Aile-Sağlık |
ELEKTROMANYETİK HASTA EDİYOR Prof. Dr. Selim Şeker, yüksek düzeydeki elektromanyetik enerjinin insanlarda kısa vadede baş ağrısı, göz yanması, yorgunluk, halsizlik, baş dönmesi ve gece uykusuzluğuna, uzun vadede ise hücre yapısı ile bağışıklık sisteminin zarar görmesine sebep olduğunu söyledi. Boğaziçi Üniversitesi Elektrik-Elektronik Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Selim Şeker, ‘’Yüksek düzeydeki elektromanyetik enerji insanlarda kısa vadede baş ağrısı, göz yanması, yorgunluk, halsizlik, baş dönmesi ve gece uykusuzluğuna, uzun vadede ise moleküler ve kimyasal bağlar, hücre yapısı ile bağışıklık sisteminin zarar görmesine neden oluyor’’ dedi. Marmaris Turizm ve Çevre Gönüllüleri Grubu’nca bir otelin toplantı salonunda düzenlenen konferansta konuşan Prof. Dr. Şeker, elektromanyetik enerjinin insanlar ve cihazlar üzerindeki etkilerini anlattı. Yüksek düzeydeki elektromanyetik sinyallerin hayvanları olumsuz etkilediğini ifade eden Şeker, şöyle konuştu: ‘’Normal şartlar altında arılar ve kuşlar kendi aralarında haberleşiyor. Bu ortama siz o hayvanların yaydığından bin kat daha fazla sinyal verirseniz, sinyal seviyesini yükseltirseniz hayvanlar haberleşemez. Arılar kovandan çıkar ve yoğun manyetik alanın bulunduğu bir bölgeden geçerse kovanla haberleşemez. Kuşlarla ilgili yapılan bir çalışma göstermiştir ki serçeler ve güvercinler baz istasyonlarından kaçıyor, baz istasyonları kaldırıldığında geri geliyor. Dikkat edin, baz istasyonlarının olduğu yerde kuşları fazla göremezsiniz.’’ Yüksek düzeydeki elektromanyetik enerjinin kısa vadede hissedilen etkilerinin baş ağrısı, göz yanması, yorgunluk, halsizlik, baş dönmesi ve gece uykusuzlukları olduğuna işaret eden Şeker, uzun vadede hissedilen etkilerinin ise moleküler ve kimyasal bağlar, hücre yapısı ile bağışıklık sisteminin zarar görmesi olduğunu söyledi. Şeker, elektromanyetik enerjiye maruz kalan insanların vücut ısısında bazı parametrelere bağlı olarak hastalık olmadığı halde 0,5 ile 2 derece arasında artış meydana geldiğini, bu durumun tabiî dengeyi bozduğunu kaydetti. |
24.12.2009 |
Yumurta tüketimini abartmayın Çukurova Üniversitesi (ÇÜ) Tıp Fakültesi Kalp ve Damar Cerrahisi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Şah Topçuoğlu, bir bilim adamının ‘yumurta tüketmeyin’ dediği hastalardan özür dilemesinin yanlış anlaşıldığını, birçok kişinin yumurta tüketimini abartmaya başladığını bildirdi. Yumurtanın, mineral ve vitamin açısından zengin olduğunu, kişiye tokluk hissi vermesi dolayısıyla diyetlerde bile önerildiğini, çocukların zekâ gelişimindeki vazgeçilmezliğinin yanı sıra yetişkinler için de tüketilmesinin zorunlu olduğunu ifade eden Prof. Dr. Topçuoğlu, şunları söyledi: ‘’Ancak, tek sorun yumurtanın kolesterolü. Kolesterol, yaşam için gerekli olan mum kıvamında yağımsı bir maddedir. Kolesterol, beyin, sinirler, kalp, bağırsaklar, kaslar, karaciğer başta olmak üzere tüm vücutta yaygın olarak bulunur. Vücut kolesterolü kullanarak hormon, D vitamini ve yağları sindiren safra asitlerini üretir. Bu işlemler için kanda çok az miktarda kolesterol bulunması yeterlidir. Kolesterol kanda fazla miktarda bulunduğunda ise bu kan damarlarında birikir ve damarların sertleşmesine ve daralmasına yol açar. Bu durumda başta kalp olmak üzere damarlar vücuda kan pompalama görevini yerine getirmekte zorlanır.’’ Çocuk, ergen ve yetişkinlerin kolesterol ya da alerji gibi herhangi bir sağlık sorunları yoksa günde en az bir yumurta mutlaka yemesini tavsiye eden Prof. Dr. Topçuoğlu, kolesterolü biraz yüksek olanların haftada 2 ya da en fazla 3 kolesterolü çok yüksek olanlara ise yumurtayı önermediklerini belirtti. |
