Halk Partisinin (CHP) "çarşaf açılımı", tahmin edileceği gibi şiddetli tepkilere, şok dalgalanmalara, hatta yer yer şaşkınlıklara yol açtı.
Bu açılımı samimî bulan var, bulmayan var. Bunu bir "seçim yatırımı" olarak gören var, görmeyen var. Baykal ve ekibinin oy kaygısıyla "dini istismar" ettiğine inanan var, inanmayan var. Hatta, Baykalcıların "din istismarcılığı" yapanların önünü kestiğini iddia edenler bile var.
Bu arada, Baykal ve ekibine yönelik en sert eleştirilerin, en şiddetli tepkilerin, kendisini "öz hakiki Atatürkçü" diye lanse eden "devrimci laik cumhuriyet" savunucuları tarafından geldiğini hatırlatmakta fayda var.
Meselâ, Sabah gazetesi yazarı Hıncal Uluç gibi... Konuyla ilgili dünkü (25 Kasım 2008) yazısına üç kere "Hayır. Hayır. Hayır!" diyerek başlayan, "Atatürk'ün partisinde çarşafı kabul etmeme, sindirmeme imkân yok" diyerek isyanını seslendiren ve yine "Bu ülkede demokrat ve liberal geçinen, Atatürk antipatileri olarak bilinen ve 'Atatürk Cumhuriyeti'nden nefret edenlerin alkışladıkları bu eyleme, bir Atatürk Cumhuriyetçisi nasıl göz yumabilir?" şeklindeki isyankâr soruyu hedefe doğru bir ok gibi fırlatan Uluç, savunmasının en büyük gerekçesi olarak da, M. Kemal'in 23 Ağustos 1925'te Kastamonu'da sarf ettiği şu sözleri gösteriyor: "Biz, her nokta–i nazardan medenî insan olmalıyız. Fikrimiz, zihniyetimiz, tepeden tırnağa kadar medenî olacaktır. Medenî ve beynelmilel kıyafet, milletimiz için lâyık bir kıyafettir; onu giyeceğiz."
Hıncal Uluç'la aynı cephede yer alarak, şiddetli taarruz ateşiyle CHP lideri Baykal ve ekibini bunaltmaya çalışan hemen her kesimden (asker, akademisyen, siyasetçi, gazeteci...) insan var. Buna karşılık, onlara "Aferin! Bravo! Vallahi de helâl olsun" diye alkış tutanlar ve "Sakın ola, geri adım atmayasınız" diye Baykalcılara tembihte bulunanlar da var.
Lehte ve aleyhte ortaya çıkan bütün bu tepkileri normal karşılamak mümkün.
Ne var ki, CHP'nin siyasî ve sosyal cenahlarda dalgalanmalara yol açan ve "U dönüşü" gibi algılanan şu "çarşaf açılımı"nda fazlaca şaşırmaya, yahut şaşkınlığa düşmeye hiç gerek yok.
Zira, bu partinin mâzisinde benzer daha başka "U" dönüşleri de var. Onlara baktığımızda, şimdiki vaziyetin şaşırtıcı olmadığını, fazla bir anormallik arz etmediğini görürüz.
Evet, şimdiye kadar "başörtüsü karşıtlığı"yla bilindikleri halde, bugün ise çarşafa bile "yeşil ışık" yakacak bir noktaya gelen Halk Partililer, geçmişte de benzer manevraları yaşamak mecburiyetinde kalmışlardır. Bunu, belki mecburiyetten yapmışlardır. Belki de bitip tükenmemek, silinip yok olmamak için yapmak mecburiyetinde kalmışlardır.
Meselâ, önce imam–hatip okullarını kapamak ve yıllar sonra açmak; meselâ, "Muhammedî ezan"ı önce yasaklamak ve yıllar sonra serbest bırakmak; meselâ, Köy Enstitülerini âlâ–yi vâlâ ile açıp, sonra da adım adım kapatılmasını istemek gibi...
Şimdi, yakın tarihte yaşanan bu konulara sırasıyla ve kısaca değinmeye çalışalım. Tâ, CHP'nin bugünkü "U" dönüşünün mahiyeti daha iyi anlaşılabilsin.
