Şükrü BULUT |
|
Ahirzaman dinsizleri ırkçıları kullanıyor |
Bediüzzaman Hazretleri ırkçılık hastalığını “frengî” olarak niteliyor. 19. yüzyıldan itibaren başta Avrupa ve Asya olmak üzere dünya felâketini netice veren bu illetin geldiği coğrafyayı haber veren “frenk illeti” tanımı çok önemlidir. Çok ilginçtir ki, bu sosyal hastalığın “semavî dinlerle” irtibatı varmış gibi propaganda edilmiş olması, ırkçılığın hem mahiyetini ve hem de neticelerini zihinlerde karıştırmıştır. 20. yüzyıl bolşevizminin köklerine indiğinizde, ırkçı dinsiz feylesofların tezleriyle karşılaşırsınız. Kemalizmde de aynı şeyi görürsünüz. Kemalist devletin hazırlık aşamasını incelediğinizde ırkçı Batı kültürünün ileri karakolları vaziyetindeki Selanik ve Manastır'ın bu sürece büyük katkılarını müşahhas örnekleriyle müşahede edebilirsiniz. Söz konusu ırkçı kültürü neşreden yüze yakın gazete ve dergi neşredilir o günlerde. Hatta birçoğu Batı dillerinde. Balkanlar’dan payitahta doğru akan bu kültürün neticesinde İstanbul'da vuku bulan kültürel meydan savaşları çok önemlidir. Daha doğrusu Kemalizmin ön hazırlığını dikkatlice incelediğinizde, nasıl “ırkçılık üzerine” bina edildiğini gayet rahatlıkla anlarsınız. Osmanlı bakiyesi coğrafyadaki ırkçılığın dinlerle çatışması, çok uzun ve geniş çalışmaların konusudur. Yalnız burada, bu habîs illetin Arap dünyasındaki etkilerine kısaca bakmakta büyük fayda var. Henüz İngilizlerin işgalinde iken yaygın kültürle Arap gençliğine aşılanan bu hastalığın asıl belirtileri, bu coğrafyanın kısmî bağımsızlığa kavuştuğu zamandan sonra ortaya çıkar. Mısır, Lübnan, Tunus ve Irak'taki siyasî yapılanmaların da Anadolu'da olduğu gibi “Arap ırkçılığı” üzerine bina edildiğini Baas rejimiyle herkes müşahede edebilir. Baasçıların, Kemalistlerin ve Fars milliyetçilerinin temelde daha çok İslâmiyete düşman olmaları, ırkçılık hastalığının ortak bir neticesi olsa gerek. Günümüze gelince… İsterseniz önce Batıda olup bitene göz atalım. Meşhur komplo teorisyeni Samuel Huntington'un “Doğu-Batı çatışması” global bir ırkçılık tezi üzerine oturmalıydı. Üstün ırkların meydana getirdiği üstün Batı kültürünü Asyalıların üzerine saldırtan bu düşüncenin temelinde yine ırkçılık önemli yer tutuyordu. 11 Eylül’ün doğurduğu neocon orijinli siyasetçilerin belirgin iki özelliği ortaya çıkıyor: Birisi semavî dinlerle aralarına koydukları mesafe ile o dinleri cemiyeti hayatından silme çabaları. İkincisi ise ırkçılık. Sarkozy'nin eski sömürge valileri edasıyla Afrikalılara posta koyması da, Angela Merkel'in ülkedeki bütün Asya kökenlileri “Leit Kultur”a (hakim kültüre) biata çağırması da ırkçılık dışında ne ile izah edilebilir ki… Avusturya'daki İslâm karşıtı seslerin, Hollandalı fitnekârın, İsviçre'deki referandumun ve Belçika'da zaman zaman ortaya çıkan İslâmofobi hareketlerin kaynağında dinsizlerin ırkçılığı kullanmaları yatıyor, kanaatindeyiz. Bilhassa Avrupa çıkışlı ahirzaman dinsizliğinin kendisini tutamayarak “Hıristiyanlık değer ve sembollerine de” saldırması, bu saldırgan dinsiz hareketi ele veriyor. Hindistan, Uzakdoğu ülkeleri ve hatta gayr-ı müslim Afrika kültürünü zenginliğe katkıda bulunan “çeşni” kabul edenlerin “semavî dinlere” tahammülsüzlüğü, ortada salt bir ırkçılık hastalığından ziyade bir “imansızlık ve saldırgan dinsizlik” illetinin var olduğunu dikkatli nazarlara gösteriyor. Bizde ise… Yirmi beş-otuz dil ve ırktan oluşmuş ve İslâm ortak paydasında ittifak etmiş bir coğrafyayı dinden soyutlamanın “ana aygıtı” olarak Türkçülüğün vatanımızda nasıl kullanıldığını tarih araştırmacıları ortaya koyacaktır. Hatta bazı tarikatların bile bu fikre nasıl itildiğini, sofimeşrep insanlardan nasıl “Türk ırkçıları” çıkarıldığını, zamanı güzelce yorumlayan tahliller hapimize gösterecektir. Fakat neticede, Devlet-i Âliyeden adeta intikam alma duygusuyla hareket edildiği kanaatine varıyoruz. Yüzde yetmişi gayr-i Türk olan bu vatandaki sair unsurları Türklere saldırtmak fikri, çok ince ayarlanmış bir tuzak değil mi? Global dinsizlik hareketinin imkân ve gayretleriyle otuz seneyi aşkındır yapılan çalışmaları Kürtlere mâletmeyi beceren Kemalistlerin hangi saik ile dağlara taşlara ırkçılık sloganları yazdıklarını sormamayı Türk milletine suikast olarak değerlendirenler elbette haklıdırlar. Dünyanın Ortadoğu’su sayılan Van, Bitlis ve Diyarbakır gibi vilâyetleri emniyetsizleştirip uluslar arası istihbarat örgütlerinin oyun alanı haline getirerek ve buradaki musîbetzede halkı da inciterek belli bir hedefe yürümek isteyenlerin; Avrupa ve Türkiye'deki dinsizler olduğunu inşaallah bütün Türkiye anlayacaktır. Türkiye'yi öten beri tek başına zaptedemeyen Kemalizmin, mütemâdiyen haricî unsurlardan yardım aldığı bir vakıâdır. Bu yardımı ister İngilizler, ister Troçki'nin bolşevikleri, ister Marksist ırkçı Kürtler, isterse neocon ve neoliberaller versin; bütün bu birliktelikler bir hakikati ortaya koyuyor. Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan insanlar İslâm ortak paydasında ittifak ederlerse, Kemalistler ister istemez devredışı kalacaklar. Ülkenin demokrasiye geçişini engellemek için var güçleriyle AB´ye karşı olanların kimliklerine iyi bakmamız gerekiyor: Sarkozy, Merkel, Kemalistler, gayr-i Kemalist ulusçular, neocon ve neoliberal uzantılı oluşumlar… İlle de geleneksel ve klâsik ırkçılık yapmaları gerekmiyor. Kültürel ırkçılık daha dehşetli, zalimâne, tahripkâr ve hattâ yok edici değil mi? 25.12.2009 E-Posta: [email protected] |