30 Aralık 2009 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR Mobil İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Basından Seçmeler

KİME KARŞI ÖZEL HARP?

KRONOLOJİ bölümünü açıyorum... 1960 yılı için şunlar yazılı: “Türkiye’de ordu, gizli orduların da desteğiyle askeri bir darbe gerçekleştirir ve Başbakan Adnan Menderes’i idam eder.”

Tüm dünyayı kapsayan sayfaları atlayıp, 1971 yılına da bakıyorum:

“Türkiye’de ordu askeri darbe gerçekleştirir ve iktidarı ele geçirir. Gölge ordu, Kontrgerilla iç terör olaylarına girişerek yüzlerce insanı öldürür.” Daha sonrasına devam etmiyorum. Bunlar nerede yazılı? “NATO’nun Gizli Orduları” adlı kitapta...

***

Neyi sorguluyoruz?

Seferberlik Tetkik Kurulu, Özel Harp Dairesi ya da Özel Kuvvetler Komutanlığı’nı... Kim kurmuş, ne zaman kurmuş, kime karşı kurmuş? Türkiye’de, 1952 yılında, NATO tarafından, Sovyet tehdidine karşı kurulmuş. Hükümetlerin haberi olmuş mu?

Ne gezer... Parası CIA ve NATO tarafından verilmiş... Ancak 1974 yılında dışarıdan gelen para kesilip de kendinden para istenince, Bülent Ecevit bu kurumdan haberdar olmuş.

Durumu berraklaştırmak için burada biraz duralım. Düşünün... Örgütlenme öylesine gizli ki dönemin Başbakanı Bülent Ecevit, Özel Harp’ten 1974 yılında tesadüfen haberdar oluyor. Ecevit, örtülü ödenekten para isteyen Genelkurmay Başkanı’na paranın nerede kullanılacağını soruyor ve ‘Özel Harp Dairesi için istiyoruz’ cevabını alıyor.

Türkiye, Özel Harp’in masraflarının 25 yıl boyunca Amerika tarafından karşılandığı bilgisini de yine Ecevit’ten, Ecevit de Genelkurmay’dan öğrendi. Ecevit’e, “adları gizli tutulan bazı ‘gönüllülerin’ sivil uzantı olarak çalışmak üzere ömür boyu görevlendirildiği ve Türkiye’nin bazı yerlerinde gizli silah depoları oluşturulduğu” da anlatılmıştı. Süper NATO örgütlenmesi olarak kurulan Seferberlik Tetkik Kurulu’na bu nedenlerle “gizli ordu” da denmekte... İşte ben buna “demokratik parlamenter rejim” derim...

***

TSK’nın içindeki bu “gizli ordu”, Amerikan Askeri Yardım Heyeti’nin Ankara Bahçelievler’deki binasını uzun yıllar merkez olarak kullanmış.

Daha da vahimi var. 1959 yılında ABD ile yapılan gizli anlaşma ile Seferberlik Tetkik Kurulu “rejime karşı iç ayaklanma durumunda” harekete geçme yetkisi elde etmiş. Dikkatinizi çekiyorum: “ABD ile yapılan gizli anlaşma ile”

***

Seferberlik Tetkik Kurulu 1965’te yeniden yapılandırılmış ve adı Özel Harp Dairesi olarak değiştirilmiş.

Resmi görevi “Komünist işgal ya da ayaklanma durumunda, gerilla yöntemleri ve yeraltı faaliyetleri ile bu duruma son vermek” olmasına rağmen, daha sonraki süreçte yapının kontrolden çıktığı, yasadışı eylemlerde bulunduğu endişesi hep geçerli olmuş.

Sadece 1965’den sonra mı? Türkiye’de yaşayan gayrimüslimlere yönelik saldırıların meydana geldiği, ondan fazla insanın hayatını kaybettiği, Kiliselerin ateşe verildiği, gayrimüslim vatandaşlarımıza ait ev ve işyerlerinin talan edildiği 6-7 Eylül olaylarının mükemmel bir Özel Harp işi olduğunu kim söyledi?