24.12.2009 |
Obsesyonlar çocuklukta başlıyor ERCİYES Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk ve Ergen Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı Başkanı Yrd. Doç. Dr. Didem Behice Öztop, ‘’Yapılan çalışmalarda, obsesif-kompulsif bozukluğu bulunan erişkin hastaların 1/2 ile 1/3’ünde belirtilerin başlangıcının çocukluk yılları olduğu ileri sürülmektedir’’ dedi. Tekrarlayıcı biçimde zihni meşgul eden, kaygıyı arttıran düşüncelere ‘’obsesyon’’, bu kaygıyı gidermek için yapılan, tekrarlayıcı, durdurulması zor hareketlere de ‘’kompulsiyon’’ deniyor. Obsesif-kompulsif bozukluğun, biyolojik temelleri olan nöropsikiyatrik bir hastalık olduğunu belirten Öztop, şöyle devam etti: ‘’Yapılan çalışmalarda, obsesif-kompulsif bozukluğun çocuk ve ergenlerde ortalama başlangıç yaşının 10-11 yaş olduğu, cinsiyetler arasında dağılıma bakıldığında ise ergenlik öncesi erkeklerde daha fazla, ergenlikle birlikte erkek ve kızlarda eşit oranda görüldüğü bildirilmektedir. Erkeklerde ergenlik öncesi dönemde başlama eğilimi ve eşlik eden tik semptomları, nörolojik bulgular ve diğer psikiyatrik bozukluklar daha fazlayken, kızlarda ise ergenlik döneminde başlama daha sık ve eşlik eden korku belirtileri ve depresif bozukluklar daha fazladır.’’ Çocuklarda en çok görülen obsesyonların (saplantı), ‘’kirlilik, hastalık bulaşacağı düşüncesi, kötü bir şey olacak düşüncesi, birinin öleceği veya hastalanacağı korkusu, simetri, cinsel muhtevalı düşünceler, yasak veya şiddet içeren düşünceler, anlatma, sorma, onaylatma ihtiyacı’’ olduğunu ifade eden Öztop, ‘’Sık rastlanılan kompulsiyonlar ise yıkama, kontrol etme, düzenleme, sıralama, sayma, dokunma, tekrarlama, biriktirme, tekrar tekrar düşünmedir. Meselâ bir kişinin ellerinin temiz olduğu bilmesine rağmen pis olduğunu düşünmesi ‘obsesyon’, bu düşünceden kurtulmak için gereksiz yere ellerini yıkaması ise ‘kompulsiyondur’’ dedi. Ev ortamında bozukluk belirtilerinin daha ağır düzeyde yaşandığına dikkati çeken Öztop, bozukluğun belirtilerini saklayan çocuklarda öfke patlamaları, okul başarısında düşme, yemek seçme ve cilt lezyonlarının daha ön planda olabileceğini anlattı. |
24.12.2009 |
Bal ye, vücudun direncini arttır ÇANAKKALE Arı Yetiştiricileri Birliği Başkanı Cahit İleri, domuz gribi virüsüyle mücadelede arı ürünleri kullanılarak vücut direncinin arttırılabileceğini söyledi. Domuz gribiyle mücadelede arı ürünlerinin kullanımına dikkati çeken İleri, arı ürünlerinden en başta balın, dengeli beslenmede birçok faydalı madde içerdiğini kaydetti. Arı sütünün hücre yenileme, yaşlanmayı geciktirme özelliği bulunduğuna, vücuda dinçlik vermesiyle tanınan en kuvvetli gıda olduğuna işaret eden İleri, polenin bol vitamin, protein ve enzim içermesiyle ‘’mu'cize gıda maddesi’’ olarak insanlara yarar sağladığını ifade etti. İleri, bu ürünlerin vücudun ağırlığına ve yaşa göre belli dozlarda kullanılması halinde vücuda giren virüs ve mikropları yok ettiğini bildirdi. Domuz gribiyle mücadelede aşı olunsun olunmasın arı ürünleri kullanılarak vücudun direncinin arttırabileceğini ifade eden İleri, bunun ‘’apiterapi’’ yoluyla korunma yöntemi olduğunu kaydetti. Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) Sağlık Uygulama ve Araştırma Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Alper Şener, bal gibi karbonhidrat muhtevası yoğun olan besinlerin tek başına virütik hastalığı engelleyemeyeceğini ancak bağışıklık sistemini kuvvetlendiren etkisinin de yadırganamayacağını kaydetti. |
