Kazım GÜLEÇYÜZ |
|
İnönü’den Gül’e |
Cumhurbaşkanı Gül, dindar bir aileden gelen dindar bir kişi olarak “Birlik ve beraberliğin dinî bağ ve geleneklerle sağlandığı devirler geride kaldı” anlamında sözler sarf ederken, farklı bir atmosferde ömür sürmüş olan Erdal İnönü ise din için şunları söylüyordu: “Gençliğimde dini ciddîye almadım, onun için bundan sonra da yapamam. Oysa toplum açısından dini ciddîye almak gerekir, onu şimdi görüyorum. Gençken ‘Tamam, din var, ama biz başka birşey yapacağız’ diyordum. Siyasete girince, toplumu etkileyici bir güç olarak dinin nedenini anlıyorsunuz.” (Can Dündar, Milliyet, 5.11.09) İnönü’nün “dinde reform” gibi tartışmaya açık yaklaşımları bahsimizin haricinde. Ama yıllarca ciddîye almadığı dinin toplum hayatındaki önemini siyasete girdikten sonra fark etmesi ilginç. Aslında İnönü aynı beyanatında, “Dindar mıyım? Bilmiyorum” dedikten sonra, “Arada namazlara gidiyorum. Onun dışında gece uyumadan evvel, küçükken annemin bize öğrettiği duâları okuyorum. Onun dışında dinle ilgim yok” diye devam ederken, dinle ilgili olarak, hep namaz kılıp Kur’ân okuduğunu söylediği annesinden aldığı etkilerle, çocukluğundan kalma derin izlerin sonraki hayatında devam ettiğini de söylüyor. Ama bilâhare aldığı eğitim ve yöneldiği istikamet, onu, “dini ciddîye almayan” bir tavra götürmüş. Tâ ki, siyasete atıldıktan sonra toplumdaki din gerçeğiyle yüz yüze gelinceye kadar... İnönü’nün sözleri, bir yönüyle, Said Nursî’nin Münâzarât’taki şu ifadelerini teyid eder nitelikte: “Müslüman neslinden gelen bir adamın akıl ve fikri İslâmiyetten tecerrüt etse (sıyrılsa) bile, fıtratı ve vicdanı hiçbir vakit İslâmiyetten vazgeçemez...” (Eski Said Dönemi Eserleri, s. 258) Devamında Bediüzzaman, bu durumdaki kişiler içinde bilhassa siyasetten haberdar olanların, sarsılmaz dayanağımız olan İslâmiyete bütün mevcudiyetleriyle taraftar olduklarını vurguluyor. Ve İnönü’nün, dinle ilgili onca kafa karışıklıklarına rağmen, CHP Genel Başkanı olduğu dönemde, halkın partisine bakışını olumluya çevirmek için “Mitingde ezan başlayınca konuşmayı kesmek yetmiyor, camiye girip namaz da kılmamız gerekiyor” gibi düşünceler serd etmesi, bu yoruma kuvvet veren bir başka ilginç anekdot. İnönü gibi bir ismin bunları söylemesi, Gül’ün dine dair sözlerini daha tartışmalı hale getiriyor. Tıpkı, Erdoğan’ın yıllar önce söylediği “Demokrasi araçtır” sözü için seslendirilen “İşte takiyye yaptığını itiraf etti” iddiasını cevaplamaya çalışırken “Din de araçtır” sözüne sarılması gibi. Kâinattaki en yüksek hakikatleri ihtiva eden bir semavî prensipler manzumesi olarak dini, beşerî ve arzî sistem ve ideolojiler düzeyine indirgeyip onlarla denk tutan bir yaklaşımın, bir yanlış anlamayı düzelteyim derken çok daha vahim bir yanlışa sürüklenmekten başka bir izahı olabilir mi? Hele dini siyasete alet etmekle eleştirilen bir siyasetçiden “Din de araçtır” sözünün sâdır olması, aynı bağlamda ne gibi yeni sakıncalara yol açar? Evet, çıkış noktası yanlış olunca, düzeltme adına yapılan herşey yeni yanlışları getirebiliyor. Gül’ün “Din artık birlik beraberliği sağlayamıyor” sözünün hatırlattığı bir başka beyan da bu tesbit ve eleştirilerimizi tamamlayacak nitelikte. 22 Temmuz sonrasında Diyanet’ten sorumlu Devlet Bakanı olarak girdiği hükümetteki görevi 29 Mart yerel seçimini izleyen günlerde yapılan revizyonla son bulan eski Diyanet İşleri Başkanlarından Prof. Dr. Mustafa Said Yazıcıoğlu, Alevîlerle ilgili bir beyanında şu ifadeleri kullanmıştı: “ ‘Allah’ımız bir, Peygamberimiz bir, işte camilerimiz, buyurun’ şeklindeki klâsik anlayış, sorunu çözmüyor.” (Can Dündar, Milliyet, 22.12.08) Sorunun çözülemeyişi, niye, aşılamayan resmî tabular yerine, hiçbir zaman inandırıcı vurgularla ifade edilmemiş olan bu anlayışa fatura ediliyor? Sosyolog Müfid Yüksel’in “Dindarlık İslâmcılar eliyle tasfiye ediliyor” tesbitiyle altını çizdiği hazin gerçeği, maalesef bu örnekler de teyid ediyor. 26.12.2009 E-Posta: [email protected] |