Emekli orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu... Ya onlarca insanın öldüğü 1 Mayıs 1977? Onun için henüz böyle bir açıklama yapılmasa da, Ergenekon iddianamesinde çok çarpıcı iddia ve isimler yer aldı. Bir de... Türkiye’yi 12 Eylül’e götüren süreçteki en kanlı eylemlerden biri olan 1 Mayıs katliamı için Ecevit, dönemin Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’e Özel Harp Dairesi’yle ilgili bilgiler aktarmış ve eylemde kontrgerillanın parmağı olduğundan şüphelendiğini söylemişti...

***

Soğuk Savaş bitince, hele hele Sovyetler tarihe karışınca, “Özel Harp” in hiç bir gereği kalmadı... Artık “olmayan” bir düşmana karşı silahla bekleyen bir yapının, toplumsal sağlık açısından sorun çıkaracağını öngören demokratik ülkeler bu yapıyı tasfiye etti, Türkiye bu operasyonları kendi içinde yapmadı. Türkiye, demokratik ülkelerdeki tasfiyeyi yapamayınca, sağlığına da kavuşamadı. Ergenekon iddianamelerinden Seferberlik Tetkik Kurulu’ndaki aramaya uzanan süreci, bu eksikliğin giderilmesi gibi de okumak mümkün... Hele bir de “darbe” girişimi baş gösterince, buraya daha derin bir projektör yakmak kaçınılmaz hale geldi.

***

Güncel olarak sorulması gereken soru ise şu: Bu birim kime bağlı ve faaliyetlerin hepsinden Genelkurmay Başkanı haberdar mı?

Şayet değilse...

Başbakan’ı, Kara Kuvvetleri Komutanı’nı da alarak ziyaret etmesinin bununla bir ilintisi olabilir mi? Galiba sürprizli günler bizi bekliyor...

Mehmet Altan, Star, 29 Aralık 2009

30.12.2009


Meraklılar için kutuyu açıyorum...

(...)SEFERBERLİK Tetkik Kurulu’ndaki ‘kozmik’ bilgilerin askerler dışında kimse tarafından görülmeyeceği bir mâl-i hülya; kapılan kendini yanıltır. Yasal mevzuat, devleti ilgilendiren bir durum söz konusuysa, asker-sivil ayrımı yapmadan, yargıçlara her şeye el koyma izni veriyor çünkü.

Hiç kuşkunuz olmasın: Kutu açıldı ve içinden çıkanlar göz atma fırsatı bulanların gözünü fazlasıyla açacaktır. Kutunun içinde neler bulunduğunu sizler bilebilecek durumdasınız. ‘Gladio’ ortak başlığı altında faaliyet göstermiş örgütlerin özelliklerini uzmanların tanıklıklarına başvurarak yıllardır yazıp duruyorum. 1955 yılında cereyan eden ‘6/7 Eylül olayları’ için “Muhteşem bir özel harp operasyonuydu” cümlesini Org. Sabri Yirmibeşoğlu’nun ağzından alan ben değilim, ama yaygınlaştıran ben oldum.

Örgütün 1971-1974 yılları arasında başkanlığını üstlenmiş Org. Kemal Yamak’ın ‘Gölgede Kalan İzler ve Gölgeleşen Bizler’ adını taşıyan devasa anı kitabından ‘Özel Harp Dairesi’ (ÖHD) hakkında yazdıklarını sizlerle paylaştığımı da hatırlayacaksınız.

İsmail Tansu ve kitabı ‘Aslında Hiç Kimse Uyumuyordu’ herkes uyurken bu sütunda kimbilir kaç kez değerlendirildi. Kemal Yamak Paşa bir ara adı ÖHD olan örgütün nasıl kurulduğunu kitabında şöyle anlatıyor: “ÖHD, özellikle Amerikalılar’ın da verdiği destekle NATO’nun ‘örtülü harekât konseptine’ dayanarak kurulmuş bir harekât ünitesiydi. Memleketimizin bulunduğu coğrafi mevki ve stratejik konum, böyle bir teşkilatı çok lüzumlu ve çok faydalı hale getiriyordu. 1950’li yıllarda ÖHD’nin, Gayri Nizami Harp bölümünün kuruluşu, böyle bir ihtiyaç dikkate alınarak gerçekleşmişti.” (s. 248)

“Para nereden geliyordu?” sorusunun cevabını da okuyun: “Amerikalılar’ın özel yardım faslından, daireye her yıl 1 milyon dolar yardım sağlanacak, bu yardımlar istenirse Türkiye’de veya istenirse Amerika’da ihtiyaçlar için kullanılacak, Amerika’dan satın alınacak teknik malzeme ve silâhlar için ödemeler, bu paradan mahsup edilecekti.” (s.254)

Anı kitapları öğretici oluyor. Yamak Paşa’nın uzun isimli kitabında Özel Harp ile partiler ilişkisine de yer veriliyordu. Eski bir olaydan kızdığı Bülent Ecevit’e cevap verirken “CHP’de Özel Harp unsurları var” ifşaatını yapmıştı Org. Yamak...

