Lahika |
Hadis-i Şerif Meâli
Aşure günü oruç tutun, fakat Yahudilere muhalefet edin. Ondan bir gün önce veya sonrayı da oruçlu geçirin.
Câmiü's-Sağîr, No: 2499 |
25.12.2009 |
Rus da dinsiz kalamaz Rus da dinsiz kalamaz. Geri dönüp Hıristiyan da olamaz. Olsa olsa, küfr-ü mutlakı kıran ve hak ve hakikate dayanan ve hüccet ve delile istinad eden ve aklı ve kalbi ikna eden Kur’ân ile bir musalâha veya tâbî olabilir. İki dehşetli Harb-i Umumînin neticesinde beşerde hasıl olan bir intibah-ı kavî ve beşerin tam uyanması cihetiyle, kat’iyen dinsiz bir millet yaşamaz. Rus da dinsiz kalamaz. Geri dönüp Hıristiyan da olamaz. Olsa olsa, küfr-ü mutlakı kıran ve hak ve hakikate dayanan ve hüccet ve delile istinad eden ve aklı ve kalbi ikna eden Kur’ân ile bir musalâha veya tâbi olabilir. O vakit dört yüz milyon ehl-i Kur’ân’a kılıç çekemez. Emirdağ Lâhikası, s. 311, (yeni tanzim, s. 606) *** Hem de hakikat bize bildiriyor ki, mütenebbih olan beşer, dinsiz olamaz. Lâsiyyemâ, uyanmış, insaniyeti tatmış, müstakbele ve ebede namzet olmuş adam dinsiz yaşayamaz. Zira uyanmış bir beşer, kâinatın tehacümüne karşı istinad edecek ve gayr-ı mahdud âmâline neşvünemâ verecek ve istimdatgâhı olacak noktayı, yani Dîn-i Hak olan dâne-i hakikati elde etmezse yaşamaz. Bu sırdandır ki, herkeste Dîn-i Hakkı bulmak için bir meyl-i taharrî uyanmıştır. Demek istikbalde nev-î beşerin din-i fıtrîsi İslâmiyet olacağına berâetü’l-istihlâl vardır.
Münâzarât, s. 86, (yeni tanzim, s. 209) ***
Elbette ve elbette, hiç şüphe yok ki, Şimâlde, Garbda, Amerika’da emâreleri göründüğüne binâen, nev-î beşerin mâşuk-u mecâzîsi olan hayat-ı dünyevîye böyle çirkin ve geçici olmasından, fıtrat-ı beşerin hakikî sevdiği, aradığı hayat-ı bâkiyeyi bütün kuvvetiyle arayacak; ve elbette, hiç şüphe yok ki, bin üç yüz altmış senede, her asırda üç yüz elli milyon şâkirdi bulunan; ve her hükmüne ve dâvâsına milyonlar ehl-i hakikat tasdik ile imza basan; ve her dakikada milyonlar hâfızların kalbinde kudsiyet ile bulunup, lisânlarıyla beşere ders veren; ve hiçbir kitapta emsâli bulunmayan bir tarzda, beşer için hayat-ı bâkiyeyi ve saadet-i ebediyeyi müjde veren; ve bütün beşerin yaralarını tedâvi eden Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın şiddetli, kuvvetli ve tekrarlı binler âyâtıyla, belki sarîhan ve işareten, on binler defa dâvâ edip haber veren; ve sarsılmaz katî delillerle, şüphe getirmez hadsiz hüccetleriyle, hayat-ı bâkiyeyi katiyetle müjde ve saadet-i ebediyeyi ders vermesi, elbette nev-î beşer bütün bütün aklını kaybetmezse, maddî veya mânevî bir kıyâmet başlarına kopmazsa, İsveç, Norveç, Finlandiya ve İngiltere’nin Kur’ân’ı kabul etmeye çalışan meşhur hatipleri ve Amerika’nın Din-i Hakkı arayan ehemmiyetli cemiyeti gibi, rûy-i zeminin geniş kıt'aları ve büyük hükümetleri, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânı arayacaklar ve hakikatlerini anladıktan sonra bütün rûh u canlarıyla sarılacaklar. Çünkü, bu hakikat noktasında, katiyen Kur’ân’ın misli yoktur ve olamaz; ve hiçbir şey bu mu’cize-i ekberin yerini tutamaz.
