Dün, “28 Şubat süreci”nin 11. yıldönümüydü. Yıllar su gibi akıp giderken, bu ‘süreç’lerin cemiyete ödettiği bedellerin hesabı tam anlamıyla yapılamıyor.
Türkiye’deki asıl kavga, hür ve demokrat olmak isteyen millet ekseriyeti ile ‘tek parti anlayışı’nı devam ettirmek isteyen ‘azınlık’ arasında sürüp gitmektedir. Ancak, ‘tek parti’ anlayışının ilelebed süremeyeceği, yaşanan her hadiseden sonra tekraren anlaşılıyor.
Kısaca hatırlamak gerekirse, 28 Şubat 1997’de süreç, milletin talep ve düşüncelerini dikkate almayan anlayışın dışa vurulmuş şekliydi. Bu süreçte neler yapıldığı, her yıldönümünde hatırlatılıyor. Bugünlerde de yine kısa da olsa 28 Şubat sürecinin muhasebesi yapılmakta.
Asıl dikkat çeken nokta, aradan yıllar geçtiği halde süreci başlatan ve milleti mağdur edenlerin bu hatalarının farkına varamamış olmasıdır. Gerçi, iddiâ edildiği gibi süreç “bin yıl” sürmedi, ama bin yıl sürmüş gibi bedeller ödendi.
28 Şubat süreci günlerinde ilkokulda okuyan çocuklar bugün üniversite öğrencisi. Ancak 28 Şubat’ta neler yaşandığını belki de çoğu teferruâtıyla hatırlamıyor. Bu bakımdan, gençlere, gerek 28 Şubat ‘postmodern’ darbesini, gerekse onun ‘ata’ları olan 27 Mayıs 1960 ve 12 Eylül 1980 ihtilâllerini de anlatmak lâzım. Türkiye tarihinde kırılmalara sebep olan bu tarihler, teferruâtıyla bilinmeden ne ‘genç’ olunur, ne de ‘tecrübeli’ ihtiyar.
Zaman zaman TV ekranlarına akseden ve ‘basit’ sorulara dahi cevap veremeyen gençlerin varlığı; hepimizi harekete geçirmek durumunda. Kişinin, gerçek dostunu bilmesi ancak bu şekilde mümkün olabilir. Aksi halde ‘sahte’ dostlar ediniriz ve bu hatanın bedeli de ağır olur...
28 Şubat sürecinin devam edemeyeceği 27 Şubat (1997) gününden itibaren belliydi. Çünkü 28 Şubat süreci, kısa anlatımıyla “suları tersine akıtma çalışması”ydı. Suları tersine akıtmak mümkün olmadığı için, 28 Şubat sürecini de sürdürmek mümkün olmamıştır ve inşallah olmayacaktır.
28 Şubat süreci, hedeflediği nisbette başarıya ulaşamamış olmakla birlikte, bünyede telafisi çok zor yaralar da açmıştır. En büyük zararı da, milleti büyük ölçüde dünyevîleştirmesidir. Aynı zamanda siyasetin ‘kimya’sını da bozmuş, demokrasi dışı müdahaleler neredeyle ‘normal’ karşılanır hale gelmiştir. Bu ve benzeri tahribatın telâfi edilmesi, zaman ve emek isteyen bir durumdur. 28 Şubat anlayışını neticesiz bırakmak da ancak bu yolla mümkün olabilir.
Gerek ihtilâllerin ve gerekse ‘süreç’lerin Türkiye’ye verdiği maddî mânevî ‘zarar’ların dökümü yapılmalıdır. Maddî zararların dökümü ve telâfisi belki daha kolay. Peki, mânevî zararların telâfisi nasıl olacak?
28 Şubat’ı asıl bu yönüyle masaya yatırmalı ve bünyede sebep olduğu ‘yara’ların tedavisine çalışılmalıdır. Türkiye bunu yapmadığı ya da yapamadığı sürece 28 Şubat’la hesaplaşmış olmaz.
28 Şubat anlayışıyla hesaplaşmadan da ‘hür ve demokrat’ olmak zor...
29.02.2008
E-Posta:
[email protected]
|