Ecevit 1978’de üstlendiği başbakanlığı döneminde Sarıkamış’ta, Org. Sabri Yirmibeşoğlu’yla görüşürken, MHP ilçe başkanının örgüt üyesi olduğunu öğrenmiş, bu bilgiyi kendisine saklamak yerine fâş edivermişti. Yamak Paşa buna kızmış: “Barışta ve bir savaş halinde MHP’liler askere alınmayıp kendilerine şu veya bu şekilde sefer görevi verilmeyecek midir? Parti gözlüğü bu kadar kalın camlı mıdır? Acaba bu kişi Sayın Ecevit’in kendi partisinden olsaydı, itirazı olacak mıydı? O zaman CHP’den bu teşkilatta kimse yok mu zannediliyor?”

Ardından gelen ifşaat muazzam dikkat çekiciydi: “Birçok kimseyi ayağa kaldıracağını biliyorum, ama bu noktada yazmak istiyorum. Sayın Ecevit’in inandırıcılığına dayanarak alevlenen ve Sayın Ecevit’in zaman zaman medyanın ilgisi için bizzat öne çıkarak söyledikleriyle devam eden bu iftira kampanyası sürdürülürken, bu teşkilâtın içinde o zaman kendi partisinden ne kadar personelin, hatta TBMM’de birbirini hiç tanımayan kaç milletvekilinin bulunduğunu ve bunun sadece kendi partisine ait bir durum olmadığını, birisi söyleyiverseydi ne olurdu?” (s. 461-62).

Kitabın yayımından sonra patlayan tartışmada Hürriyet’in (3 Ocak 2006) “Kim bunlar?” sorusuna da Kemal Yamak şu cevabı vermişti: “ÖHD’ye üye olan milletvekillerinin isimlerini bilmem. Onlar gençliklerinde örgüte alınıyor, sonra milletvekili oluyorlar. Bu da onların seçilmelerindeki isabeti gösteriyor. Kimliklerini bilmiyorum, ama sonradan milletvekili olduklarını kesin biliyorum. Zaten onların isimlerini kimse bilmez, belki örgüte alan ilk kişi bilebilir. Çünkü hepsinin kod adı var. Çalışırken biz onları kod adları ile çağırırdık. Bir de sadece CHP’de değil, tüm partilerde var.”

İlginç, değil mi?

Taha Kıvanç, Yeni Şafak, 29 Aralık 2009

30.12.2009


‘Kozmik oda’yı önemli kılan ne?

ÜÇ gündür Türkiye nefesini tutmuş, Ankara’da eski adı Özel Harp Dairesi olan Özel Kuvvetler Komutanlığı bünyesinde yer alan Seferberlik Tetkik Kurulu’ndaki odalarda yapılan aramaları izliyor. Nefesler tutulu ve kimse olup bitenlere inanamıyor çünkü sözü edilen kurum “tabu” sayılan bir kurum.

Bunun nedeni de sadece her ülkede olması gereken ve “Düşman işgaline karşı sivil direniş hareketlerini örgütleyen” kozmik bilgilerin orada durması değil.

Böyle olsaydı yargının oraya girişi bu kadar ilgi çekmez ve kaygı da yaratmazdı. Sorun 57 yıllık bu kurumun siyasal olaylar karşısında üstlendiği rol ve adının karıştığı olaylar.

İşte son soruşturmayı tarihi ve kritik kılan da kurumun bu özelliği...

Doğrusu sadece biz de değil, soğuk savaş döneminde NATO’nun CIA desteğiyle Avrupa’nın birçok ülkesinde kurduğu bu tür kurumlar vardı ve adları hep karanlık olaylarla birlikte anılıyordu.

Bir anlamda o ülkelerin gizli tarihi o kozmik kurumlarda saklıydı.

