30 Aralık 2009 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR Mobil İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Aile-Sağlık

Tedavi edilmeyen sarılık, zekâ bozukluğu sebebi

YENİ doğan bebeklerde çeşitli sebeplerle görülen sarılık, tedavi edilmediği takdirde beyinde ciddî hasarlara sebep oluyor. Zekâ bozukluğu başta olmak üzere, sağırlık, öğrenme güçlüğü, istemsiz hareketler, spastisite ve zekâ geriliği gibi etkiler görülebiliyor. Bebeklerde sarılık doğar doğmaz yapılan bir takım testlerle anlaşılabilirken özellikle gözde ve ciltteki sarı renk hastalığın habercisi olarak biliniyor. Kayseri Erciyes Üniversitesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Kendirci, yeni doğan bebeklerde en sık görülen klinik bulgulardan birisi olan sarılığın, tedavi edilmemesi halinde ciddî sağlık sorunlarına sebep olabileceği uyarısında bulundu.

Sarılığı, ‘vücuttaki yaşlı veya işlevsiz alyuvarların karaciğer, dalak ve kemik iliğinde parçalanması sonucunda oluşan hemoglobinin yıkım ürünlerinden bilirubin denilen maddenin kanda artması sonucu ciltte oluşturduğu bulgu’ olarak açıklayan Prof. Dr. Kendirci, bu maddenin vücuttan atılması gerektiğini söyledi. Bu işlemden sonra hastalığın safra yoluyla bağırsaklara geçerek atılabileceğine dikkat çeken Kendirci, “Eğer altta yatan ciddî bir neden yoksa yeni doğan sarılığı, hayatın ilk 24 saatinden sonra görülür. Zamanında doğmuş bir bebekte ilk 7 günden sonra, erken doğmuş bebeklerde ise ilk 10 günden sonra görülmez. Aksi halde uzamış sarılıktan söz edilir ve ayrıntılı incelenmesi gerekir” dedi.

30.12.2009


ANNE SÜTÜ KESİLMEMELİ

DOĞUM öncesi yaşamda bebeklerin alyuvarlarının oksijen taşıma kapasitelerinin daha fazla olması gerektiğinden alyuvar kitlesinin erişkin insana göre daha fazla olduğunu hatırlatan Prof. Dr. Kendirci, kandaki ömürlerinin de erişkinlere göre daha kısa olduğunu, dolayısıyla erişkine göre yeni doğan bebekte fazla sayıda alyuvarın daha kısa sürede parçalandığını kaydetti. Artmış bilirubin yüküne karşın yeni doğan bebeğin karaciğerinin bu yükü arındıracak kadar olgunlaşmamış olduğunu aktaran Kendirci, “Bu nedenle bilirubinin kandan temizlenmesi zaman alır ve ciltte sarılık ortaya çıkar. Prematüre dediğimiz zamanından önce doğmuş bebeklerde ise yeterince olgun olmadıklarından sarılık daha sık ve daha yüksek değerlerle karşımıza çıkar. Anne sütüyle beslenen bebekler erken dönemde sararabilirler. Ancak bu durumda bebeğin temel besin kaynağı olan anne sütü kesilmemelidir. Tersine daha sık emzirilerek bebeğin sıvı ve kalori gereksinimi giderilmelidir.” şeklinde konuştu.

Konjuge olmamış bilirubinin kanda çok yüksek düzeylere eriştiğinde yeni doğan bebeğin sinir sistemi üzerinde çok ciddî kalıcı hasarlara sebep olabileceğine değinen Prof. Dr. Kendirci, bilirubinin kanda çok yüksek düzeylere eriştiğinde, kan-beyin engelini aşarak yağdan zengin bir organ olan beyinde birikerek ciddî zedelenmelere yol açacağını vurguladı. Bu zedelenmelerin, etkilenmenin derecesine göre, sağırlık, öğrenme güçlüğü, istemsiz hareketler, spastisite, zekâ geriliği gibi etkenlere yol açabileceği uyarısında bulunan Kendirci, “Yeni doğan sarılığı önce gözlerin beyazında ortaya çıkar, bilirubin düzeyleri arttıkça yüzde, gövdede belirgin hale gelir. Özellikle sarılık bacakların üst kısmında görülmeye başlandığında cilde basmakla kaybolmayan sarı bir renk gözleniyorsa; bu durum, bilirubinin kanda yüksek düzeylere eriştiğinin işareti olabilir. Ancak özellikle deneyimsiz anne-babaların gövdede sarılık belirgin hale geldiğinde hekimlerine başvurması gerekir. Eğer gerekli görülürse bebekten topuktan alınacak az bir miktar kanla kandaki bilirubin düzeyleri tetkik edilebilir.” açıklamasında bulundu. Kayseri / cihan

