Hürriyet'in web sitesinde günlük yazılar yazan Yaşar Nuri Öztürk, bir kızmış, bir köpürmüş ki, yanına yaklaşılır gibi değil.
Eski "İlâhiyat Hocası", şimdi ise en hızlı "Kemalist politikacı" Öztürk, önceki hafta M. Şevket Eygi ile köşe yazıları kanalıyla çok hiddetli, öfkeli, küfür ve hakaretlerle dolu bir polemik yaşadı. İsim vermeden de olsa, birbirine demediğini bırakmadılar.
İşte, bu yüksek tansiyonlu polemiğin etkisiyle olacak, geniş kitleleri de hedef alan zehir zemberek yazılar yazmaya koyuldu. Kalibresini öğrenmek için, sadece dün ve evvelki gün (25–26 Kasım 2008) çıkan yazılarına bakmak yeterli.
Birinci yazısının başlığı "Atatürk'e saldırının öteki adı"; ikinci yazısı ise, "Laikliğe iki koldan saldırı" şeklinde.
Kendini Atatürk ve laikliğin en yaman savunucusu olarak gören Öztürk, kendince tarif ettiği saldırganlara ise, bütün huşûnetiyle mukabil saldırılarda bulunuyor.
Ne var ki, bu arada kendi kendisiyle çok yaman bir çelişkiye düşüyor. Muhtemelen de, bu çelişkinin gayet iyi farkında olup, bunu bile bile yapıyor.
Bakın, birinci yazısının ilk cümlelerinde aynen şunları söylüyor: "Atatürk'e saldırı, elle tutulur bir noktaya getirildiğinde, laik Cumhuriyete saldırı halini almaktadır. Laik Cumhuriyet'e saldırı, son yıllarda, Batı'nın, özellikle Avrupa'nın ve özellikle de AB ülkelerinin pervasız ve cepheden vuruşlarıyla sergilenmektedir."
Öztürk, iddiasını ispat sadedinde ise, şu misâli veriyor: "AB'den, Atatürk ve laiklik konusunda 'dostça' yaklaşımlar beklenirken, bir baktık Avrupa Parlamentosu denen ırkçı, bölgeci grup bir bildiri yayınlayarak Kemalizmin Türkiye'nin yolunu tıkadığını ilân etti. Bildirinin dayanığı raporda 'Türk anayasası, Kemalist anlayış üzerine oturan bir anayasadır' deniliyor."
Bu minval üzere misâlleri sıralayan Öztürk, genelde Hıristiyan Batıya, özellikle de AB üyesi ülkelerin raportörlerine verip veriştiriyor. Onlara en ağır ithamlarda bulunmaktan çekinmiyor. Onlara, adeta "Siz bizim işimize ne karışıyorsunuz? Bizim kànunlarımızın, anayasamızın 'sürekli korku ürettiği'ni ne hakla iddia ediyorsunuz? Yoksa siz Türkiye'yi bölüp parçalamak mı istiyorsunuz? Türkiye'nin Kemalizm ve laiklikle ayakta durduğunu bilmiyor musunuz?" dercesine, kendince hem ders, hem cevap veriyor.
Halkımızın yüzde 60'ının AB üyeliğine taraftar olduğunu bile bile salvo atışlarını aralıksız şekilde sürdüren "ilke ve inkılâp savunucusu" Yaşar Nuri Öztürk'e bu noktada fren koymak ve can alıcı bazı soruları yöneltmek durumundayız.
Sayın Öztürk, hem bütün Avrupa'ya adeta savaş açmak, hem de "Atatürk ilke ve inkılâpları"nı sonuna kadar savunma pozisyonuna girmekle, cidden bir çelişkiler yumağı içine girmiş gibisiniz. Üstelik, dolu dizgin gittiğinizi zannettiğiniz halde, aslında aynı yumak içinde yuvarlanıp duruyorsunuz.
Biliyorum, buna şiddetle itiraz edeceksiniz. Ancak, itirazınızın geçerli olabilmesi için, şu suâllerin makul ve mantıklı cevabını bulmanız/vermeniz gerekiyor.
1) Sayın Öztürk, Türkiye eskiden laik miydi? Yoksa, laikliği—şimdi düşman kampta gösterdiğiniz—Avrupa'dan mı aldık? Patent kime ait? Hem laikliğin göklere çıkarırcasına savunmanız, hem de laikliği anavatanı olan AB ülkelerine karşı cihat ilân etmeniz, sizce de çok yaman bir çelişki değil midir?
2) Bütün benliğinle savunduğun M. Kemal'in "muasır medeniyet"ten kastı neydi? Sizce hangi ülkeleri örnek alarak inkılâpları gerçekleştirdi? Acaba, eskiden çok daha bozuk olan o ülkeler, şu an AB üyesi değiller mi? Yoksa siz, şimdi tekdir ettiğiniz bu ülkelerin eski hallerini takdir edenlerden misiniz?
3) Siz, "Atatürk ilke ve inkılâpları"nın en ateşli savunucusu olduğunuz halde, nasıl olur da şimdi çıkıp bu ilkelerin ithal edildiği Garp âlemine veryansın ediyorsunuz? Acaba, hangi ilke veya inkılâp var ki, Batı dünyasından kopuktur?