Ama Avrupa ülkelerinin hepsi bu tür kurumları Sovyetler’in yıkılmasıyla dağıttı. Bizde ise adı Özel Kuvvetler Komutanlığı’na dönüştürülerek devam etti.

Türkiye’nin makul çoğunluğu bu kurumun adını 1970’lerde CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit’in açıklamalarıyla öğrendi.

Daha önce de yazdım, Ecevit kendisine yapılan Çiğli suikastından sonra daha açık biçimde bu kurumun üstüne gitmeye başladı.

Çok çarpıcı bilgilere de ulaştı.

Hatta daha 1979’da bugün Türkiye’nin gündeminde olan “Ergenekon” ismiyle karşılaştı. Gazeteci Ecevit Kılıç, Özel Harp Dairesi isimli kitabında bu karşılaşmayı şöyle anlatıyor:

“Ergenekon örgütünü ilk kez 1979’da dönemin Adana Emniyet Müdürü Cevat Yurdakul ortaya çıkardı. (...) Altı ay içinde 17 cinayet dosyasını çözdü. Bu cinayetlerin faili olarak 50’yi aşkın kişi tutuklandı. Ancak asıl hedefi tekil cinayetlerin failleri değil, bu cinayetlerin arkasındaki yapıydı.”

Kılıç’a göre Yurdakul bu yapıyı 20 Eylül 1979’da Adana’ya gelen Başbakan Bülent Ecevit’e anlattı. Eşi Ülker Yurdakul’a da “Çok şükür bütün bildiklerimi anlattım, artık ölsem de gam yemem” dedi.

Ve ne yazık ki dediğinden tam 8 gün sonra göreve giderken otomobilinde öldürüldü. Aslında Özel Harp Dairesi’yle ilgili kurulduğu günden bu yana onlarca iddia ortaya atıldı. 70’li yıllarda yaşanan sağ sol çatışmalarının da, aynı dönemde öldürülen Doğan Öz, Cevat Yurdakul ve Abdi İpekçi cinayetlerinin de, hatta 1990’larda öldürülen Uğur Mumcu ve Kürt işadamları cinayetlerinin de arkasında Kontrgerilla olduğu iddia edildi.

Ama bu kadar iddia ve suçlamalara karşı suikasta uğrayan iki başbakan, Ecevit ve Özal dahil kimse cesaret edip soruşturma açamadı.

Sadece iki kez, biri 1978’de CHP’li Süleyman Genç’in, diğeri de 1993’te RP ve HEP milletvekillerinin talebiyle Meclis araştırması istendi ama sonuç çıkmadı.

Bu iddialar araştırılmadığı için ne kadarı doğru bilinmiyor. Ama bilinen önemli bir veri var. O da şu; askerlik hayatı ağırlıkla Özel Harp Dairesi’nde geçen emekli Orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu’nun söyledikleri...

1955’te yaşanan 6-7 Eylül olayları sırasında bugünkü adını taşıyan Seferberlik Tetkik Kurulu’nda görevli olan emekli Orgeneral Yirmibeşoğlu, gazeteci Fatih Güllapoğlu’ na şöyle diyordu:

“6-7 Eylül de bir Özel Harp işidir. Muhteşem bir örgütlenmeydi. Amacına da ulaştı.”

Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’a suikast girişimiyle ilgili sözünü ettiğimiz kurum bir kez daha Türkiye’nin gündeminde.(...)

Mahmut Övür,

Sabah, 29 Aralık 2009

30.12.2009


Babana bile...

“ARINÇ’A suikast” meselesi belki yanılsamadır, yanıltmadır... belki değildir.

Belki, tam tersine, “yargının, polisin, hükümetin” esasında fos işlerle uğraştığını ve ölçüyü de kaçırdığını kamuoyuna kökten göstermek için yem bile olabilir. Belki de değildir.

Ancak kimi kafalar iki şeyi aynı anda görmemekte ve bu devletin bir kara kutusunun tarihini hepten yok sayma derdinde.

Birincisi, her ülkenin ve her devletin “kendini savunmak, korumak üzere gizli bilgileri ve örtülü operasyonları” olduğunu kabul edebilmek...

İkincisi; bu “operasyonlar”ın en “can alıcılar”ını sürekli kendi halkının bir kısmına karşı tasarlayan ve uygulayan, “bir kısım devlet zihniyeti” sanki hiç varolmamış gibi yapmak. Bunun dönem dönem “dış kaynaklı proje” olduğunu dahi unutmak!