30.12.2009


Bebeklerde işitme kaybı için ilk 6 ay önemli

RİZE Sağlık Müdürü Dr. Mustafa Tepe, işiterek konuşmayı öğrenme açısından ilk 6 ayın kritik bir dönem olduğunu söyledi. Tepe, ailelerin en değerli varlığı olan bebeklerin işitebilmesi ve konuşmayı öğrenebilmesinin, onun en temel hakkı olduğunu belirtti. İşiterek konuşmayı öğrenme açısından ilk 6 ayın kritik bir dönem olduğunu vurgulayan Tepe, bu sebeple her bebeğe doğduktan sonraki ilk 3 aylık dönemde işitme testlerinin uygulanmasını önerdiklerini ifade etti.

Çocuğun işitme kaybı risk faktörlerinden birini taşıması halinde sadece tarama testlerinin yeterli olmayacağını, ayrıntılı işitme testlerinin yapılması gerektiğine işaret eden Tepe, hedeflerinin bütün yeni doğan bebeklerin hastaneden taburcu edilmeden önce işitme testinin yapılması ve işitme kaybı tesbit edilen bebeklerin hayatın ilk günlerinde tedaviye alınmasını sağlamak olduğunu söyledi.

İŞİTMEYLE İLGİLİ GELİŞİME UYMAYAN ÇOCUKLAR

BEBEKLERİN 0-3 aylıkken anne sesini tanıdığı ve sakinleştiklerini, yüksek seslere irkildiklerini belirten Tepe, şunları söyledi: ‘’3-6 ay arasında gürültüde uyanır çevresindeki seslerin nereden geldiğini bulmak için sesin kaynağına döner. 6-12 ay arasında ‘baba’ gibi sesleri algılar, adı söylenince tepki verir, çıngırak sesi gibi oyuncak seslerinden hoşlanır. 12-18 ay arasında ‘’baba, dada’ gibi sesler çıkarır. Sevdiği oyuncakların, eşyaların adı söylenince işaretle gösterir. Uzaktan seslendiğinde bakar. Daha sonraki aylarda yavaş yavaş konuşmaya başlar. Ailelerin bu durumlara dikkat etmesi, bir sorun olması halinde sağlık merkezlerine başvurmaları önem taşımaktadır. Ailelerin, işitsel gelişime uymuyorsa çocuklarını ayrıntılı işitme testlerinden geçirmesi gerekmektedir.’’ Rize / aa

30.12.2009


Camın ardındaki hayatlar

Bir camın ardından seyretmek hayatı,

Dokunamamak ellerinle, hissedememek yüreğinle,

Sadece hayal etmek ve hayatı bir pencereden seyretmek.

Böyle bir şey olmalı, büyükşehir de çocuk olmak.

Cam bir fanusun içinde, steril bir hayatı yaşamak.

Gönlünce koşamadan, dizlerin bile kanamadan,

Düşme riskine rağmen bir ağaca tırmanmadan,

Bir ağacın tepesinde evcilik oynamadan,

Ellerini ısırgan otlarına kaptırmadan,

Kedilere bir hayvanat bahçesinde,

Ancak gözlerinle dokunabildiğin,

Bir çocukluğun ardından, fazla korunmuş bir zayıflıkla,

Doludizgin bir yetişkinliğin içinde bulmak kendini

Hazırlıksız ve deneyimsiz...

Özgürlük tutkusuyla doğar bir çocuk,

Sonsuzluk ister, sonunu düşünmeden koşmak ister.

Her bir şeye önce elleriyle, sonra yüreğiyle dokunmak ister.

Hiç durmadan sürekli hareket etmek ister.

Oysa ki büyük binaların arasındaki hayat,

Hiç de harekete yer bırakmaz…

Kocaman apartmanların içindeki küçücük yürekler ancak,

Sınırları belli bir parka gittiğinde koşabilir.

