Abdil YILDIRIM |
|
İnsan tevâzu ile yükselir |
İstiyorsan gönüllerde kalmayı, Gönül meslek eyle gönül almayı Bırak saraylarda mermer olmayı, Toprak ol, bağrında güller açılsın. A.Y.
T evâzu, tekebbürün zıttı olup, gurur ve kibirden uzak olmaktır. Tevâzu en güzel insânî ve İslâmî sıfatlardandır. İnsana yakışan en güzel tavır, en tatlı simadır. Dostluğun, kardeşliğin, muhabbetin, birlik ve dirliğin, barış ve kardeşliğin yolu, tevâzu köprüsünden geçer. Tevâzu, alçakgönüllü olma hâlidir. Mütevâzi insanın gönül kapıları herkese açıktır. Her isteyen o kapıdan içeri kolaylıkla girer. Kibirlinin gönlüne girmek ise çok zordur. Çünkü onun etrafında gurur taşlarından örülmüş kalın bir duvar vardır. Kendisini herkesin üzerinde, herkesten üstün ve ayrıcalıklı bir yerde kabul eder. “Benimle görüşmek isteyen benim dereceme çıksın” der. Halbuki, o seviye insanlığın en alt derekesidir. Oraya çıkılmaz, ancak inilir. Kibirli insan kendisini minare tepesinde zanneder ama, aslında bulunduğu mekân, bir kuyu dibidir. Alçakgönüllü olmanın ne olduğunu anlamak için gönül ehli olmak gerekir. Pozitif bilimlerle, akıl ve mantık ölçüleri ile gönül hâlini idrak etmek mümkün değildir. Servet ve şöhret basamakları ile yükseldiğini zannedenler, aslında sefahat ve zilletin derekelerine doğru yol almaktadırlar. Aczinin ve fakrının farkında olarak mütevâzi bir hayat yaşayanlar ise, fazilet ve izzet yolunda yükselmektedirler. Zirâ alçakgönüllülük, eğilerek yükselmektir. Gönül ne kadar başını öne eğebilirse, insan o kadar fazilet ve kemâlâtın göklerine yükselir. “Alçakgönüllü ol ki yükselesin” sözü, bu hakikatı ifade etmektedir. Bediüzzaman Hazretleri, bu konuda da en ileri olduğunu, alçakgönüllüğün zirve noktasında bulunduğunu göstermiştir. “İnsan kendini beğenmese çatlar ölür” diye bir söz vardır. Üstad Hazretleri ise, bunun tam tersini söylüyor. “Ben kendimi beğenmiyorum, beni beğenenleri de beğenmiyorum” diyerek, alçakgönüllülüğün zirvesine oturuyor. Onun için bugün en itibarlı insanlar arasında yer almaktadır. Bu mütevâzi hâli, kendisini en muteber bir mevkiye taşımış bulunmaktadır. Şeytan kendini beğenip Cenâb-ı Hakk’ın emrine inkıyad etmediği (boyun eğmediği) için lânete maruz kalırken, “Kâlûbelâ” diyen ruhlar, secdeye kapandığı için rahmete nâil olmuşlardır. Toprak, en alçakgönüllü element olarak bilinir. Çünkü yüzü yumuşaktır. Her mihnete katlanır. Zalimi, mazlumu, âlimi, cahili üzerinde barındırır. Ayaklar altında çiğnenir, rüzgârlarla savrulur, sularla sürüklenir. Ama o, vefasından ve dostluğundan hiçbir şey kaybetmez. Üzerinde böbürlenerek yürüyenleri de, kendisini çiğneyip geçenleri de sonunda bağrına basar. Ne kin tutar, ne kir tutar. Toprak alçakgönüllü oldu da itibar mı kaybetti? Aksine, dünyadaki elementler arasında çok özel ve çok üstün bir yere sahip oldu. Zira insanın hamuru, çamurdan yoğrulmuştur. Topraktan yaratılan insan, diğer bütün yaratıklardan üstün kılınmış, “eşref-i mahlûkat” derecesine yükseltilmiştir. İnsanın yüzü yerde olmalıdır. Yüzü yerde olan insan, cesedinin topraktan geldiğini ve toprağa gideceğini bilir. Aslını, özünü hatırlar. Tekebbür yerine tevâzuyu meslek edinir. Böylece zilletten kurtulur, izzete kavuşur. Gözü hep yükseklerde olan, kendisini en büyük makamlara lâyık gören, burnu ile bulut yırtan insanların, ne halk nazarında, ne de Hak yanında bir değeri yoktur. Onlar, şu Âyet-i Kerime’nin ikazına muhatap olan bedbahtlardan başkaları değildir: “Yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Çünkü sen yeri asla yaramazsın, boyca da dağlara asla erişemezsin.” (İsrâ-37) 29.12.2009 E-Posta: [email protected] |