Umut YAVUZ |
|
Davutoğlu dönemi ve dış politikamız |
Geride bırakmak üzere olduğumuz 2009 yılının Mayıs ayına hükümet değişikliğiyle giren Türkiye’de Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı olan eski Dışişleri Bakanı Ali Babacan’dan boşalan koltuğa, uzun dönemdir dış politikadaki çalışmalarıyla tanınan Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu oturdu. Davutoğlu, “Stratejik derinlik” ve “komşularla sıfır problem” gibi terimleri Türkiye’nin gündemine kazandırdı. 2009 Mayıs ayından şimdi son günlerini yaşadığımız Aralık ayına kadar geçen sürede, Davutoğlu’nun hareketli ve başarılı bir dış politika çizgisi tutturduğu söylenebilir. En azından alışılagelmiş dış politikadan ziyade, kendine has üslûbunu ve bakış açısını yansıttığı ortada. Şimdi bu altı aylık dönemde yaşanan bazı önemli gelişmeleri hatırlatalım. Böylece Davutoğlu’nun performansını daha yakından müşahade etmiş oluruz. Davutoğlu 2 Mayıs’ta düzenlenen bir törenle Ali Babacan’dan görevi devraldı. Dışişleri Bakanı Davutoğlu, bakanlık görevini devralmasının ardından, dört gün geçmeden ilk yurt dışı seyahatini KKTC’ye yaptı. Böylece önünde bulunan ve çözülmesi gereken problemler zincirinin en önemli halkasının Kıbrıs meselesi olduğu anlaşılıyordu. Daha sonra ise Türkiye, bir ay sürecek BM Güvenlik Konseyi Dönem Başkanlığını 1 Haziran'da üstlendi. Davutoğlu, BM Güvenlik Konseyinde düzenlenen ilk resmî toplantıya dönem başkanı olarak başkanlık etmesinin ardından, Türkevinde düzenlediği basın toplantısında, “Türkiye olarak biz Doğu-Batı, Kuzey-Güney hangi coğrafyada ya da hangi kültürler, ekonomik yapılar arasında olursa olsun hiçbir gerilimin tarafı değiliz ve bu gerilimlerin aşılabilmesi için de elimizden geleni yapmaya devam edeceğiz” dedi. Bu mesaj Türkiye’nin bundan böyle izleyeceği dış politikanın rengini belli ediyordu. Barışçıl, tarafsız ve çözüm odaklı dış siyaset... Temmuz ve Ağustos aylarında dış politikada çok önemli gelişmeler yaşandı. Bilhassa, Ağustos ayının son gününde Türkiye ile Ermenistan arasındaki ilişkilerin normalleştirilmesine yönelik İsviçre’nin arabuluculuğunda parafe edilen protokoller büyük tartışmalara yol açtı. Türkiye ve Ermenistan’ın, İsviçre’nin arabuluculuğuyla “Diplomatik İlişkilerin Tesisi Protokolü” ile “İkili İlişkilerin Geliştirilmesi Protokolü”ne dair iç siyasî istişarelerini başlatma hususunda mutabakata vardığı şeklindeki ortak açıklamanın ardından, iki ülke arasında uzun süredir yaşanan gerginliğin azaltılması yönünde çabaların arttığı gözlendi. Bu adım, Ermenistan’la yıllardır yaşadığımız problemlerin çözümünde atılmış en cesur adımlardan biriydi. Ancak aynı zamanda müzmin kardeş ülke Azerbaycan’ı da bir o kadar öfkelendirmiş ve tepkisine yol açmıştı. Daha sonra Azeriler de bazı verilen teminatlarla sakinleştirildi, fakat bu protokol sürecinin nereye gideceği sorusu hâli hazırda bir muamma olarak varlığını sürdürüyor. Eylül ve Ekim aylarında en çok konuşulan konular arasında, yine Ermenistan ile ilişkilerin normalleştirilmesi süreci ile Irak ve Suriye de dahil olmak üzere komşularla izlenen sıfır sorun politikası bulunuyordu. Komşularımızla sıfır sorun politikası bir yandan devam ederken, yıllarca İslâm dünyasının rağmına, müttefik olarak gördüğümüz İsrail ile gergin günler yaşanmaya başladı. Başta Anadolu Kartalı Tatbikatının uluslar arası bölümünün ertelenmesinin ardından, İsrail ile ilişkilerde TRT’deki “Ayrılık” dizisi sebebiyle yeni bir soğuk hava esmeye başladı. Bu arada Ermenistan ile ilişkilerin düzeltilmesine yönelik adımlardan rahatsız olan Azerbaycan’dan gelen tepkilerin dozu iyiden iyiye artıyordu. Bunun üzerine Davutoğlu, Türkiye için Azerbaycan topraklarının işgal altından kurtarılması konusunun en temel millî meselelerinin başında geldiğini belirterek, “Eski bir Türk deyişiyle gök yere inse Türkiye’nin bu pozisyonu değişmez” dedi. Böylece Azeriler teskin edildi. 2009 yılının son iki ayında ise İsrail ile ilişkilerdeki soğukluk çeşitli gelişmeler ve etkenler sebebiyle daha da artarken, komşularla ve komşu bölgelerle ilişkilerin geliştirilmesi, İran’ın nükleer enerji sorunu, ABD ve AB ile ilişkiler gündemde yer alan konular oldu. Ve tabiî bir de Afganistan'a ek asker gönderme meselesi var... Geride kalan altı aylık Davutoğlu dönemine genel olarak baktığımızda ise, özellikle İslâm dünyası ile olan ilişkilerde daha aktif bir siyaset izlendiğini söylemek de mümkündür. Bu durum Avrupa ve ABD’deki dış siyaset uzmanlarının büyük bir bölümünde “Türkiye Batı’ya sırtını döndü ve bundan böyle yüzünü Doğu’ya çevirdi” yorumlarına sebep oldu. Başbakan Erdoğan son günlerde yaptığı bir açıklamada ise, Türkiye’nin takındığı bu yeni pozisyonu “esasında olması gerekene dönüş” olarak tanımladı. Bu altı aylık sürede ekilen tohumların nasıl filizleneceği ve 2010 yılında ne gibi sorunları yahut çözümleri doğuracağını ise önümüzdeki dönemde takip etmeye devam edeceğiz. 27.12.2009 E-Posta: [email protected] |