Görüş |
Babam olsa taksit yapmaz!
Bugünlerde reklâmcılar, klişe tabirleri kullanmayı âdet edindiler. Bunlar kimi zaman bir atasözü, kimi zaman halk dilinde çok kullanılan bir ifade, kimi zaman ise bir deyim olabiliyor. Reklâmcıların birçoğunun yaptığı büyük hata ise “sınırsız” olmaları. Kime hitap ettiğini düşünmeden, karşıdakinin değerlerini yok sayarak onu ne kadar etkileyebileceğini düşünüyorlar, merak ediyorum. Bir banka kartı reklâmından bahsediyorum. Reklâmlarını ilk gördüğümde benim de hoşuma gitmişti, çünkü düşünmeden karar vermiştim güzelliğine. Biraz düşündüğümde karşılaştığım gerçek, yüreğimi sızlattı. Kullanılan ifade ne amaçlıyor belki belli ama nereye dokunduğunu düşünen var mı hiç? “Babanız olsa bedava vermez”, “Babanız olsa taksit yapmaz”.. “Baban olsa yapmaz” ifadesi bir deyim olsa gerek, çok fazla kullanılıyor. Nerede, ne zaman çıkmış bilmiyorum, lâkin art niyet olduğunu düşünmesem de kullanılmaması gerektiği kanaati iyice yerleşti bende. Bu deyimi bir kök olarak almışlar, süsleyip süsleyip sunuyorlar. Halk içinde kullanılan anlamı elbette mecaz ama reklâmda gerçek anlamıyla kullanılmış. Gerçek anlamıyla kullandığımızda, ancak—Bediüzzaman’ın tabiriyle—Avrupa’nın ikinci yüzüne hitap edebilir. Ki; reklâmlar, müzikler, filmler, vs. şeyler bilinçaltına daha kolay giriyor, bu yüzden hatalı olan değerleri düzeltmek adına adımlar atılması gerekirken, böyle bir reklâma müsaade edilmesi, hiçbir tepki verilmemesi ne anlama geliyor? Uyu(tulu)yor muyuz? Öyle ki, Avrupa’nın ikinci yüzüne karşı bile bu reklâm ile çıkılmaz, çıkılmamalı. Tamir zordur, tahrip kolay. Biz tamir için uğraşmalıyız, zaten yeterince tahrip edilmiş ve tahribata devam ediliyor... Aile bağlarımızı güçlendirmeye çalışırken maddiyatın araya girmesi/sokulması niçin? “Her şeyi maddede arayanların akılları gözlerine inmiştir, göz ise maneviyatta kördür” diyor Bediüzzaman. Babamla arama maddiyâtı sokmak isteyenin, ben de parmağımı gözlerine, burnumu işlerine sokarım. Babalarımızla aramızdaki bağı yine Bediüzzaman çok güzel ifade etmiş, “Mâdem peder kimseyi değil, yalnız veledinin kendinden daha ziyâde iyi olmasını ister...” Kendisinden üstün olmasını isteyen bir kişiye—evlâdına—karşı reklâmdaki gibi davranmaz, değil mi babalar? Fıtraten böyle iken fıtratımıza ters bir reklâmla bize hitap edilmeye çalışılması ne kadar doğru? Ya da “pazarlama” niyetinden fazlası mı var bu reklâmı yapan ajansın, yaptıran firmanın? Benim babam, faturama taksit yapmaz, hepsini kendisi öder. Bedava olarak bir cep telefonu değil bütün servetini verir, gözünü kırpmadan. İstesem/gerekse canını verir benim babam... Benim babam İslâmiyet’in güzellikleriyle donandığından, fıtratı bozulmamıştır ve bu yüzden böyle bir haslete sahiptir, davranışlarındaki güzellik İslâmiyet’ten dolayıdır. İslâm coğrafyası olan ülkemizde benim babam gibi nice babalar var, sayıları hep artıyor—kendimden biliyorum—ve hep olmaya devam edecek İnşallah... Mü’min, müdakkik olmalı, olaylar karşısında muhasebe yapmalı ve yanlışlara karşı “müsbet hareket” çerçevesinde tepkisini koymalı.
