Ali Rıza AYDIN |
|
Bilmek, ne güzel nimet |
Rabbimiz’in Kitabında: “Senin bize öğrettiğinden başka bilgimiz yoktur” deniyor.1 Demek, bilmek Mevlâmız’ın ihsanı! Elden geldiği kadar öğrenmeye gayret etmek her insanın görevi. Çünkü imanı bile, “Cenâb-ı Hak, kulunun kalbine, o kul cüz’î iradesini sarfettikten sonra koyuyor.”2 Öyle olunca: Cahil olmak Müslüman’a yakışmaz. Öğrenmenin zamanı, zemini, makamı, mekânı; yaşı, başı olmuyor. Yeter ki öğrenmek maksadıyla, açık tut solungaçları. Bugün birçok eğitim materyali, birçok kurum-kuruluş hazır hâlde duruyor; bizlere “buyur” diyor. Kitaplar, dergiler, CD’ler; eğitim veren filmler hizmete sunuluyor. İlgisizlik aklın kârı değil ki. Âyet-i Kerime’de: “İyiliği emret ve cahillerden yüz çevir”3 buyruluyor. “Yüz çevrilmiş” insanın hâlini sen bir düşün! Bilmeyen, öğrenim göremeyen, okumamış kimseye “cahil” kişi denilir. Bu hâldeki adamı Kur’ân bile yeriyor. Hiç başka çaresi yok: Cinsiyet gözetmeden cehalet yenilecek. Çünkü bizi Yaratan, “Oku!”4 emri veriyor. Cahilliğe düşüp de, “cahil” kalmak olur mu? Ruhun gılafı bedenden ilel-ebed mes’ulüz. Doğru yola götürmek, çalışıp “adam” etmek zimmetli görevimiz. Âhirette bunun da sorulacak hesabı. Ebu’d-Derda’nın (ra) rivayet ettiği bir hadiste Peygamberimiz (asm): “Ey Uveymir! Kıyâmet günü sana ‘Âlim miydin, cahil miydin?’ diye sorulduğunda hâlin ne olacak? Eğer ‘Âlimdim’ dersen sana, ‘Bildiğinle ne amel yaptın?’ diye sorulacak. ‘Cahildim’ dersen ‘Cahil kalmana mazeretin neydi? Neden ilim öğrenmedin?’ diye sorulacak”5 buyurmaktadır. “Cehl” ile “cehalet” lügatta aynı mânâ. Yalnız, arasındaki fark: “Cehl” kişinin inanç, söz ve davranışıyla ilgili bilgisizliği; “cehalet”de, dışta kalan durumlar. Meselâ: Bir kimsenin, namaz kılarken konuşmanın namazı bozacağını bilmemesi cehl; satın aldığı eşyanın ne işe yaradığını bilmemesi ise, cehalettir. Dinde de, dünyada da ilerlemek, gelişmek; ilimde, bilimde, marifette, san’atta yani, cahil olmamakta “hedef” koymak gerekir. Cehaleti içtimâî hayatın düşmanı olarak gören Bediüzzaman: “Bizim düşmanımız cehâlet, zaruret, ihtilâftır. Bu üç düşmana karşı san’at, marifet, ittifak silâhıyla cihad edeceğiz” 6 yorumuyla, bunların, toplumumuzdan mutlaka uzaklaştırılması gerektiğinin altını çiziyor. Öyle ya! Sınâî, ticârî her türlü iktisâdî kalkınmanın yolu bilgiden, ilgiden, iradeden geçiyor. Yoksa, “yokluk mertliği bozuyor.” Zayıf düşen topluma kartallar çullanıyor. Eziyor, üzüyor; “nân”e muhtâc ediyor. Arkasından başlıyor kavgalar, gürültüler. Bu, aile ölçeğinde de böyle, ülkeler arası dengelerde de... “Dünya herkese terakkî dünyası olsun da, yalnız bizim için tedennî dünyası olsun, öyle mi?” 7 Yani herkes ay’a, biz yaya! Akıl alır şey değil. Mü’minin yarınları, dünden farklı olmalı. İlim, bilim, irfanla genç dimağlar dolmalı. Ne dolması? Taşmalı. İnşaallah, hedefe ulaşmalı…
Dipnotlar:
1- Bakara Sûresi, 32. 2- Said Nursî, İşârâtü’l-İ’câz, 44. 3- A’raf Sûresi, 199. 4- Alak Sûresi, 1. 5- Câmiü’s-Sağîr, 4: 1353 (İbni Asakir) 6- Said Nursî, Divan-ı Harb-i Örfi, 19. 7- Said Nursî, Münâzarât, 87. 24.12.2009 E-Posta: [email protected] |
Önceki Yazıları |