Aile-Sağlık |
Grip salgını kan bağışını etkileyecek mi? KIZILAY İzmir Kan Merkezi Müdür Yardımcısı Burak Yurdakul, kış aylarında ulaşımdan kaynaklanan sorunlar ve mevsimsel hastalıklar sebebiyle kan bağışı toplanmasında düşüşler olduğunu, bu sorunu düzenli kan veren gönüllüler sayesinde aşmayı umduklarını söyledi. Yurdakul, İzmir gibi kışı çok sert yaşamayan illerde sık olmamakla birlikte, kışı çetin yaşayan yerlerde kan bağışı yapmak isteyenlerin iklim şartları dolayısıyla ulaşım sıkıntısı çektiğini ve bağış oranlarının buna bağlı olarak düştüğünü belirterek, ‘’bu sorunu gezici araçlarımızla çözmeye çalışıyoruz, ancak kış koşulları bazı ilçelere ulaşmayı zorlaştırıyor’’ diye konuştu. Ulaşım sıkıntılarına ek olarak, kışın yaşanan mevsimsel hastalıkların da kan bağışının azalmasına sebep olduğunu ifade eden Yurdakul, kış aylarında enfeksiyonların artmasının, kişilerin dirençlerini kırdığını, bunun da kan bağışı üzerinde olumsuz etki yaptığını kaydetti. Kış aylarında sıkça görülen gribe ek olarak bu yıl domuz gribi tehlikesinin de bulunduğunu söyleyen Yurdakul, ‘’grip salgınları geniş kitlelere ulaşırsa, bu elbette ki bizi de etkileyecektir’’ dedi. Yurdakul, kan merkezleri olarak yurt dışından gelen kişilerin, yurda dönüşlerinin üzerinden iki hafta geçmeden bağış kabul etmediklerini, Dünya Sağlık Örgütünün riskli ülkeler listesine dahil ettiği yerlerden gelen kişilere karşı özellikle titiz davrandıklarını da kaydetti. Ülke genelinde kan stoklarında iniş çıkışlar yaşanmasının önüne geçebilmek için, düzenli kan bağışçılarının sayısını arttırmak gerektiğini ifade eden Yurdakul, Kızılay olarak her yıl düzenli bağışçıların sayısının arttığını özlemlediklerini, bunun da kendilerini mutlu ettiğini söyledi. Antibiyotik tedavisi gören kişilerin, son antibiyotik kullanımının üzerinden 3 gün geçtikten sonra, kendilerini iyi hissetmeleri durumunda kan verebileceklerinini kaydeden Yurdakul, kan vermenin grip ya da soğuk algınlığı geçiren kişiyi daha güçsüz yapmayacağını, iyileştikten sonra, kişi kendisini iyi hissediyorsa, rahatlıkla kan verebileceğini belirtti. İzmir açısından bakıldığında, son bir yılda, kan bağışının yüzde 50 oranında arttığına işaret eden Yurdakul, kendini iyi hisseden vatandaşlara, yaklaşan kışı da düşünerek kan bağışlamaları çağrısı yaptı. |
31.10.2009 |
Sihirli ve büyülü diziler çocukları olumsuz etkiliyor İNÖNÜ Üniversitesi Turgut Özal Tıp Merkezi Çocuk Psikiyatrisi Ana Bilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Özlem Özcan, televizyonlarda uygun olmayan görüntülerin çocuklara izlettirilmesinin istismar olduğunu, sihirli ve büyülü muhtevalı dizilerin çocukları olumsuz etkilediğini bildirdi. Doç. Dr. Özlem Özcan, yaptığı açıklamada, çocuğun televizyon izleme saatleri ve izleyeceği programın anne ve babalar tarafından belirlenmesi gerektiğini ifade etti. Çocuğa iyi birer rol model olunması için anne babanın kendisinin de saatlerce hiçbir şey yapmadan televizyon izlemekten kaçınması gerektiğini bildiren Özcan, somut düşünce sistemleri gelişmediği için çocukların izlediği birçok şeyi gerçek olarak algıladıklarını söyledi. Son dönemlerde sihirli, büyülü filmlerin yanı sıra şiddet muhtevalı filmlerin de çokluğuna dikkati çeken Özcan, şöyle konuştu: ‘’Son zamanlarda da sihirli, büyülü diziler yoğunlukta. Bunlarla beraber cinsel içerikli diziler çocukları çok olumsuz yönde etkileyebiliyor. Çocukların somut düşünce sistemleri gelişmediği için dizideki olayları hayal ve gerçek ayrımı yapamadıkları için gerçek olarak algılayabiliyorlar. Zaman zaman kliniğimize başvuran çocuklarda görüyoruz. Bir diğer konu da dizilerin çok fazla şiddet içermesi. Bu da çocukların şiddet davranışını normalize etmesine neden oluyor. Şiddet artık gün içinde, ev ve okul yaşantısında normal bir davranış haline geliyor.’’
