M. Latif SALİHOĞLU |
|
Sır dolu kasalar |
Her ülkenin, her devletin gizli tuttuğu birtakım mahrem meselesi vardır. Bunlar kısaca "devlet sırrı" şeklinde ifade edilir. Bazı devletler, bu sırların açıklanmasını belirli takvimlere bağlamışlardır: 30 sene, 50 sene, 70 sene, 100 sene gibi... Tamamı olmasa bile, bazı sırların açıklanması konusunda İngiltere'nin önemli adımlar attığı biliniyor. Özellikle, vatandaşlara tanınan "Bilgi edinme hakkı" çerçevesinde açıklanan bazı sırların, 20–30 yıl gibi çok yakın tarihlere kadar çekilmiş olması, son derece dikkat çekici bir örneklik teşkil ediyor. Meselâ, yakın zamanda açıklanan bir bilgiye göre, Prens Charles'in Diana'dan boşandığı sırada, devletin birimleri tarafından kendisine "Camilla ile evlenmesinin yanlış olacağı" yönünde gizlice bir uyarı yapılmış. Ayrıca, İngiltere'nin İsrail'e gizliden bazı yardımlarda (nükleer bomba yapımında kullanılan 40 ton sıvı vs...) bulunduğu da, yine yakın zamanda açıklanan bilgiler arasında yer alıyor. Kısaca, bu ülkenin vatandaşları, 30 ilâ 50 yıl arasındaki birçok "devlet sırrı"nı öğrenme hakkına sahip bulunuyor. Başka ülkelerde de, vatandaşlara buna benzer bazı haklar sağlanmış durumda. Diyebiliriz ki, Türkiye, dünyadaki bütün ülkeler arasında bir istisna teşkil ediyor. Aradan yüz sene de geçse, devlet sırları bir türlü açıklanmıyor, açıklanmak istenmiyor. Oysa, Türkiye'de de kâğıt üstünde bir "bilgi edinme hakkı" vardır. Ancak, bu hakkın uygulama safhasında vatandaşın önüne bin bir türlü engel çıkıyor. Alın size İstiklâl Mahkemelerinin durumu, konumu, karar ve infaz bilgileri konusu... Siz istediğiniz kadar uğraşıp didinin, bu konuda istediğiniz bilgilere yine de ulaşamazsınız. Esasında, Mart 1924'ten sonraki resmî vesikaların çoğuna ulaşamadığınız gibi, söz konusu vesikaların bulunduğu resmî arşivlere de giremiyor ve serbestçe bir araştırmada bulunamıyorsunuz. En ileri adımda, ancak bir dilekçe verebiliyor ve bir konu hakkında bilgi talebinde bulunabiliyorsunuz. O kadar. Talep ettiğiniz bilgi veya belgenin size verilip verilmeyeceği ise, tamamiyle meçhûl bir husus. Dolayısıyla, 1920'li yıllarda sayısız vatandaşın yargılandığı İstiklâl Mahkemelerinde, toplam kaç kişiye ceza verildiği ve kaç vatandaşın idam edildiği hakkında şimdiye kadar resmî hiçbir açıklama yapılmış değil. Aynı şekilde, meselâ 1924–1950 yılları arasında yaşanmış olan pekçok hadise üzerindeki esrar perdesi henüz aralanabilmiş değil. Bu sebeple, camilerin, medrese binalarının niçin haraç–mezat satıldığını, bu mâbetlerden kaçının satılıp kaçının yıktırıldığını, üzerlerindeki tuğra ve kitabelerin niçin kırılıp tahrip edildiğini, başta toplanan Kur'ân–ı Kerimler olmak üzere, kütüphanelerdeki milyonlarca resmî vesika ve yazma eserin niçin hurda kâğıt fiyatına ihaleye çıkarıldığını, bunların tonlarcasının Bulgaristan'a niçin vagonlarla gönderildiğini bir türlü öğrenemiyorsunuz. Hatta, 1975'te vefat eden Latife Hanımın TTK kasalarına kilitlenen notlarına ulaşmak bile neredeyse imkânsız hale geldi. Üstelik "Niçin?" sorusunun inandırcı bir cevabı da yok. Şu sıralar, Ankara'da bazı devlet sırlarını da içinde barındıran "kozmik odalar"da yapılan aramaların neticesi ne olur, henüz bilemiyoruz. Temenni edelim ki, hayırlı gelişmelere bir kapı açılır da, zaman zaman iddia edildiği gibi "Devlet adına işlenen cinayetler"in olup olmadığı hususu, bir nebze de olsa aydınlığa kavuşmuş olur.
Tarihin yorumu 30 Aralık 1517
Osmanlı Ordusu Kudüs'e girdi
Tarih seyri içinde defalarca fetih ve işgal vak'alarına sahne olan Kudüs, en uzun süren huzur ve sükûn devresini 1517–1917 tarihleri arasında yaşadı. Dünyada İslâm Birliğinin mimarlarından olan Yavuz Sultan Selim, Kahire'den sonra Filistin'e yöneldi ve 30 Aralık 1517'de Kudüs'e girerek burayı yeniden fethetti. Bu mübarek fetih, tam dört asırlık bir ömür sürdü. Kudüs'e yönelik ilk fetih tecrübesi, 633 Milâdî senesinde Hz. Ebûbekir'in hilafeti zamanında yaşandı. O tarihte yapılan fetih seferi, tam olarak başarıya ulaşamadı. Filistin toprakları alındı, ancak Kudüs'e girilemedi. İkinci fetih harekâtı, 637 senesinde Hz. Ömer zamanında gerçekleştirildi. Kudüs'ün fethi müyesser oldu. Üçüncü fetih, 1187'de Şark'ın sevgili sultanı Selahaddin–i Eyyûbî'nin emir ve kumandası altındaki İslâm ordusunun üstün gayretiyle tahakkuk etti. Moğolların 1250'li yıllarda Bağdat'ı istilâ etmesiyle (Hülagû fitnesi) birlikte Küdûs'ün statüsü değiştiği gibi Filistin'deki asayiş de bozuldu. Bölgedeki idare sık sık el değiştirdi. Araplar ve Müslümanlar birbirine düştü. Bu dehşetli fitne ve kargaşa hali, Sultan Selim'in Kudüs'ü yeniden fethettiği 30 Aralık 1517 tarihine kadar devam etti. Uzun bir huzur devresini yaşayan Kudüs, Birinci Dünya Savaşının sonlarına doğru 1917 yılı sonlarında İngilizler'in işgaline uğradı. İngilizler de, diğer Filistin toprakları gibi Kudüs'ün idaresini de kademeli şekilde Yahudiler'e transfer ettirecek sinsî bir politika izledi. Doksan yıldır devam edegelen "Filistin sorunu", bölgedeki İngiliz politikaları sayesinde, bugün itibariyle kangrene dönüşmüş vaziyette. 30.12.2009 E-Posta: [email protected] |