Cevher İLHAN |
|
ABD’den AKP’ye, Öcalan ve PKK’dan DTP-BDP’ye “açılım” (2) |
AKP siyasî iktidarının, “Öcalan’ın muhatap alınması”nı şart koşan DTP’nin yerine ABD’nin ve Öcalan’ın “isteği”yle milletvekillerinin geçtiği BDP’yi “muhatap” alması, “açılım”ın en büyük handikapı. DTP’nin kapatılmasına gerekçe gösterilen, “Terör örgütüyle bağlantısını ortaya koyan eylem ve söylemlere” fütûrsuzca devam edileceğinin peşinen ilânı, inadına terör örgütünü ve terörist başını öne çıkarması, kamuoyunda tereddütleri arttıran en büyük engel… Zira terör örgütünün ve terörist elebaşının amacı, demokratikleşme değil, 40 bin insanın katline sebebiyet veren terör örgütünün siyasallaştırılması. Maksat, terörün tasfiyesi değil, idam cezası almış hapisteki terörist başının âdeta “özgürlük mücadelesi veren bir siyasî lidermiş” gibi önce “ev hapsi” perdesinde tahliyesi, peşinden affına, sonra da serbest bırakılması ve siyasete atılması… Şu çarpıklığa bakın; eski DTP’liler, Diyarbakır’da, sivil toplum örgütleriyle, halkla, aydınlarla, akademik çevrelerle istişâre sonucu aldıkları ve ne olursa olsun asla değiştirmeyeceklerini ilân ettikleri, “istifa kararı”ndan Öcalan’ın imâsı üzerine vazgeçmekteler. Altıncısı kapatılan “parti”nin, yedincisinin de kapatılmasına âdeta çanak tutmakta, yeni belgeler sunmaktalar… Eski DTP’liler, açık açık BDP’de de “terör örgütünün siyasî aktörü” olacaklarını ve İmralı’dan tâlimat aldıklarını açıklamaktalar. Kendilerini “ikna”ya çalışan ve “Öncelikli amaç terörün tasfiyesidir” diyen İçişleri Bakanı’na itiraz edip, “Terör örgütünü tasfiyeyle açılımın başarılamayacağını” söyleme cür’etinde bulunmaktalar…
AKP, “AÇILIM” İÇİN BDP’YE MECBUR MU? “Açılım”ı tıkayan bir diğer handikap, “yeni parti” kuruluşunda da tâlimatın Öcalan’dan alınmasının “talihsizlik” olduğunu ve “çözümü büsbütün zorlaştıracağı”nı belirtiren iktidarın, “demokratikleşme” için “Kürtlerin temsilcisi” çarpıtmasına gelerek hâlâ terörist başını “yegâne adres” gösteren bu “parti”yi muhatap alması. “Açılımın koordinatörü” İçişleri Bakanı’nın devreye girerek “açılım” için milletvekillerinin BDP’nin çatısı altında toplanması için kulis yapması. Hükûmetin “açılım”da âdeta kendini DTP’den sonra BDP’ye mecbur bilmesi… Oysa bütün uyarılara rağmen etnik tahrik oyununda DTP’nin pervâsızca gerginliği daha da alevlendiren; provokasyonlara çanak tutan, etnik kimliğe dayalı ve “unsura (ırka) mahsus siyasî partiler”in bir devamı olduğunu saklamıyor. Bunun, demokratikleşmeyi değil, kutuplaşma ve tefrikayı daha da azdırdığı, dünden bugüne yakın tarihin olaylarıyla ortada. Türkiye’yi “kavmiyet kavgası”yla iç çatışma ortamına itmek ve kaosa sürüklemek emelindeki ecnebi politikasına âlet olan terör örgütü üzerinden çeşitli bahanelerle ülkeyi bölüp parçalama maksatlı başkaldırı provasına dönüştürülen son sokak anarşisi, okyanuslar ötesinden etnik ayırımcılığı “siyasallaştırma” senaryosunun arka plânını su yüzüne çıkarıyor. Sürecin başında Başbakan’ın “Kimlik siyasetini öncelikli mesele haline getirmek bu ülkeye ihânettir” uyarısına rağmen, mütemâdiyen “demokratik açılımın PKK ve Öcalan’ın uhdesinde olduğu” propagandası yapılmakta. Ortalık şiddete, kışkırtıcılığa sürüklenmekte… Öcalan ise her fırsatta, Marksist terör örgütü PKK’nın “Atatürkçü bir parti” olduğunu söylüyor. “Atatürk’ü örnek aldığını ve yolunda olduğunu” anlatıyor. “Laiklik izinde” M. Kemal’i ve Kemalizm’i övüyor. “Laikçi Kürtler” ya da “Kürt Kemalistler” olarak Kemalist devrimlerin taklidi peşinde olduklarını, Müslümanlığı tasfiye etmek, din ile Kürtlerin ve Kürtçe’nin bağını koparmaya çalıştıklarını açıklıyor.
“ETNİK PARTİLER”LE “AÇILIM” OLMAZ… Neticede “etnik kimliğe” mahkûm edilen “Kürt açılımı” demokratikleşmeyi kitliyor; salt “Kürtlere mahsus demokratik özgürlükler” söylemi, topyekûn toplum için sağlanması gereken hak ve hürriyetlerin genişletilmesini, demokratik reformları açmaza itiyor. Demokratikleşmeye işlerlik kazandıracak, siyasî temsil hakkını teminle siyaseti demokratikleştirecek siyasî partiler ve Seçim Kanununun düzeltilmesi, seçim barajının AB standartlarında çekilmesi gibi demokratik düzenlemelerde hiçbir ilerleme kaydedilemiyor. Bediüzzaman’ın bundan bir asır önceki tesbitiyle, “unsura (ırka) mahsus siyasî kulüpler”in tefrika sebebi ve fitneyi uyandıracağı ikazına dikkat edilmiyor. Gerçekten kurulmasının maksadı ve tek amacı, terör örgütünü marjinalleştirmekten kurtarıp siyasî sürece sokmak olan partilerin “Kürtleri temsil” uydurması üzerine bina edilecek bir “açılım”dan ne çıkar? Sonra, “din yerine milliyeti ikame” eden dinden tecridle ülkeyi bu hale getiren “Kemalizm’in Türkçesi”nden ne çıktı ki “Kürtçesi”nden çözüm çıksın? Peki, “Açılım”ın öncelikli hedefi ve ön şartı olan “terörün durması, silâhların susması ve teröristlerin dağdan inmesi” ne kadar sağlanır? Terörist başının “izni”yle kurulan ve örgütünün güdümünde olduğunu gizlemeyen bir “parti”yle ne derece demokratikleşme olur; böyle bir siyasetle nasıl uzlaşılır? Terörist başının “tâlimatı”yla kurulan ve temelde problemin kaynağı siyasî partilerin son versiyonuyla “açılım” olur mu? 27.12.2009 E-Posta: [email protected] |