MUSTAFA ALKAN www.hakperest.org / [email protected] |
27.12.2009 |
Şahs-ı mânevînin gücü
“Bir buz parçası olan enâniyetinizi biz havuzuna atıp eritin”, “Zaman cemaat zamanı, bir fert dâhî de olsa tek başına bir şey yapamaz” meâlinde dersler verir Hz. Bediüzzaman. Bu dersleri kaç kere okumuş, dinlemişizdir. Hatta dinlerken ya da okurken öyle alışmışızdır ki; meselenin özünden uzaklaştığımızın bile farkına varmıyoruzdur. Risâle-i Nurları okumak, anlatmak, derslere gitmek, ders dinlemek, seminer dinlemek, gazete-dergi okumak… hayatımızın bir parçası. Bu fiiller zaman içinde rutin yaptığımız amellere dönüşüyor. Eskiden dinlediğimizde sarsıldığımız ifadeler, normal gelmeye başlıyor. Yıllarını, bu hizmet yolunda koşarak değerlendiren kişilerde ünsiyet olabiliyor. “Bir buz parçası olan enaniyetinizi biz havuzuna atıp eritin!” sözü kulaktan öteye geçmeyen, amellere aksetmeyen, kalpte makes bulmayan bir söz olarak satırlarda kalabiliyor. Büyük bir imtihandayız. “Biz havuzunu elde ettik, biz bir bütünüz, bir şahs-ı mânevînin azalarıyız..” gibi ifadeler lâftan öteye geçmeyen hamasi nutuklara dönüşüyor zamanla. Neden? Çünkü o havuza BEN buzunu atarsan SEN yok, BİZ var. Sen yoksun, kardeşin var. BEN: “Havuza atlayacağım, ama orada da buzdağı gibi duracağım” diyor ve duruyor. Erimemekte direniyor, firavunluğu bırakmıyor. Değil erimek, kendisini ucundan kıyısından yontturmuyor bile; şahs-ı manevînin safiyetine halel geliyor. Bu duruma kısaca “ihlâsı kaybetmek” deniyor her halde. İHLÂS! Kaygan zeminde, bıçak sırtında yürümek gibi.. Bu durumdaysak eğer; bizi kurtaran ve kurtaracak olan yine şahs-ı manevinin gücü. Ramazan Bayramından sonra, yıllık ders programımızı yapmak üzere arkadaşlarla toplandık. Hepimiz evden, konularımızı kendimizce hazırlanarak gelmiştik. Dört aylık programı, birinci ve ikinci ders olarak planladık. Dersler, program dahilinde uygulanmaya başlandı. Günlerden 11 Kasım 2009, Çarşamba idi. O gün ikinci derste “Risâle-i Nur ve hariç memleketler” bölümünden, Muhammet Sabir’in mektubunu arkadaşımız çok tesirli bir üslûpla okudu. Ertesi gün gazetede ölüm haberini okuyunca hayretler içinde kaldım. Muhammet Sabir’in hayatta olduğunu bile bilmiyorduk. Kendisi hakkında -mektupları dışında- hiçbir bilgimiz yoktu. Cenâb-ı Hak bize lâtif bir tevafuk yaşatmıştı. Bu tevafukun bir kaç ciheti var tabiî... Birincisi; Şahs-ı manevinin gücü. “Yalnız Allah rızası için bir araya geldiğinizde, yaptığınızdan haberim var. Doğru yoldasınız, siz ihlâslı olduğunuz sürece inayet altındasınız, cüz-i iradenizi küllî irademe teslim ettiğinizde böyle lâtif tevafuklar yaşatırım” dedi Rabbim.. İkincisi; Muhammet Sabir hâlâ Üstadımıza ve Risâle-i Nur’a bağlı biriydi ki, Cenâb-ı Hak onu ölüm döşeğindeyken, belki de dünyanın bir çok yerinde mektubu vasıtasıyla konuşturdu. Allah rahmet eylesin. Amin. Ne kadar hatalı olursak olalım, dönüp dolaşıp sığınacağımız yer şahs-ı manevinin şefkatli sinesi. Şefkatli bir anne sinesi gibi sımsıkı saran, kendini hissettiren sımsıcak bir sine. Rabbim hatalarımızı hasenatlara tebdil eylesin. Cemaatimizin ve şahs-ı manevinin sırlı, esrarlı, şefkatli sinesinden bizi ayırmasın İnşallah. Amin.
ESİN FİŞEK |
27.12.2009 |