Sözler, s. 141, (yeni tanzim, s. 251)
LÜGATÇE:
intibah-ı kavî: Kuvvetli uyanış. küfr-ü mutlak: Mutlak inkâr. musalâha: Barışma. lâsiyyema: Özellikle. mütenebbih: Uyanmış. gayr-ı mahdud: Hudutsuz, sınırsız. âmâl: Emeller, arzular. meyl-i taharrî: Araştırma meyli. berâetü’l-istihlâl: İyi bir alâmet, güzel bir başlangıç. Harb-i Umumî: Dünya savaşı. hâsıl: Ortaya çıkma. hüccet: Delil, belge. istinad: Dayanma. tehacüm: Hücum. neşvünemâ: Gelişme, yayılma. istimdatgâh: Yardım isteme yeri. Dîn-i Hak: Hak din, İslâmiyet. dâne-i hakikat: Hakikat tanesi. nev-î beşer: İnsanoğlu. din-i fıtrî: Yaratılışa uygun din. rûy-i zemin: Yeryüzü. |
25.12.2009 |
Ruh ve cisim dengesi
İnsanlar sûreten ve zahiren birbirlerine benzerler. Bütün âzâ ve organlarımızda büyük bir benzerlik vardır. Vücudumuz, ellerimiz, kollarımız, gözlerimiz, kulaklarımız hemen hemen aynıdır. Zahiren bu böyle. Ancak işin aslına bakıldığında zahirî benzerlik altında büyük farklılıklarımızın olduğu gözükür. Görünüşte birbirinin aynı gibi gözüken insan vücudu, hakikatte ve mahiyette birbirine benzemez. Yüzümüzden başlayalım: Zahirî nazarla bakıyoruz. Her insanın yüzünde göz, burun, kulak, ağız ve dil gibi azalar var. Fakat bu kadar benzerlik içinde hiçbir insanın yüzü bir diğerine benzemez. Kudret-i İlâhiye tarafından 30x20 santimetrelik bir sûret çerçevesi içine milyarlarca insan sûreti yerleştirilmiş ve bu sûretler asla ki birbirinin aynı değil. Hatta bırakın yüz gibi geniş bir cismi, gözler, kulaklar, diller, burunlar bile aynı değil. Gözdeki bu farklılığı ancak bu asırda fark eden bilim dünyası, bu günlerde güvenlik için göz retinasını kullanıyor. Aynı zamanda seslerimiz farklı, parmak uçlarındaki çizgilerimiz farklı, vücudumuzdaki elektrik voltu farklı ve hakeza... Sadece zahirî görüntü olarak değil, insan cismi fonksiyon, işlev, canlılık ve mahiyet açısından da farklıdır. Bir bebeğin vücudundaki üretim, canlılık ve fonksiyonlar elbette ki, yetmiş yaşını devirmiş bir ihtiyar insanın vücudu ile aynı değildir. Yirmi beş yaşındaki genç bir insanın hayat direnci ve hayat enerjisi muhakkak ki, yaşlı bir insan ile benzer değildir. Yani zahiren göründüğü şekliyle bütün insanlar aynı vücudu taşıyor gibi, ama mahiyet itibari ile tamamen birbirinden farklı fonksiyon icra ediyorlar. Nasıl ki maddî vücutlarımız farklı, aynen öyle de, manevî mahiyetlerimiz de farklı. Hislerimiz, duygularımız, beklentilerimiz, manevî hallerimiz... Aynı şekilde ruh ve cisim arasındaki münasebetler, bağlar; ruh ile cisim arasındaki denge bile farklı. “Ruh, cesed hesâbına zayıflaşır; cesed, ruh hesâbına inceleşir” (Sözler, s. 489) sırrınca bazı insanlarda ruhlar ceset hesabına zayıflaşırken, bazılarında ise ceset ruh hesabına inceliyor, lâtifleşiyor, adeta