Özgürlüğü ilk defa koşarken fark eder insan,

Kollarının arasından tutmaya çalışan rüzgârın inadına,

Kapatıp gözlerini sürekli koşmak ister.

Etrafı çevrili bir yerde ne kadar hissedilir ki bu duygu...

Bu dünyanın çocukları için hayatın temposu erken başlar,

Sabahın serinliği içinde daha küçücükken kreşe giderler,

Baba gibi annede çalışır, annede yorgundur buralarda,

Annenin vicdanı, çocuğun bakışına saplanır da,

Kimsenin sesi çıkmaz…

İçindekileri dinlerse, yapamayacağını bilir annenin yüreği,

Her sabah ağlar çocuk, gitmek zorunda olduğunu bilmesine rağmen

İşe yaramadığını gördüğünde vazgeçer bağırmaktan,

Orada arkadaşlarıyla oynar, sosyalleşir, becerileri gelişir de,

Şu koşuşturmaca olmasa,

Her sabah ve her akşam bir şeylere yetişme paniği,

Hayat buralarda ne kadar da hızlıdır aslında,

Bir sabah olur, bir akşam,

Hızlı olduğu kadar, çabuk da tükenir buralarda ömür.

Buralarda çocukların her şeyi olur,

Kıyafetler, oyuncaklar, boyalar ve renk renk kitaplar

Güzel ve temiz elbiseler giymek güzel de

“Hiç düşünmeden kirletebilsem” der çocuğun yüreği

Annem her istediğimi alıyor da bana

Keşke bu kadar yorulmasa,

Bu kadar bıkkın olmasa bakışları...

Eve geldiğimde bana kapıyı açsa ya da camda beklese,

Bir de bana çikolatalı kek yapsa ne güzel olurdu....

BANU YAŞAR

30.12.2009


Diyabete karşı çörek otu

ANTALYA Eğitim ve Araştırma Hastanesi Tıbbî Biyokimya Klinik Şefi Prof. Dr. Necat Yılmaz, antiviral tedavi gören kişilerde çörek otunun insülin direncini azalttığının tesbit edildiğini bildirdi. Yaş ilerledikçe alınan fazla kaloriler ve hareketsiz hayat tarzının kanda şekeri düzenleyen insülin hormonunun giderek etkisizleşmesine yol açtığını ifade eden Prof. Dr. Yılmaz, çağın salgını obezite ve tip 2 diyabetin insülin direnci ile birlikte gelişen çok önemli bir sorun olduğunu, uzun süreli antiviral tedavi gören kişilerde çörek otunun insülin direncini azaltarak hastaları antiviral tedavinin yan etkilerinden koruyabildiğini belirtti. Amerikalı bazı araştırmacıların yaptıkları bir çalışmada bu yan etkileri çörek otu kullanarak azalttıklarını ve antiviral terapinin hiperinsülinemi etkisini azalttıklarını söyleyen Prof. Dr. Yılmaz, ‘’Can J. Physiol Pharmacol dergisinin Nisan sayısında çıkan bu çalışmada, Tulane Üniversitesi’ndeki bu araştırmacılar insülin direnci gelişen kişilerin tedavilerinde çörek otunun önemini göstermişlerdir’’ şeklinde konuştu. İnsülin direncinin özellikle 45 yaş civarı kilo verme sorunu olan kişilerde mutlaka ölçülmesi gerektiğini ifade eden Yılmaz, ‘’HOMA indeksi kullanılarak kişinin insülin direncinin olup olmadığı değerlendirilir. HOMA indeksi 3.8’den büyük çıkan kişiler insülin direnci olan ve mutlaka izlenmesi ve tedavi edilmesi gereken kişilerdir’’ dedi.

30.12.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu

Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.
Kurumsal Linkler: Risale-i Nur Kongresi - Bediüzzaman Haftası - Risale-i Nur Enstitüsü - Yeni Asya Vakfı - Demokrasi100 - Yeni Asya Gazetesi - YASEM - Bizim Radyo
Sentez Haber - Yeni Asya Neşriyat - Yeni Asya Takvim oktay usta yemek tarifleri Köprü Dergisi - Bizim Aile - Can Kardeş - Genç Yaklaşım - Yeni Asya 40. Yıl