24.12.2009 |
Bir saniyede kansız anjiyo HACETTEPE Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Muşturay Karçaaltıncaba, dirsekten toplardamara ilâç verilerek gerçekleştirilen ‘’kansız anjiyo’’ nun süresini bir saniyenin altına radyasyon etkisini ise 10’da 1 oranında düşürdüklerini söyledi. Doç. Dr. Karçaaltıncaba, halk arasında ‘’kansız anjiyo’’ olarak bilinen ‘’koroner bilgisayarlı tomografi anjiyo’’ yönteminde son zamanlarda önemli gelişmeler olduğunu bildirdi. Yöntemin bütün dünyada 2000, Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde ise 2003’den beri uygulandığını anlatan Karçaaltıncaba, bölümde yılda ortalama iki bin, altı yılda ise toplam 10 bin hastaya kansız anjiyo yaptıklarını söyledi. Karçaaltıncaba, ‘’Dünyada bu alanda en fazla tecrübeye sahip merkezlerden biriyiz’’ dedi. Yaygın yöntemde hastanın kasığından atardamarına kateter yerleştirildiği için buna bağlı kanama riski ortaya çıkabildiğini, hastaların en fazla çekindiği hususlardan birinin de bu olduğunu kaydeden Karçaaltıncaba, dirsekten toplardamara ilâç verilerek yapılan ‘’kansız anjiyo’’ da ise kanama riski olmadığını kaydetti. Karçaaltıncaba, ancak ‘’kansız anjiyo’’nun yaygın yöntemin bir alternatifi olmadığına dikkati çekti. |
24.12.2009 |
Civalı termometrenin satışı durduruldu SAĞLIK Bakanlığı İlaç ve Eczacılık Genel Müdürlüğü, vücut sıcaklığını ölçmede kullanılan civalı termometrelerin piyasaya arzını ‘’sağlık ve güvenlik açısından tehlike oluşturduğu’’ gerekçesiyle durdurdu. Cıva içeren ‘’klinik termometrelerin-beden dereceleri’’ piyasaya arzının durdurulduğu, YÖK ve Millî Eğitim Bakanlığının yanı sıra ilgili bakanlık ve kurumlara birer duyuruyla bildirildi. Duyuruda, tıbbî cihazlar uyarı sistemini yürüten Sağlık Bakanlığına, cıvalı termometreler ile ilgili meydana gelen muhtelif olumsuz olayların bildiriminin yapıldığı belirtildi. Gümüş renkte, akışkan, parlak ve kokusuz bir element olan cıvayı içeren camdan termometrelerin, darbe, düşme ve çarpmalara karşı dayanıklı olmadığı, bunların kırılması halinde açığa çıkan cıvanın oda ısısında kolayca buharlaşabildiği vurgulandı. Cıvalı termometrelerin hastalar, sağlık personeli, okul laboratuvarlarındaki öğrenci ve öğretmenlerle üçüncü kişilerin sağlık ve güvenliği açısından tehlike oluşturduğuna dikkat çekilen duyuruda, ‘’cıva içeren termometrelerin piyasaya arzının ihtiyaten durdurulduğu, stoklarda, satış ve dağıtım zincirinde bulunan ve son kullanıcıya henüz sunulmayanların imalat veya ithalatçıları tarafından İl Sağlık Müdürlüğü görevlileri gözetiminde imha edilmesi’’ istendi. |
24.12.2009 |