İmam Hatip Kursları
3 Mart 1924'te çıkartılan Tevhid–i Tedrisat Kànunu, doğrudan doğruya Halk Partisinin eseridir. Patent, ona aittir.
Bu kànuna göre, kapatılan medreselerin yerine İmam Hatip Mektepleri açılacak ve bu mekteplerde güyâ din–iman eğitimi–öğretimi yapılacaktı.
Ama, ne gezer? Avrupa'dan ithal fen ve özellikle felsefe dersleri alabildiğine yaygınlaştırılırken, dinî eğitim ve öğretim bütünüyle terk edildi. Dinsiz, imânsız, Kur'ân'sız bir nesil yetiştirilmeye çalışıldı.
Mânevî buhran, 1940'lı yıllarda had safhaya çıktı. Bilhassa köylerde, evlenenlerin nikâhını kıyacak, vefat edenler için gerekli dinî vecibeleri deruhte edecek imamlar, hocalar, din görevlileri bulunamaz bir hale geldi. Yer yer başgösteren gerilim ve huzursuzluk, tehlikeli boyutlara çıktı.
Bu durumdan telâşa kapılan iktidardaki Halk Partisi, "U" dönüşü yaparak 1949'da "İmam Hatip Kursları"nı açmak mecburiyetinde kaldı. İlk etapta 10 ay süreli bu kurslar, Demokrat Parti zamanında 7 (4+3) yıllık İmam Hatip Okullarına çevrildi.
"Muhammedî ezan"a dönüş
Türkiye'de tek parti iktidarı devresinde uygulanan "Türkçe ezan" ucûbesi de, yine Halk Partisinin bir eseri olarak tarihe geçti.
İlk "Türkçe ezan" 3 Şubat 1932'de İstanbul Fatih Camii'nde okutturuldu. Diyanet İşleri Başkanlığının 18 Temmuz 1932 tarihli genelgesi ile, ezanın sadece Türkçe okunmasına karar verildi. Bunun aksine hareket edenlere ise, bilâhare hapis ve para cezası getirildi.
Şarkı okur gibi uygulanan bu tarz, 16 Haziran 1950'ye kadar devam etti. O gün Millet Meclis'inde yapılan görüşmeler esnâsında, DP'nin "ezanın aslına çevrilmesi" teklifine, CHP grubu da (son anda) tam destek vereceğini ilân ederek, kamuoyunda adeta şok etkisi meydana getirdi. (Partinin görüşünü Trabzon mebusu Cemal Eyüboğlu açıkladı. Bkz: Zabıt Ceridesi, 16 Haziran 1950)
İsmet Paşa ile bir–iki partili hariç, Meclis'teki hemen bütün CHP'liler, 18 yıl evvel yasaklamış oldukları "Muhammedî ezan"ın serbestliği yönünde oy kullandı.
Köy Enstitüleri
1940 yılından itibaren, Türkiye'nin birçok yerinde yatılı, karma eğitimli Köy Enstitüleri açıldı. Maksat, köy okullarına öğretmen yetiştirmekti. Meslekî yönden mâkul gibi görünen bu tarz eğitimin asıl gayesi, ailelerinden kopartılmış çocukları ahlâkî ve mânevî yönden zaaf ve mahrûmiyet içinde bırakmaktı. Nitekim, bir müddet sonra yüz kızartıcı bazı durumlar yaşandı
1946'da, bu okulları açtıran CHP'nin içinde şiddetli bir muhalefet cephesi oluştu. DP'nin de korkusuyla, bu okulların statüsünü değiştirmek ve bir müddet sonra da kapatmak mecburiyeti hâsıl oldu.
Sonuç: Yaşanan son gelişmeleri büyük bir endişe ve telâş içinde takip edenler, Baykal ve ekibine diyorlar ki: Beyler! Bakın, iş bununla kalmayacak, Yarın, üniversite ve diğer devlet dairelerinde de benzer durumlar yaşanacak. Dahası, çarşaflı bir kadın milletvekili, bakan, başbakan, parti başkanı hatta cumhurbaşkanı bile olabilecek...
Benzer tarzdaki reaksiyonel endişeler, aslında diğer "U" dönüşleri zamanında da hep yaşanageldi. Ancak, bunların ne derece yersiz ve tutarsız olduğunu yine zaman gösterdi.
26.11.2008
E-Posta:
[email protected]
|