Tecrübeli iktisatçılar, mal ve hizmetleri satın alırken ‘kazanmak’ gerektiğini hatırlatırlar. Yani, aynı kalitede bir mal ya da hizmeti, A firması yerine B firmasından ‘daha ucuza’ almak mümkün ise, onu tercih etmek gerekir. Türkiye’de de bazı firmalar, tüketicilere hitap eden reklâmlarında bu anlamdaki sloganları kullanır. “Ambalaja değil, deterjana (içindeki ürüne) para ver” anlamındaki ifadeler bunu anlatır.
Herkesi derinden etkileyen ekonomik krizin, ancak ve ancak ‘iktisat’a uygun hayat tarzıyla aşılabileceğini artık uzmanlar da ifade ediyor. Nitekim, BM Kalkınma Programı Başkanı Kemal Derviş de, “Krizin verdiği en büyük ders, tasarruf” şeklinde özetlenebilecek sözler söylemiş. (AA, 25 Kasım 2008)
İktisat ve tasarrufun zıddı olan ‘israf’ ve ‘har vurup, harman savurma’ tuzağına düşenlerin ise bellerini doğrultması mümkün olmaz. Ne yazık ki iktisat ve tasarrufla yaşamak, hiç ilgisi olmadığı halde bazen ‘cimrilik’le karıştırılıyor.
Üstad Bediüzzaman Said Nursî de baştan sona ‘iktisat’ kaidesine uyarak yaşamış. Risâle-i Nur’un çeşitli yerlerinde ‘iktisat’ ve ‘israf’ dengesiyle ilgili çok önemli tesbitleri var. “On Dokuzuncu Lem’a” olan “İktisat Risâlesi” de bunlardan biri. “İktisat ve kanaate, israf ve tebzîre dair” olan bu risâlede verilen bir misâl; alış verişin ruhu olan “pazarlığın” ihmâl edilmemesini hatırlatıyor.
Günümüzde alış veriş yaparken pazarlık yapmak âdeta ayıplanır hâle gelmiş. Belli başlı büyük market ve alış veriş merkezlerinde bu imkân fiilen sona ermiş durumda. Çünkü fiyatlar ‘merkez’lerden tesbit edilmiş ve alıcı ile satıcı arasında fiyat pazarlığı, ucuza alma imkânı kalmamış. Kararı, kasalardaki ‘bilgisayarlar’ barkod okuyarak veriyor. Öyle ki, semt bakkalları ve pazarlarda bile ‘pazarlık yapılmaz / yapmayınız’ şartı ileri sürülüyor. Bakınız, “İktisat Risâlesi”nde yer alan “Altıncı Nükte”de alış verişin temeli olan ‘pazarlık’ (özetle) nasıl anlatılmış:
Hazret-i Ömer’in (ra) oğlu Abdullah, bir gün çarşı içinde, alış verişte, kırk paralık bir mes’eleden, iktisad için ve ticaretin medârı olan emniyet ve istikameti muhafaza için şiddetli münakaşa etmiş. Bir sahabe ona bakmış. Bu davranışı ‘cimrilik’ gibi telâkki etmiş. Merak edip, Hz. Abdullah’ı takip etmiş. Bakmış ki Abdullah İbn-i Ömer, evinin kapısında bir fakir adam gördü. Bir parça eğlendi; ayrıldı, gitti. Sonra evinin ikinci kapısından çıktı, diğer bir fakiri de orada gördü. Onun yanında da bir parça eğlendi; ayrıldı, gitti. Uzaktan bakan o sahabe merak etti. Gitti o fakirlere sordu: “İmam sizin yanınızda durdu, ne yaptı?” Herbirisi dedi: “Bana bir altın verdi.” O sahabe dedi: “Fesübhânallah! Çarşı içinde kırk para için böyle münakaşa etsin de, sonra evinde iki yüz kuruşu kimseye sezdirmeden fakirlere versin!” diye düşündü, gitti, Hazret-i Abdullah İbn-i Ömer’i gördü. Dedi: “Ya İmam! Bu müşkülümü (kafamdaki çelişkiyi) hallet. Sen çarşıda böyle yaptın, evinde de şöyle yapmışsın.” Hz. Abdullah ona dedi ki: “Çarşıdaki vaziyet iktisattan ve kemâl-i akıldan (aklın mükemmelliğinden)) ve alış verişin esası ve ruhu olan emniyetin (güvenin) muhafazasından gelmiş bir haldir; cimrilik değildir. Evimdeki vaziyet, kalbin şefkatinden ve ruhun mükemmelliğinden gelmiş bir durumdur. Ne çarşıdaki pazarlık, cimriliktir ve ne de hayır için fakirlere yardım etmek israftır.” (Lem’alar, 19. Lem’a)
Madem ‘pazarlık’, akıllılık ve alış verişin temeli ve ruhudur, o halde bu alışkanlığı canlandırmak gerek. Çünkü başka şekilde ‘güven’i muhafaza etmek mümkün olamıyor. “İktisat Risâlesi”ni daha çok okumak ve hayatımıza tatbik etmek durumundayız. Hele bu kriz günlerinde...
28.11.2008
E-Posta:
[email protected]
|