Huzurevindeki yaşlılar depresyona karşı daha hassas ONDOKUZ Mayıs Üniversitesi (OMÜ) Samsun Sağlık Yüksekokulunca yapılan bir araştırma, huzurevinde kalan yaşlıların stres ve depresyona karşı daha hassas olduklarını ortaya koydu. OMÜ Samsun Sağlık Yüksekokulu Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. İlknur Avcı, Samsun Yaşlı Bakım ve Rehabilitasyon Merkezi’nde (Huzurevi) kalan yaşlılara yönelik çalışmada, burada kalanların stres ve depresyona karşı daha hassas olduklarını belirlediklerini söyledi. Yaşlılarda yaygınlığı yüksek bir bozukluk olan depresyonun sıklıkla kronik hastalıklarla birlikte görüldüğünü ifade eden Yrd. Doç. Dr. Avcı, şunları kaydetti: ‘’Huzurevinde kalan yaşlıların yüzde 62’si depresyon açısından risk taşımaktadır. Bu nedenle huzurevinde kalan yaşlılar için psikolojik danışmanlık ve rehberlik hizmetlerinin iyileştirilmesi, depresyon taramalarının rutinleştirilmesi gerekmektedir. Yaşlılar için, öğrenim durumlarına göre ilgilerini uyandırabilecek ve katılımlarını sağlayabilecek sosyal aktiviteler düzenlenmelidir. Yaşlılara psikolojik destek sağlanmalı, çalışan sağlık görevlilerin eşliğinde yaşlılar için sağlık eğitimi ve stres yönetimi programları uygulanmalıdır.’’ Huzurevine gelmeden önce eşiyle birlikte yaşayanların yüzde 53’nde çocukları ile yaşayanların ise yüzde 60’ında depresyon görülme ihtimalinin yüksek olduğunun belirlendiğini, Yrd. Doç. Dr. Avcı, tek başına yaşayan yaşlılarda da yüzde 73 gibi depresyon görülme ihtimali bulunduğunu söyledi. |
24.12.2009 |
Yeşilçay depresyonu önlüyor JAPON Thoku Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nün yürüttüğü çalışmanın sonucunda depresyona yakalanma riski bulunan 1058 hastanın yüzde 44’ünün yeşil çay içerek depresyona yakalanmaktan kurtulduğu belirtildi. Araştırmaya katılan erkeklerin yüzde 34’ünde, bayanların ise yüzde 39’nda yüksek depresyon riski bulunduğu ve bu hastalar arasında günde en az 4 bardak yeşil çay içenlerin depresyona yakalanmadığının görüldüğü açıklandı. Projeye katılan 488 katılımcı günde 4 bardak veya üstü yeşil çay içtiğini, 284 katılımcı ise günde 3 bardak yeşil çay içtiğini belirtti. Günde en az 3 ve üzeri yeşil çay içen hastaların daha az depresyona yakalandığı görüldü. Projenin başkanı Dr. Niu, yeşil çayın içerisinde beyin üzerinde yatıştırıcı özelliği bulunan Theanine bulundugu belirterek, “Projemiz yeşil çayın antidepresan etkisi olduğunu gösterdi” şeklinde konuştu. |
24.12.2009 |
Çayı çok sıcak içmeyin GÜMÜŞHANE İl Sağlık Müdür yardımcısı Op. Dr. Volkan Kara, çok sıcak çayın, yemek borusu kanserine yakalanma riskini arttırdığını söyledi. Op. Dr. Volkan Kara, yaptığı yazılı açıklamada yemek borusu kanserlerinin tedavi edilmediği takdirde ölümcül bir etkiye sahip olabileceğini kaydederek, çok sıcak sıvı tüketiminin sakıncaları konusunda uyarılarda bulundu. Yemek borusu kanserine çay gibi sıcak içeceklerin yanı sıra aşırı alkol, sigara, nitrat, nitrit, uyuşturucu kullanımı, salamura yiyeceklerindeki mantar toksinlerinin de sebep olacağını belirten Dr. Kara, “Günümüzdeki birçok kanser türü gibi yemek borusu kanseri de çevresel etkenlerle yakından ilişkilidir. Bunların başında sigara içmek yer alır. Özellikle alkol kullanımı ve aşırı sıcak içecekler de bu oranı daha fazla arttırıyor. Sık ve aşırı sıcak sıvı tüketimini en uygun seviyeye indirmemiz lâzım” dedi. Çayı ve kahveyi 70 dereceden sıcak içmenin kanser riskini 8 kat arttırdığını vurgulayan Dr. Kara, “Çayı ve kahveyi çok sıcak içmeyin. Sıcak içeceklerin yeterince soğumasını bekleyerek, yemek borusu kanserlerinde ciddî azalma sağlayabilirsiniz” diye konuştu. |
24.12.2009 |