Sami CEBECİ |
|
Bartın ve Kastamonu ziyaretleri |
Bartın vilâyeti, Karadeniz sahiline kurulmuş şirin bir yerleşim yeridir. Yaklaşık elli bin nüfusa sahiptir. Önceden Zonguldak iline bağlı bir ilçeyken, daha sonra il olmuştur. Birkaç defa gittiğim Bartın’dan bir dâvet gelince hemen icâbet ettim. Son gittiğim tarihte, Başçavuş Nazmi Çelik Ağabey de oradaydı ve hizmete aktif bir şekilde sahip çıkıyordu. Sonra emekli olup Isparta’ya yerleşti ve şimdi yine ihlâsla Nur hizmetlerine sahip çıkmaya devam ediyor. Allah onu da, bizleri de son nefese kadar bu kudsî hizmette ihlâs ve istikamet dairesinde istihdam etsin. Dört buçuk saat sonra Bartın’a ulaştık. Şehir merkezinde Mehmet Güneş Ağabeyle buluştuk. İkindi namazını onun evinde edâ ettik. Bu arada Nazmi Çelik Ağabeyle telefonlaştık. Meğer bana dün gibi gelen yılların üzerinden on seneden fazla bir zaman geçmiş. Çünkü, Nazmi Ağabeyin emekliliğinin üzerinden on yıl geçmiş. Müfritâne irtibat prensibimizin bu kadar geciktirilmesine cidden çok hayıflandım. Gerçi boş durduğumuz yok Allah’a şükür. Ancak, şu hizmet bu hizmet derken Anadolu’nun ihmal edilmesi hiç münasip değildi. Nereden dâvet gelse gidiyoruz, ama, bunun bir plân dahilinde yapılmasının mutlaka zarurî olduğunu daha iyi anlıyordum. Gelemediğim yıllar içinde, Ereğli’nin de katkılarıyla Bartınlı kardeşler geniş salonlu bir dershane satın almışlar. Cumartesi akşamı, Zonguldak, Çaycuma, Ulus ve Amasra’dan gelenlerin de katılımıyla geniş salon iyice doldu. Dört saate yaklaşan ders ve sohbet, âdetâ birikmiş yılların kazasını edâ etmek gibiydi. Aynı dâvâya gönül vermiş insanların hasretle kucaklaşmaları, âhiret âlemlerine geçen sermedî manzaralar olarak ebediyet kazandı. Aynı gece bir otobüsüyle Ankara’ya döndük. Bartın’a giderken yanımdaki koltuk boştu. Cevşen ve birikmiş gazetelerimi okuyarak gitmiştim. Dönüşte, yanımda genç sayılabilecek bir yolcu vardı. Mola yerinden sonra bir hayli sohbet ettik. Kırk yaşlarında bir öğretmendi. Kalbinin temiz olmasını önemsiyor, namazın da bir şekilden ibâret olduğunu söylüyordu. Sohbetin sonunda “Her halde namaza başlasam iyi olacak” dedi. Günübirlik Bartın yolculuğu, 2009 Aralık ayının bir ziyareti olarak hatıralarıma geçti. Bir hafta sonra 25 Aralık Cuma günü İnebolu yolcusuyum. Biletimi, Pursaklar yazıhanesinden almış, Cuma namazını da üst taraftaki camide kılmıştım. Farzdan sonra yazıhaneye geldim. Görevliye “Son sünnet ve diğerlerini burada kılacağım beni unutma!” dedim. Zuhru âhiri kıldım ve içeri giren diğer görevliye “On iki arabası geldi mi?” diye sordum. “O araba yeni gitti” deyince bilet kesen arkadaşı çağırarak “Kardeşim! Ben biletli yolcuyum. Neden arabayı durdurmadın?” diye çıkıştım. “Ben seni Kastamonu’ya gidecek sandım” demesin mi? Kastamonu da olsa aynı arabaydı. İyice tepem attı. “Çabuk merkeze telefon et, arabayı durdursunlar. Bir taksi çağır beni yetiştirsin” dedim. Öyle yaparak otobüse yetiştim. Başka çârem de yoktu. Çünkü, o gün İnebolu’ya giden tek otobüstü. Böyle bir olay da ilk defa başıma geliyordu. Allah’tan vasıta uçak değildi. Yoksa “Sağa çeksin beni beklesin” diyemezdim. Bu da bir mâcera olmuştu. Beş katlı Yeni Asya İnebolu Temsilciliğinin geniş salonu seksen kişi civarında insanla doluydu. Çoğunluğunu gençler oluşturuyordu. Gençlik hizmetleri hârikaydı. Hayatını bu dâvâya vakfeden Burhan kardeş aktif olarak çalışıyordu. Üç saat boyunca ders ve sohbet ilgiyle dinlendi. Sorular soruldu cevaplar verildi. Cumartesi günü, öğle namazını müteâkip bir saat boyunca kalabalık bir gençlik grubuna, Üstadın hayatını ve dâvâsını hülâsa ettik. Herkes memnundu. Bediüzzaman’ın Küçük Isparta nâmını verdiği İnebolu kahramanlarına çok duâ ettiğini gözlerimle görüyordum. İbrahim Vapur kardeşimle birlikte on dört minibüsüyle Kastamonu’ya hareket ettik. Umumî dersleri Cumartesi akşamı yapılıyordu. İnebolu’dan Rasim Ağabeyle birlikte gelenler de derse katılmıştı. Dershanede kalabalık bir üniversiteli genç grup kalıyordu. Üstadın mânevî şahsiyetini ve üstlendiği kudsî vazifeyi nazara veren dersimiz yirmi üç otuza kadar sürdü. Ertesi günü, mülkiyeti satın alınan geniş dershaneyi de gösteren İbrahim Vapur şevk içindeydi. Bakiye kalan az bir borcu için duâ ettik. Pursaklar’a döndüğümde ikindi namazı daralmıştı. Edâ ettiğim zaman ruhumun rahatladığını hissettim. Aynı akşam, Pazar seminerleri çerçevesinde Abdülmecit Demirci kardeşim muhtevası yoğun olan seminerini Asya Nur Kültür Merkezinde takdim ediyordu. Plânlı çalışmalar meyvesini veriyordu. 30.12.2009 E-Posta: [email protected] |