Nejat EREN |
|
“Sabitkadem” olmak ve istikamet çizgisinde kalmak |
“Sabitkadem olmak” ifadesi Nur’un birinci kâtiplerinden ve büyük sadakat ve istikamet kahramanlarından Hulusi Ağabeye ait bir ifadedir. Onu rahmetle yâd edip, o değerli zata büyük ışık ve rehber olan Risâle-i Nur Külliyatı ve aziz Üstadı bir derece zikredip, bu büyük deryalardan istifadeye çalışalım. Bu konuda bazı hissiyâtımızı birlikte paylaşmaya çalışalım. Yaşadığımız asırda ve içinde bulunduğumuz toplum ve şartlarda istikamette durabilmek ve “müsbet çizgide” devam edebilmek tam bir babayiğitlik istiyor. Bunun başarılabilmesi o kadar kolay bir konu değil. Başarabilmek için en başta; büyük bir gayret, ciddî bir mesai, derin bir tahkik ve araştırma gerekiyor. Arkasından; sağlam temellere dayanan bir ilim ve tecrübeye vukufiyet, çok iyi bir bilgi dağarcığı, güvenilir bir rehberi bulup takip etme kaçınılmazlığı geliyor. Dahası; sarsılmaz bir irade, tahammül gücü yüksek bir sabır lâzım. Daha sonra da vazgeçilmez bir bilgi birikimi ve tecrübe gelir. En sonunda da muhakemeli bir mantık ve teennî, itidal ve kapsamlı bir duruş ve tavır ortaya koymaya kesin ihtiyaç var. Bütün bunları başarmazsak; yani “sabitkadem olup”, istikamette olamazsak o zaman hayatın bir gayesi ve neticesi de yok demektir. Çevremizde ve dünyada meydana gelen olayları doğru yorumlamayıp menfî şekilde etkilenmeden ayakta durmayı başarabilmek büyük ölçüde yukarıda sıralanan şartlara bağlıdır. Aksi takdirde, Allah korusun yanlışlar vadisine savrulmaktan kurtulamayız. Hayatımız adeta bir zindana dönüşüp, mânevî ızdırab ve cehennem girdaplarına yuvarlanır. Hâli hazırdaki toplumumuzun ve insanlığın hâli buna en güzel şahittir. Ahmaklık ve hezeyanların, her nev'î kötülüğün kol gezdiği, görünüşte süslü lâflarla insanların kandırıldığı bir ortamda, istikamette kalabilmenin en önemli yollarından birisi olaylara, derin bir tefekkür ve geniş bir ufuk açısından bakabilmeyi başarabilmektir. İmanın muhkem kalesinde durabilmek, itikatta “sâbit-kadem” olabilmenin tek ve değişmez yolu, ehl-i imanın imanına kuvvet vermek ve tuğyan gruplarının da kizb, hile ve hıdalarının (kandırmalarının) şiddetle karşısında durarak, insan olan insana ibret dersini verecek en münasip söz ve fikirleri bulup, bunları onların arasında yaymakla mümkün olur. Bunu başarabilmenin tek yolu da; tarihte olduğu gibi şimdi yine saadetin kaynağı olan manevî kitap ve rehberleri kalben tasdik edip, amellerimizle de onlara riâyet edip, uymaktır. Her şeyin “maddiyâtla” değerlendirildiği ve bu yanlış yargı ve hükümlerden dolayı da insanlığın her geçen gün büyük belâ ve musîbetlere dûçâr olduğu açık bir vakıadır. Bu gerçeğin–-ister istemez—kabullenilmesi lâzım ki bir arayış başlasın. Şu anda şaşkın beşerin, başındaki bunca ayıp, belâ ve musîbetten kurtuluş reçetesi ve çözüm yolu, çok kuvvetli ve etkileyici bir “tebliğ ve davet” yoluyla mümkündür. Tâ ki kendini mahveden bu stres ve çıkmazların defedilmesinin yollarından haberdar olabilsin. Ve bütün bunların tek kurtuluş reçetesi ve saadet kaynağının tevfîk-i Hüdâ’nın yoldaş olmasıyla mümkün olabileceğini idrak etsin. Bundan dolayıdır ki, bu manevi sorumluluğu üstlenenlerin; nerede bulunursa bulunsunlar Allah’ın lütfuyla kaynağından aldıkları mânevî iman derslerini dinletecek bir muhatap bulmaya çalışmaları ve hakikatı neşir yolunda acizliğine ve fakirliğine bakmayarak, arkasından alacağı duâlarla elinden gelen her çareye başvurup müteselli olması gerekiyor. Yoksa yalnız dünyevî vazifelerle uğraşmak, insanoğluna şimdiye kadar hiçbir saadet getirmediği gibi bundan sonra da getirmeyecek, aksine fıtratına tamamen ters ve olumsuz hareketler yaptığı için kat kat ceza ve belâlarla hayatı adeta bir zehire dönüşecektir. Her geçen günümüzün fena ve fâni yüzünün ruh ve gönül dünyalarımızda derin tortu ve sıkıntılar bırakmaması için; iş işten geçmeden bir şeyler yapmamız gerekiyor. Fevkalâde kabiliyetimiz olmayabilir. İstidatlarımız kısa, iktidarımız noksan olabilir. Bize düşen gücümüzün yettiği kadar, elimizden geldiği kadar halis bir niyetle “sabitkadem olarak” istikametle, doğru bildiğimiz yolda devam etmektir. Bu yolda kalabilmek, yürüyebilmek, mesafe kat etmek gerçekten kolay değildir. Fakat karşılığındaki mükâfat ve rahmeti düşündüğümüz zaman; menzil-i maksuda erişebilmek için başka yol ve çaremizin olmadığı da acı ve kesin bir gerçektir. Yoksa “sübjektif” ve “indî” mütalâa ve yorumlarla yanlış yollara savrulmak ve vebal altına girme tehlikesiyle karşılaşmamız kaçınılmazdır. Allah muhafaza etsin. (Âmin.) Bunun ilâcı ve merhemi ise, manevî haz kaynağı olan temel eserleri devamlı, dikkatli ve anlayarak okumak, okutmak, tefekkür etmek, okuduğunu hayata geçirmek ve en yakın çevresindeki dostlarından başlayarak o güzel hakikatleri hemcinsleriyle paylaşmaktır. Okumanın derin hazzını hayat boyunca devam ettirmek dilek ve temennisiyle. 25.12.2009 E-Posta: [email protected] |