Albay Birol Atakan, Hâkim Yarbay Tanju Ünal, Tabip Yarbay Nursal Gedik, Yüzbaşı Olgun Vural, Deniz Albay Belgütay Varımlı... Deniz Kuvvetleri’nde daha hangi intiharlar oldu bilmiyoruz ama intihar deyince bir de Özel Harekât Daire Başkanı Behçet Oktay’ın intiharı akla geliyor... Deniz Kuvvetleri’nde bir şeyler olurken, denizin üzerinde en acayip şeylerinden birisi oldu; Toprağın altından askerî LAW silahları ve el bombaları fışkırırken, bunlara basın karşısında adi soba borusu muamelesi yapan, Deniz Kuvvetleri’ndeki bunca çalkantıyı ve dalgalanmayı gören ama müdahale etmeyen Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, Trabzon’da Oruçreis Firkateyni’nde arkasına kuvvet komutanlarını alarak bir dizi açıklamalar yaptı. Açıklamalarında Başbuğ; siyasetçilere, akademisyenlere ve biz medyaya bazı talimatlarda bulundu ve kendimizi düzeltmemiz adına bazı emirler verdi. Her eleştiride bir hakikat payı vardır deyip oradan çıkarılacak dersleri almak lazım!... Genelkurmay’ın bünyesinde olan Deniz Kuvvetleri’nde bunca olaylar yaşanırken, ordu içerisinde çok derin demokrasiyi hazım, hukuka riayet sıkıntıları yaşanırken... İnsanın ister istemez, “İnsan önce kendi kusurlarını düzeltmeye bakmalı...” diyesi geliyor. Çünkü çok vahim bir durum olur; insan gözündeki merteği görmeyip de el gözünde çöp aramaya kalktığında çok büyük arızalar doğabilir. Zira istenecek en son şey Türk ordusunun yıpranmasıdır. Ordusu düzgün ve ehil iken, bu Türk milleti de başarılı olmuş, ordusu -Yeniçeri’de olduğu gibi- yozlaştıkça devleti de tepetaklak olmuş... Ordumuzun iyiliği demek, insanımızın ve devletimizin iyiliği demek; o yüzden de ordumuz iyi olsun diyoruz!
Ramazan Kerpeten Zaman, 23.12.2009 |
24.12.2009 |
İki Avrupa ve Türkiye
AslInda kabaca iki Avrupa’dan bahsedebiliriz. Birincisi merkezine barışı alan, değerler üzerinden kurulmuş ve küresel ölçekte istikrar ve kalkınmaya katkı sağlayan Avrupa. Bu Avrupa birey eksenli çoğulcu yönetim ve hukuk modelleriyle ulus-devletleri dönüştürmeyi hedefliyor. AB’yi kuran değerler gözlüğü ile bakıldığında ekonomi ve dış politika barışın hizmetinde ve barış için risk alabilen bir kurgudan bahsediyoruz. Son tahlilde heyecan uyandıran bir proje söz konusu. Ancak son dönemde Anayasa, AB Başkanı ve Dışişleri Bakanı seçimleri süreçlerine bakıldığında farklı bir Avrupa imajı karşımıza çıkıyor. Bu Avrupa oldukça heyecansız, durağan, inisiyatif alamayan ve kendi sığınağı içinde kalmayı tercih eden bir görüntü veriyor. Birliğe Başkan ve Dışişleri Bakanı seçim süreçlerini, AB standartları içinde hayal kırıklığı düzeyinde gerçekleştiren tam da bu Avrupa. Aynı Avrupa dış politikada bekle ve gör taktiği izliyor. Krizler ve hatta savaşlar karşısında bile konuşmayı ve beklemeyi tercih ediyor.
İKİLİ BRÜKSEL İMAJI İkili AB imajı büyük oranda AB’nin kuruluş ilke ve hedeflerinden görece sapmalarla ortaya çıkıyor. AB üyelik sürecinde olmayan ülkelere vize kolaylıkları tanınırken, süreç içerisinde yer alan bir ülkeye aynı konuda farklı davranılması çokça vurgulanan AB değerlerini tartışmalı hale getiriyor. AB projesi bir anlamda Avrupa siyasal düşüncesinde merkezi pozisyona sahip kendinden olmayana düşmanlık üzerinden gelişen aşırı milliyetçiliğe son verme girişimidir. Bu bağlamda insanlığa iki dünya savaşı hediye eden anlayış için aynı dönemde ortaya çıkan iki esere bakmak yeterli. Makyavelli tarafından yazılan Prens ve Kınalızade tarafından yazılan Ahlâk-ı Alâî 16. yüzyılda ortaya çıkan birbirine paralel konuları ele alan iki çalışma. Her iki kitap hükümdara tavsiyelerde bulunan birer siyasetname niteliği taşıyor. Makyavelli’nin tarihten ve yaşadığı dönemden verdiği örnekler ve tavsiyeler, sınırlı Avrupa tarihi bağlamından beslenmekte. Kınalızade ise kitabında Aristo ve Eflatun’a yaptığı göndermelerle sürekliliğe ve kuşatıcı bir zihniyete işaret ediyor. Geçen zaman içinde, Avrupa’nın düşünsel kökenlerini sadece Hıristiyan-Yahudi geleneğine dayandıran anlayışa, AB projesi ile ince ayar yapılmaya çalışıldı. Avrupa coğrafyası bu proje ile çok merkezli ve çok kültürlü bir “Avrupalıların Cumhuriyeti” imkânını yakaladı. Ancak ekonomiyi merkeze alan Anayasa ve kültürel çifte standart uygulamaları Makyavelli’nin Prensine geri dönüşü çağrıştırıyor. (...) Birinci Avrupa, Türkiye’nin rolünü ve önemini anlıyor. Türkiye gücünün sınırlarının farkında ve limitlerini biliyor. Ancak sınırlı imkânlarına rağmen tam anlamıyla küresel bir gündeme sahip. Zihin ufku sınırlı diğer Avrupa’nın Türkiye algısı ve politikaları sorunlu.
Bülent Aras, Sabah, 23.12.2009 |
24.12.2009 |