“Birlik, bütünlük, bölünmezlik” diye uygun adım bağırırken, kendi vatandaşlarını “ideoloji, sınıf, örgüt, din, mezhep, etnisite, düşünce, yazı, söz” eksenlerinde enine, boyuna, verevine, “baklavalar” halinde dilimleyen, daimi şüpheli (ve “iç” düşman) sayan kafalar, “devletin en sır dolu kapıları” ile en güçlü kurum ve örgütlerine hiç hükmetmedi mi?

Bir dönem “kara kutu tetikleri” olarak kullanıldıktan sonra bir gün “öncelikli tehlike” sayılabilen “Milliyetçiler” bile dahil...

Vatandaşlar, bazen ayrı ayrı, bazen toptan, “solcu, Alevi, Kürt, dinci vesaire” diye hiç mi “kafadan düşman” sayılmadı?

Hiç mi bu ülke vatandaşlarına karşı “örtülü operasyon” uygulanmadı?

“Kara kutular” bir yandan “devleti, vatanı koruduğu için” hepten kutsal sayılırken, bir yandan da “dokunulmazlık” içinde kimi zihniyetin silahlı iradesini uygulamışsa...

“Kutsal devlet, kutsal ordu” şemsiyesi altında, sonuçta birer “insan” olan aktörler kendi iradelerini birer operasyon olarak hayata ve ölüme geçirmişlerse...

Bugün “sevmediğimiz” bir iktidar var, onların da oyunları, planları var diye, “öteki tarih”i de yok mu sayacağız?

Bu ülkede “Kontrgerilla var” diye haykıran ve suikast hedefi olduktan sonra 12 Eylül askeri darbesinde haddi bildirilen başbakan, parti ve kitle lideri, Tayyip Erdoğan değil, “Halkçı” Ecevit’ti.

Şimdi kendi hafızasını bile unutmuş, zihnini yutmuş olabilir ama, “11 Eylül’de akan kan 12 Eylül’de nasıl durdu” diye “örtülü operasyonların kan gölü”ne (...)işaret eden siyasetçi de AKP’li değil, AP’li Demirel’di.

Yani, “kara kutular”ın ülkenin çeşitli kısım ve kesimleriyle sürekli “operasyonel iç savaş” halinde olması ve bundan şüphe bugünün icadı değil!

Bugün yeni olan, “Şüphe üstüne yargının attığı mühür, açtığı kapı”.

Belki, şüphe boş, bu “tarihi” didikleme abartılıdır...

Belki değildir.

Ama bir kısım bakış açısının tuhaflığı şöyle: Adı, kökeni, ideolojisi ne olursa olsun...

Bu devlette fiilen Başbakan Yardımcısı olan, TBMM Başkanlığı yapmış birine, diyelim ki “takip ve kumpas” yok ama, ona “bilgi veren” bir subaydan şüphelenilmiş... Normal mi?

Yani, devletin Başbakan Yardımcısı ile konuşan bir subayın, devletin başka askerlerince “casus” sayılabilmesi normal mi?

Diyelim ki, “sırları inceleyen” savcı artık bunlara vâkıf bir kişi.

Çok mu tuhaf? O sırlara vâkıf, çeşitli rütbeden başka kişiler olmadı mı yıllarca? Bunlar dönem dönem, sırayla, kıdemle görev yapmadımı, emekli olmadı mı? Onlar güvenilirdi de, savcı mı kafadan güvenilmez!

Belki de işin esası bu zaten:

“Piyasa”nın hepimize zaten çoktan telkin ettiği gibi, “Babana bile güvenme”! Devlet zaten hep baba değil miydi?

Umur Talu,

Haber Türk , 29 Aralık 2009

30.12.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu

Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.
Kurumsal Linkler: Risale-i Nur Kongresi - Bediüzzaman Haftası - Risale-i Nur Enstitüsü - Yeni Asya Vakfı - Demokrasi100 - Yeni Asya Gazetesi - YASEM - Bizim Radyo
Sentez Haber - Yeni Asya Neşriyat - Yeni Asya Takvim oktay usta yemek tarifleri Köprü Dergisi - Bizim Aile - Can Kardeş - Genç Yaklaşım - Yeni Asya 40. Yıl