Faruk ÇAKIR |
|
Dizi dizi yanlış |
Tehlike devam ettiği için ‘80 defa dahi olsa’ tekrarlamak durumunda kaldığımız bir konu var: Çocuklarımız televizyon başta olmak üzere ‘sanal dünya’nın esiri oldu! Hemen şu soru akla gelebilir: Çocuklarımız esir oldu da biz esaretten kurtulabildik mi? Keşke bu soruya “Kendimiz de, çocuklarımız da bu esaretten kurtulduk” cevabını verebilseydik! Hakikaten bu konu çok önemlidir. Çünkü bu esaret, insanların sadece dünya hayatını değil, ahiret hayatını da tehdit ediyor. Bu tehlikeye dikkat çeken çok sayıda açıklama yapılıyor, fakat ne hikmetse gerekli tedbirler alınmıyor. Bu açıklamalardan birini de İnönü Üniversitesi Turgut Özal Tıp Merkezi Çocuk Psikiyatrisi Ana Bilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Özlem Özcan yapmış. Özcan, televizyonlarda uygun olmayan görüntülerin çocuklara izlettirilmesinin istismar olduğunu, sihirli, büyülü ve cinsel içerikli dizilerin çocukları olumsuz etkilediğini söylemiş. (AA, 30 Ekim 2009) İnsaf ehli biri çıkıp, “Hayır, sihirli, büyülü, cinsel içerikli dizi ve filmler çocuklarımıza faydalıdır” diyebilir mi? diyemez ve bu güne kadar büyük ölçüde diyen de olmadı. Fakat buna rağmen ciddî mânâda tedbir alan da olmadı. Tehlikenin büyüğü şurada: Geçmış yıllarda, mütedeyyin insanlar nisbeten de olsa bu tehlikenin farkındaydı. Mümkün olduğunca başta çocukları olmak üzere kendilerini bu afetten korumaya gayret gösteriyorlardı. Fakat yıllar ilerledikçe TV başta olmak üzere ‘sanal âlem’ tehlike olarak görülmemeye başlandı. Kimi ‘bizim kanal’lara çocuklarını teslim etti, kimi de ‘Bu zamanda başka çare yok’ bahanesine sığındı. Neticede tehlike bütün engelleri aşıp evlerimizin içine girdi. Elbette bu tehlikeye karşı tedbir almak ve kendini korumak kolay değil. Tedbir alabilmek için önce tehlikenin farkına varmak gerekiyor. Can damarımızı kemiren ‘sanal âlem’i düşman görmeyip, dost bilirsek kendimizi bu afetten korumamız da mümkün olmaz. Uzmanların dikkat çektiği bir nokta var. Onlara göre ‘çocuğun televizyon izleme saatleri ve izleyeceği programın anne ve babalar tarafından belirlenmesi’ gerekir. Belki doğru bir tesbit, fakat ne ölçüde uygulanabilir ki? Hani, sigara içen anne-babanın çocuklara ‘sigara zararlıdır, içme’ demesi tesirli olmuyor da, sabah-akşam TV izleyen anne babanın, “Çocuğum, sen TV izleme, zararlıdır” demesi onları ikna edebilir mi? Uygulanması “zor” ama kalıcı olan çare şudur: İmkân varsa TV’yi evimize sokmamalıyız. Elbette bu yolun çare olduğunu kabul etmek ve ettirmek kolay değil. Pek çok kişi, “Bu çağda bu anlayış, bu tavır, bu uygulama olur mu? Dünya ‘ay’a gidiyor, siz ne tavsiye ediyorsunuz?” diyebilir. Fakat hayatın gerçekleri de bunu dikte ediyor. Geçmiş yıllara nisbetle bu konuda sürpriz çıkışlar yapan ve TV’yi “zararlı” kabul eden kişiler var. Hatırlatmaya bile gerek yok ki burada şikâyet konusu olan TV ya da sanal âlemdeki “programlar”dır. Elbette doğru dürüst programlar olsa TV’lerden ya da ‘sanal âlem’den istifade etmek mümkündür. Ama uygulama maalesef böyle değildir. Bugün itibarıyla sadece ‘reklâm’ların verdiği zararı telâfi etmek bile kolay değildir. Reklâm adı altında izlediğimiz görüntüler çocuklarımızı ve bizi mahvetmektedir. Haberimiz olsun! 31.10.2009 E-Posta: [email protected] |