Cumhuriyet neslini yakın tarihin gerçeklerinden bilerek mahrûm bırakan jakoben (*) bir zihniyetle karşı karşıyayız.
Jakobenist anlayış, sırf "resmî ideoloji"yi korumak ve idame ettirmek uğrunda herşeyi mübah gördüğü için, yakın tarihimizde yaşanmış pekçok hadisenin bilinmesini istemiyor. Bunları kasıtlı şekilde kapalı tutmaya çalışıyor. Yer yer üstü açılan, yahut mürûr–u zamanla yırtılan yerleri de yamamaya çalışıyor. Tâ ki, cebren ve hile ile elde etmiş olduğu hâkimiyeti kaybetmesin, devam ettirsin.
Ancak, bu zihniyetin yine de "tarih mahkemesi"nden kaçıp kurtulmasına imkân ve ihtimal yok.
Dâvâ, jakobenizm "hâk ile yeksân" oluncaya kadar da devam edecek.
Ne var ki, çok büyük ve ehemmiyetli olan bu dâvâ, aynı zamanda çok dosyalıdır. Meselâ, bunların bir kısmını satır başlarıyla da olsa, şu şekilde sıralamak mümkün:
1) Mahiyeti meçhûl cinayetler
1923'ten itibaren hükümet merkezi olan Ankara işlenen siyasî cinayetler (Ali Şükrü Bey, Nureddin Paşa cinayeti...) var. Bunların tetikçi failleri az–çok bilinmekle birlikte, korku ve dehşet uyandıran ve millî iradeyi hedef alan bu hadiselerin mahiyeti üzerindeki esrar perdesi henüz aralanabilmiş değil. Oysa, en önemli nokta budur: Bu cinayetlerin karanlıkta kalan azmettiricileri kim/kimlerdir ve asıl maksatları neydi? Meselenin bu can alıcı yönünün tarih mahkemesinde görüşülmesi ve sorgulanması lâzım.
2) Lozan'ın gizli mimarları
Üzerinden 85 yıl geçtiği halde, Lozan Antlaşmasının hâlâ karanlıkta kalan bazı noktaları var: "Misâk–ı Millî"nin masada iğdiş edilmesi ve şaibeli bazı isimlerin orada aktif rol oynaması gibi. Meselâ, eski İstanbul Hahambaşısı Haim Naum'un orada işi neydi? Millet Meclisinin kararı ve iradesi dışında devreye giren ve Lozan'da İsmet Paşanın en has adamı rolünü oynayan bu azgın Yahudi'nin asıl maksadının ne olduğunu ve Türkiye ile alâkalı ne tür işler takip gördüğünü esaslı bir şekilde masaya yatırmak gerekiyor.
3) Sarık–Şapka dâvâları
Meclis tarafından kabul edilen ve 28 Kasım 1925'te (83 yıl önce bugün) resmen yürürlüğe giren "Şapka Kànunu" sebebiyle, sayısı bilinemeyecek kadar çok vatandaşın canı yandı. Bir kısmı idam edildi, bir kısmı da en ağır cezaya çarptırıldı. Hz. Peygamber'in (asm) bir sünneti olan sarık yasaklanırken, memurlara ise şapka giyme mecburiyeti getirildi. Söz konusu kànun halen yürürlükte olmasına rağmen, memurlar uzun zamandır şapka giymiyor. Bu, ciddî bir paradoks değil midir? Madem ki, bu kànun işlemiyor, yahut işletilemiyor, o halde niçin mer'iyetten kaldırılamıyor? En önemlisi de, binlerce vatandaşın canını yakan "Şapka kànunu"nu zorla ve dayatmalarla uygulatmanın asıl maksadı neydi?
4) İthal kànunlar, moda kültürler
1926'dan itibaren bize ait ne varsa terk edilerek, Avrupa'nın çeşitli ülkelerinden kànunlar, modalar, kültürel unsurlar ithal edildi. Bunlara neden ihtiyaç duyuldu? İktidardaki Halk Partisi, bunları isteyip istemediklerini gidip halka sordu mu? Hatta, sorma ihtiyacını duydu mu? Dahası, Türklerle, Türklerin kültür ve medeniyetiyle zerrece bir alâkası bulunmayan bu Frengistan kaynaklı hayat tarzına niçin "Türklük" etiketi yapıştırıldı? Bunlarda Türk'e ait ne vardı ki, adına Türk Medenî Kànunu, Türk Ceza Kànunu, yahut Türk Harfleri denildi? Bütün bunların tarih mahkemesinde esaslı bir şekilde sorgulanması lâzım.
5) Dini dışlayan eğitim
1924'ten itibaren, Medreselerin resmen kapatılması ve "Tevhid–i Tedrisatn" yürürlüğe girmesiyle birlikte, din dışı ve hatta din karşıtı bir eğitim politikası tatbik edildi. Dinî eğitim–öğretim, tamamiyle kâğıt üzerinde kaldı. 1928'den itibaren de, başta Kur'ân olmak üzere dinî bütün eserlerin basılması, yayınlanması, okutulması yasaklandı. Hatta, Kur'ân hattıyla yazılmış bütün kitâbeler, tablolar, levhalar, serlevhalar dahi, ya üzeri sıva ile kapatıldı, ya da kırılarak imha edildi. İşte, iç bünyeye sinmiş olan bin yıllık kültür ve medeniyete karşı girişilmiş olan bu yıkıcı ve hasmane tatbikatın hesabı da sorulması gerekir? Tabiî, yine tarih mahkemesinde.
* * *
Bir sonraki yazıda, soyadı fecâati, değiştirilen yer isimleri, mason teşkilâtının kapatılma gerekçesi, kumpaslar, tertipler, tekelci politikalar, göstermelik hürriyet, tesettür dâvâsı ve tarikat yasağıyla ilgili uygulamalara da kısaca değinmeye çalışalım.
...............................................
(*) Büyük Fransız İhtilâlinden (1789) sonra popüler hale gelen "jakoben" tâbiri, daha ziyade katı rejim muhafızları için kullanılır. Jakobenlere göre, asıl olan rejimin ve rejime ruh veren ideolojinin korunmasıdır. Bunun için, kanlı terör eylemleri dahil, her yola başvurmakta kendilerini haklı görürler.
28.11.2008
E-Posta:
[email protected]
|