Söyleyin bakalım hangisi? Meselâ: Lâtin alfabesini mecburi kılan "Harf inkılâbı" mı? Şapka devrimi mi; kılık kıyafet inkılâbı mı? Takvim ve hafta tatili inkılâbı mı? Milliyetçilik ilkesi mi? İsviçre'den aynen ithal edilen Medenî Kànun mu? İtalya'dan olduğu gibi transforme edilen Cezâ Yasası mı?
Evet, hangisi sayın Öztürk, hangisi?
Şayet bunlar yetmez derseniz, listeyi daha da uzatabiliriz. Ama, şimdilik bu kadarı yeter.
Siz, bu vatanda yaşayan halkın ekseriyetine ikide bir kızıp duruyorsunuz. Bunda ne derece haksız olduğunuzu, birilerinin çıkıp size açık açık söylemesi gerekiyor.
İşte biz, bu vazifeyi yapmaya çalışıyoruz. Tabiî, sizin gibi küfür ve hakaret yüklü tâbirleri kullanmadan... "Kızma, köpürme bilader" dememiz ondandır.
DİNDARLAR RENCİDE OLUYOR
Gelelim, söz konusu ikinci yazıya...
Diyorsun ki, biri din, diğeri ise demokrasi adına "Laikliğe iki koldan saldırı" var.
Birinci kulvardakiler, sizin tâbirinizle "Kâfir laiklik, kâfir 'Kemalizm dini', Allah'ın dinini eziyor, onun yerine geçiyor; dinimiz elden gidiyor, ayağa kalkalım" diyorlarmış.
İkinci kulvardakiler ise, yine sizin ifadenizle "Biz dinle–diyanetle ilgili olmasak da, çağdaş, demokrat, insan haklarına saygılı kişileriz. Dinci kesimin demokratik hak ve özgürlükleri laiklik adı altında 'laikçilik' yapılarak çiğneniyor." (Bkz: hurriyet.com.tr)
Sayın Öztürk, burada da yine benzer çelişkileri sergiliyorsunuz? Aynı zamanda, insanları istediğiniz tarzda kategorize ederek, kitlelere büyük haksızlık yapıyorsuzun.
Allah aşkına söyleyin, bu vatanda "Haydi ayaklanalım" diyen kim? Seksen yıldır böylesi bir vukuat yaşandı mı? Dahası, bugün ayaklanmak isteyenlere destek verecek bir grup, bir kurum veya kuruluş var mı? Bu korkunç iddiayı ispata yarayacak bir tek delilin var mı?
O halde, neden durduk yerde neden öfkeleniyor ve neden evham üretmeye, korku pompalamaya çalışıyorsun?
Bir taraftan dindarları rencide ettiğinizin, bir taraftan da zararsız demokratları zan ve töhmet altında bıraktığınızın farkında mısınız?
Belki farkında, belki değilsiniz. Ama, lütfen bırakın artık bu fütursuzluğu. Vazgeçin artık bu saldırgan üsluptan, bu ajite edici ifadelerden... Bu tutumunuz, size birşey kazandırmadığı gibi, okuyucularınıza da zarar verir.
Sayın Öztürk! Her toplumda bulunabilecek bazı istisnaları tedip edeyim derken, genel geçer kaideleri tahrip etmeyin. Evet, ne yazık ki, yaptıklarınız tamirat değil, tahribat hesabına geçiyor.
Sizin böyle ikide bir dindarlara sataşmanızdan cidden rahatsız oluyor, rencide oluyoruz.
Tarihin yorumu 27 Kasım 1943
Kuzey Anadolu fay hattında kırılma
Türkiye'nin Kuzey Anadolu hattında büyük bir sarsıntı yaşandı. Amasya, Çorum, Tokat, Ordu ve Kastamonu'da meydana gelen deprem sonucu 4016 kişi vefat ederken, 23.785 ev ve işyeri de yıkılarak kullanılamaz halde geldi.
Bu tarihde Denizli Hapishanesinde bulunan Bediüzzaman Hazretleri, yaşanan bu büyük felâketten haberdar edildikten sonra yazdığı bir mektupta şunları ifade ediyor:
"Risale–i Nur, Anadolu’yu Cebel–i Cûdîde sefine gibi ve Isparta ve Kastamonu’yu âfât–ı semaviye ve arziyeden muhafazalarına bir vesile olduğunu ve Risale–i Nur’a ilişmesinler, yoksa yakından bekleyen âfetler geleceklerini bilsinler, akıllarını başlarına alsınlar. Bu musibetten biraz evvel, tekrarla söylüyorum, size de o mektuplar gönderilmişti. Şimdi adığım haber: Kastamonu, civarı, kalesi, Risale–i Nur’un matemini tutmuş gibi ağlamış ve zelzeleyle sıtma tutmuş. İnşaallah yine Risale–i Nur’a kavuşacak ve gülecek ve şükredecek.
Size evvelki gün iki kıymetli kazancımızı yazmıştım. İkincide yüzer lisanla dua ve tesbihat, ilâ âhir demiştim. Noksan var. Sahihi: Her birimiz derecesine göre yüzer lisanla, ilâ âhir...
Hem ben pek çok alâkadar olduğum Sava köyünden çok muhterem bir ihtiyarla ellerimiz birbiriyle kelepçe edilip geldiğimiz, beni pek çok memnun edip, bununla o mübarek köyün bana şiddet–i alâkasını anladım. O kardeşime ayrıca selâm ederim." (Şualar, s. 274)
27.11.2008
E-Posta:
[email protected]
|