ceset ruhun hayat tarzına yaklaşıyor. Meselâ bizler büyük bir ateş yığını içine girsek, muhtemelen cesedimiz yanar ve ruh ceset kafesinden uçar giderdi. “Öyle ise, Hazret-i İbrâhim’in cismi gibi, gömleğini de ateş yakmadı; ve ateşe karşı mukavemet hâletini vermiştir. İbrâhim’i yakmadığı gibi, gömleğini de yakmıyor” (Sözler, s. 237) hakikati gereği İbrahim Aleyhisselâmın vücudunu ateş yakmıyor. Hatta gömleğini bile yakmıyor. Demek ki onun cismi ile biz normal insanların cismi, mahiyet itibari ile aynı değil. Zirâ bizim cisimlerimiz ateşte yanarken onun cismi yanmıyor. Meselâ Resûl-i Ekrem Efendimizin gölgesi yere düşmezdi. Güneş ışığı onun nurânî vücudundan, bir camdan geçer gibi, hiçbir kesif engelle karşılaşmadan geçip giderdi. Demek ki Resûlullah’ın (asm) vücudu tam bir nurâniyet özelliğine sahipti ki, ışık gibi yarı nurânî bir mahiyet, onun vücudunda kesif bir engelle karşılaşmazdı. Demek ki, diğer insanların vücutları ile Resûlullah’ın (asm) vücudu zahirde aynı gözükürken, hakikatte ve mahiyette yerden göğe kadar bir fark vardı. Bizler ancak koşmak sûretiyle saatte en fazla 20-30 kilometrelik bir mesafe alabilirken, Resûlullah (asm) “Acaba latîf cismi, urûcda sür’atli olan ulvî ruhuna tâbi olmuş, ruh sür'atinde hareketi...” sırrınca bir gece birkaç sâlise içinde Mescid-i Aksa’ya gider, oradan da ulvî âlemlerde gezer, Mi'rac yoluyla bütün mekânlarda seyahat ederdi. Aynı şekilde, “Âdetâ beden-i misâlî letâfetinde ve cesed-i necmî nurâniyetinde olan cism-i dünyevîleriyle semâvatta” bulunan Hz. İsa (as), iki bin küsur senedir o nurani cismi ile semada yaşamaya devam eder, yeme ve içmeye ihtiyaç duymaz. Ve yine, ”Hazret-i Hızır ve İlyas Aleyhimesselâm’ın hayatlarıdır ki, bir derece serbesttir. Yani, bir vakitte pek çok yerlerde bulunabilirler. Bizim gibi beşeriyet levazımatıyla daimî mukayyet değillerdir. Bazen, istedikleri vakit bizim gibi yerler, içerler; fakat bizim gibi mecbur değillerdir“ (Mektubat, s. 11) sırrınca Hızır Aleyhisselâm bütün zaman ve mekânlarda yaşamaya devam eder. Misâlleri çoğaltmak mümkün. Bu misâllerden anlıyoruz ki, bu dünya şartları içinde bile cisimlerimizin mahiyeti farklı. Bu farklılık sadece peygamberle normal insanlar arasında değil, bütün insanlar arasında vardır. Ruh ve cisim arasındaki münasebet, bağ ve denge her insan için farklıdır. Cisimlerin incelmesi durumunda rûhî hayat daha da güçlenir. Bunu her insan kendi hayatında test edebilir. Meselâ belli bir süre ile cismi ağırlaştıran çok yemek, çok içmek ve çok uyumak gibi hallerden uzak durulsa, insan ruhu genişlemeye başlar, mânevî âlemlere karşı açılımlar olur ve en azından rüyalar yolu ile insan ruhu ulvî âlemlerde daha serbest hareket edebilir.
HALİL AKGÜNLER - [email protected] |
25.12.2009 |