M. Latif SALİHOĞLU |
|
Cuntayı ihbar cezası (1) |
İki gün sürecek yazımızın ana konusu, yakın tarihimizde yaşanan ibretlik bir cunta hadisesiyle ilgili. İspanyolca "hunta" diye okunan, ancak "junta" şeklinde yazılan "cunta" tâbiri, Türkçenin yanı sıra başka dillere de sirayet etmiştir. Mevcut düzen içinde gizlice teşkil edilen komitacılık faaliyetiyle eşdeğer anlamlar taşıyan cuntacılık, şayet silâhlı bir grup tarafından yapılıyorsa, buna "askerî cunta" ismi verilir. Cunta faaliyeti, şu sıralar Türkiye'nin gündemini de çalkalayıp duruyor. Meselenin nereden çıktığını, gelişmelerin nereden başlayıp hangi noktaya geldiğini ve bundan sonra neler olacağını herkes gibi biz de merak ediyoruz. "Darbe günlükleri"nde adı geçen "Sarıkız" ve "Ayışığı" meselesinden henüz kesin bir sonuç alınamadı. Şimdi de gündemde "İrtica ile mücadele eylem plânı" belgesi meselesi var. Tartışma, dehşetli bir cunta faaliyetini yansıtan bu belgenin gerçek mi, yoksa sahte mi olduğu noktasında düğümlenmiş durumda. Önümüzdeki süreçte, bakalım bu düğüm nasıl çözülecek... Doğrusunu söylemek gerekirse, düğümün çözülüp çözülmeyeceği de meçhûl. Zira, geçmişteki örnekler bu noktada bize yeterince bir ümit ve teselli vermiyor. Dolayısıyla, onlardan da ders alarak meselenin üzerine gidilmesi gerekir diye düşünüyoruz. Bu girizgâhtan sonra, şimdi asıl konumuza dönelim...
Cunta–darbe ilişkisi
Türkiye'deki darbeler, ihtilâller, müdahaleler tarihine baktığımızda, her darbe öncesinde bir "askerî cunta" faaliyetinin yürütüldüğü gerçeğine şahit olmaktayız. Bu cunta faaliyetleri, başı, sonu, yapılanma ve karakteristik özellikleri itibariyle çeşitlilik arz ediyor. Gizliden yürütülen faaliyet, şayet başarıya ulaşır ve nihaî darbe gerçekleşirse, cuntanın elebaşıları da birer kahraman olup çıkıyor. (Evren Paşanın "Evrensel"leştirilmesi gibi...) Başarısızlık halinde ise, farklı ihtimaller söz konusu. Meselâ: Duruma göre vaziyet alınır. Mahkeme kararları askerî maslahata göre neticelendirilir. Sanıklar, bazan tenzil–i rütbe ile cezalandırılırken, çoğu kez terfi–i rütbe ile mükâfatlandırılır. Kişi, şayet büsbütün hiyerarşi dışına çıkar, hodserâne gider ve cuntacılık sıtmasından kurtulamayacak gibi bir durum söz konusu olursa, o takdirde ölüm/idam dahil en ağır cezaların verilmesi cihetine gidilir. (1964'te İsmet Paşanın tâbiriyle "Talat ve üç–beş adamı"na revâ görülen muamele gibi...) Albay Talat Aydemir, ordu içinde yaptığı cunta faaliyetleriyle bir kaç kez darbe teşebbüsünde bulundu. "Islâh ve iflâh olmaz" bir cuntacı olmanın yanı sıra, ayrıca "Dengesizin biri" olduğuna da kanaat getirilince, askerî mahkemece idam edilmesine karar verildi.
Diğer bazı cunta faaliyetleri
Belleklerde yer eden bir başka cunta da 27 Mayısçı Korgeneral Cemal Madanoğlu'nun başını çektiği "9 Mart Cuntası"ydı. 1971 yılı başlarında darbe plânı yapmaya başlayan bu cuntanın önünü dönemin kuvvet komutanları kesti. Ancak, onlar da "12 Mart Cuntası"nı kurarak, seçimle işbaşına gelmiş Adalet Partisi hükümetine zehir zemberek bir muhtıra vermek sûretiyle, ara ve kara bir siyasî dönemin (ayrıca sürekli değişen koalisyonlar devrinin) müsebbibi oldular. * * * Bu arada, 12 Eylül (1980) Darbesinin öncesinde ve 28 Şubat (1997) Sürecinde bir dizi cunta faaliyetinin yapıldığına dair, ortaya yığınla bilgi/belge çıktığını da hatırlatmakta fayda var. II. Ordu komutanı Org. Bedrettin Demirel'in itirafıyla 12 Eylül öncesindeki "darbeyi olgunlaştırma" beklentisi ve 28 Şubat sürecinde yaşanan Susurluk Vak'ası ile Batı Çalışma Grubunun işportaya kadar düşen irtica raporları, bu dönemlerde ne tür cunta faaliyetlerinin yapıldığına dair önemli işaretler vermektedir. Bu cuntacılardan hiçbiri herhangi bir cezaya çarptırılmazken, bundan ta elli sene evvel yapılmış acip bir cunta faaliyeti ise, üst kademe tarafından neredeyse madalya ile ödüllendirilecek derecede itibar görmüştür. Üstelik, cezalandırılma kısmı da, cuntacılık yapanlara değil, bu kànun dışı faaliyeti deşifre eden kişiye mahsus kılınmış, ne yazık ki... (NOT: "Islak imzalı belge" konusunda, şimdi de benzer bir ihtimalin söz konusu olduğuna dair ciddî şüpheler, endişeler var. Biz bu meselede, birçok noktada tenkit ettiğimiz hükümetin yanında; cuntacılık gibi hukuk ve demokrasi dışı müdahalelerin ise bütünüyle karşısındayız. Aynen geçmişte olduğu gibi...) Yani, cuntacılık yapan ve ileride darbecilerle birlikte hareket edecek olanlar terfi ettirilip muteber görülürken, işlenen suçu ihbar eden subaya ise, çok ağır bir bedel ödetildi. Başını "Nurcu düşmanı" Korgeneral (1957'de Yarbay) Faruk Güventürk'ün çektiği anlaşılan o cunta olayını bugün itibariyle daha net görebilmekte ve yaptıklarını daha rahatça ifade edebilmekteyiz. Yakın tarihimizin son derece düşündürücü bu ibretli sayfasının detaylarını ise, bir sonraki yazıda ele almaya çalışalım.
(Devamı var) 31.10.2009 E-Posta: [email protected] |