Kazım GÜLEÇYÜZ |
|
Gül’ün din yorumu |
Cumhurbaşkanı Gül, Kuveyt yolunda gazetecilere yaptığı açıklamalarda, dikkat çekici bir değerlendirmede bulunmuş: “Eskiden dinî bağlar, gelenekler çok güçlü olunca, birlik beraberlik böyle sağlanıyordu. Modern dünyada zenginleştikçe, tahsil arttıkça, daha farklı değerlerin devreye girmesi gerekiyor. Bunlar demokratik değerlerdir.” (Sabah, 22.12.09) Hürriyet’e göre ise Gül, “Tarihte din bağı birçok sorunu çözerken, modern dünyada refah ve demokrasiyle sorunlara eğilmek gerekir” demiş. Bilindiği gibi, Gül, çıkış noktası “din adına siyaset iddiası” olan bir gelenekten geliyor. Kendisi harekete sonradan dahil olsa da, uzunca bir dönem öncü ve etkin kadroları içinde yer aldı. “Din adına siyaset iddiasının yanlış olduğunu 28 Şubat duvarına tosladığımızda anladık” özeleştirisini evvelce birkaç defa yazdığımız Gül’ün geldiği ve yukarıdaki beyanlarıyla ifade ettiği son durak ise, çok daha farklı bir yere işaret ediyor. Bu beyanlara göre Cumhurbaşkanı dinî bağ ve geleneklerin artık birlik beraberliği sağlayamaz hale geldiğini, onların yerini ekonomik gelişme ve demokratik değerlerin aldığını düşünüyor. Gül, zenginleşmeye, gelişmeye ve eğitim düzeyine bağlı olarak, toplumu bir arada tutacak değerlerin dinden ekonomi ve demokrasiye kaydığını belirtirken, en az bir buçuk asırdır devam eden derin bir tartışmayı yeniden alevlendiriyor. Din adına siyaset bahsini aşan bir tartışma bu. Burada ilginç olan, hem “dindar” kimliğiyle bilinen, hem de sorunların çözümünde dinin önemini vurgulayagelmiş olan Gül’ün, artık “Din yetmiyor, yeni çağda ekonomi ve demokrasi öne çıktı” söylemini seslendirme noktasına gelmesi. “Değişim”in geldiği en son aşama bu mu? Eğer öyle ise, Gül’le, ona sırf dindar kimliğinden dolayı “çağdaşlık ve modernite adına” karşı çıkanlar arasında ne fark var? Onlar da “Çağdaş toplumda dinin ağırlığı kalmadı” demiyorlar mı? Peki, din gerçekten toplumda birlik beraberliği sağlayacak bir ortak payda olmaktan çıktı mı? Şu bir vâkıa ki, dinden tecrit edilmiş laik eğitimin ve aynı çizgideki propaganda araçlarının etkisiyle dinden uzaklaşmış, dine lâkayd, hattâ karşı olan hatırı sayılır bir kesim oluşmuş durumda. Dine bağlı olan insanlarla dine inanmayanlar arasında dinin bir ortak payda olamayacağı açık. O zaman, onların birlikte yaşama zeminini oluşturacak kriter, Gül’ün vurguladığı “demokratik değerler” olabilir. Ama tek başına zenginleşme için aynı şeyi söylemek biraz zor. Hele servet dağılımı adaletsizse ve farklı gelir grupları arasında daha derin uçurumlara sebep oluyorsa... Öte yandan, büyük çoğunluğu teşkil eden “dine inananlar” açısından dinin birleştirici rolünün her zaman geçerli olmaya devam ettiği de ayrı bir vâkıa. Ve demokratik değerlerle ekonomik gelişmenin öne çıkması, bu vâkıa ile çelişmez; tam tersine din, her iki alandaki gelişmelerin daha sağlıklı bir zemine oturmasını sağlar. Demokrasi, dinî ve ahlâkî değer ve ölçülerle kemalini bulur ve gelişirken, bunlardan mahrumiyetin getireceği sakıncalardan korunur; hürriyetin başıboşluk ve anarşiye dönüşmesi önlenir ve hem haksızlıklara boyun eğmeme, hem de kimseye haksızlık yapmama şuuru inkişaf eder. Aynı şekilde zenginleşme ve ekonomik gelişme de dindeki prensiplere uygun bir zeminde gerçekleşir; meselâ kul hakkına ve haram-helâl ölçülerine riayet edilir; faiz yasağı ve zekât emri gibi esaslara uygun davranılırsa, haksızlık ve mağduriyetlere, gelir uçurumlarına meydan vermeyen bir sosyal adalet sistemi kurulmuş olur. Dolayısıyla, dinî bağ ve geleneklerin birlik ve beraberliği sağlama gücünü, tarihte kalmış ve artık geçerliliğini kaybetmiş bir etken olarak değerlendirmek, son derece büyük bir yanılgı olur. Böyle bir yorumun Gül gibi bir isimden sâdır olması ise, bu yanılgıya ayrı bir vahamet katar. Dileriz, eksik yansıtılan veya maksadı aşan bir beyan olsun. Ve Gül, bir an önce tavzih etsin... 25.12.2009 E-Posta: [email protected] |