“UYGUN BİLGİ UYGUN ZAMANDA UYGUN KİŞİ TARAFINDAN VERİLMELİ’’
SON zamanlarda kamuoyu önünde tartışılan filmlerdeki cinsel muhtevalı sahnelerin de çocuklar üzerindeki etkisine değinen Özcan, ailenin mutlaka bir filtreleme görevi yapması gerektiğini kaydetti. Özcan, şöyle devam etti: ‘’Cinsel kimliğinin gelişimi açısından uygun olan zamanda uygun bilgileri uygun olan kişiden alması gerekiyor. Ama çok küçük yaştaki bir çocuğun uygun olmayan görüntüleri izlemesi veya izlettirilmesi aslında çocuğun istismar edilmesi anlamına geliyor. Aile, mutlaka çocuğun hangi programı ne kadar izleyeceğine çocukla beraber karar vermesi gerekiyor.’’ |
31.10.2009 |
Depresyona karşı sorun çözme terapisi AYDIN Adnan Menderes Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof Dr. Mehmet Eskin, psikolojik rahatsızlığı olan insanların günlük hayatta karşılaştıkları sorunları kendi başlarına çözemediğini, bu sebeple sorunlarını çözemeyenlere yönelik uygulanan sorun çözme terapisi yardımıyla, depresyondakilerin yüzde 95’inin iyileştiğini gördüklerini bildirdi. Eskin, yaptığı açıklamada, depresyon ve intiharın önemli bir halk sağlığı sorunu olarak ortaya çıktığını belirterek, özellikle gençler arasında intihara bağlı ölüm oranlarının düşük olmasına rağmen, intihar düşünce ve girişimlerinin yaygın olduğunu bildirdi. Kişinin hayatını kendi eliyle sonlandırma isteğinin altında yatan süreçlerin karmaşık olduğunu; biyolojik, psikolojik, toplumsal bir çok etmenin birlikte rol oynamasıyla harekete geçtiğini dile getiren Eskin, insanları, kendini öldürmeye iten en önemli nedenlerin başında psikiyatrik rahatsızlıkların geldiğini vurguladı. Eskin, psikolojik rahatsızlıkları olan insanların günlük karşılaştıkları olayları çözemediklerinin görüldüğünü, insanların kendi sorunlarını çözebilmelerinin önemli bir başarı sayıldığını belirtti. İntihar eden, depresyona giren insanların önemli bölümünün problem çözme becerilerinin yeterli düzeyde olmadığını vurgulayan Eskin, bu kapsamda sorun çözme terapisinin intihar ve depresyonu önlemeye etkileri üzerine 5-6 yıl süreyle araştırma yürüttüklerini anlattı. Bu araştırmanın sonuçlarının ABD’de konuyla ilgili bir dergide yayımlandığını ve sonuçları kitap halinde bastırdığını da ifade eden Prof. Dr. Eskin, kitaba konu olan araştırmayla ilgili de şu bilgileri verdi: ‘’Araştırma kapsamında Aydın Lisesi, ADÜ ve ODTÜ’nden depresyon tanısı konulan toplam 46 öğrenciyi terapiye aldık. Öğrencilerden 27’si üzerinde altı seans süren ve haftada bir kez gerçekleşen sorun çözme terapisi uyguladık, diğer öğrencileriyse beklettik. Daha sonra gençlerin hepsini benlik saygısı, özgüven, intihar riskleri, problem çözme becerileri, insanlar arası ilişkiler konularında ölçmeye tabi tuttuk. Yapılan ölçümlerde, sorun çözme terapisi alan tedavi grubunun, tedavi sonrası depresyon ve intihar riskinin, tedavi öncesine göre düştüğünü tesbit ettik. Bekleme sürecindeki öğrencilerin ise sorun çözme ve risk faktörleri aynıydı. Tedavi gören grubun benlik saygısı, özgüveni, kişiler arası ilişkilerinin de arttığını belirledik. Bu durum sorun çözme terapisinin depresyon ve intihar risklerini düşürdüğünü ortaya koydu. Tedavi sonrası yüzde 95 oranında bu kişilerin depresyondan kurtulduğunu gördük. Beklemeye alınanların ise iyileşme oranı ancak yüzde 10’da kaldı.’’ Sorun Çözme Terapisi’nin son derece etkili bir yöntem olduğunu ifade eden Prof. Dr. Eskin, Türkiye nüfusunun son derece genç bir nüfus olduğu göz önüne alındığında, bu yöntemin ulusal sağlık ve ülke ekonomisine çok büyük katkı sağlayacağını sözlerine ekledi. |
31.10.2009 |