26 Aralık 2009 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Basından Seçmeler

Nurcular geliyor diye korkutmuşlardı

MİLLİYET dün “Ankara’da istihbarat savaşları“ diye kocaman sürmanşet çekmişti birinci sayfanın tepesine.

Radikal’in manşetiyse şöyleydi:

“Kafalar iyice karıştı!”

Vatan’ın sürmanşetine gelince:

“Çok acayip işler!”

Altında şunlar yazılıydı:

“Türkiye’de casus filmlerine taş çıkartacak olaylar yaşanıyor. Suikast iddiaları, orduda ‘köstek avı’, hukuk dışı arama emirleri, sahte ihbar mektupları havada uçuşuyor.”

Evet, bütün bu ‘acayip işler’in hepsi yaşanmakta. Ve ister istemez kafalar da karışıyor. Kimin eli kimin cebinde bazen hiç anlaşılmıyor.

İlk bakışta durum böyle.

Ama bir noktayı unutmayın.

Kafalar özellikle karıştırılmak isteniyor. Bazı odaklar bunun için kaç zamandır sistemli bir çaba içinde.

Kafalar karışsın ki gerçeğin üstü örtülsün, meselenin özü dikkatlerden kaçsın. Dezenformasyonlar, psikolojik harekâtlar hep bunun için...

Kısacası:

Gayet profesyonelce karıştırılıyor kafalar!

Oysa, işin özü demokrasiyle ilgili, hukukla ilgili, devleti hukukun içine çekmekle ilgili, askeri hukukun içine çekmekle ilgili.

Bir başka deyişle:

Meselenin özü, demokratik hukuk devletinin bu ülkede de, tıpkı Avrupa demokrasilerindeki gibi, tüm kural ve kurumlarıyla işler hale getirilmesiyle ilgilidir.

Eğer özü bırakıp yan yollarda kaybolursak, yani ağaçlara bakıp ormanı göremezsek, çekin kuyruğunu gitsin o zaman, bugünleri de bize aratacak bir cehennem çukurunda bulabiliriz kendimizi...

Elbette, Erzincan ve Erzurum’da yaşananlar tüm boyutlarıyla aydınlanmalı, varsa cemaatçi komplolar açığa çıkarılmalı, kurumlar arası çatışma neyse bunun kaynağına inilmeli.

CHP Grup Başkanvekili Kemal Kılıçdaroğlu’nun, Erzurum 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nin hukuku sollar gözüken bir arama kararı hakkındaki açıklamasının üstüne hiç kuşkusuz kararlılıkla gidilmeli ve gerçek neyse bulunmalı.

Bunun gibi, Ergenekon davasında hukuk açısından sakıncalı olan, haksız olan taraflar mutlaka düzeltilmeli.

Ve devlet içinde, yargıda, güvenlik güçlerinde ulusalcı, cemaatçi örgütlenmelere izin verilmemeli.

Ayrıca, Erdoğan hükümetinin demokratik hak ve özgürlükler bakımından mevcut hataları, eksiği gediği mutlaka eleştirilmeli.

Çok açık bunlar.

Ama bütün bunları yaparken de, meselenin özü göz ardı edilmesin. Çünkü, bazı odakların tüm çabası, ‘çok acayip işler’le kafaları karıştırmaya dönüktür.

Yapılmak istenen budur.

Kafalar öyle karışsın ki, Türkiye’de yaşanmakta olan demokrasi ve hukuk mücadelesi güme gitsin.

Kafalar öyle karışsın ki, özünde 2000’li yılların darbe tertipleri ve Çankaya savaşları yatan Ergenekon sulandırılsın.

Kafalar öyle karışsın ki, emekli Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek’in günlüklerinde yer alan 2003-2004 dönemindeki darbe tertiplerinin hesabı sorulamasın.

Kafalar öyle karışsın ki, askerin içinde su yüzüne vuran ‘ıslak imzalı’ hükümeti devirme komploları ortaya çıkmasın.

Kafalar öyle karışsın ki, ‘kod adı kafes’ adını taşıyan darbe planları karanlıkta kalsın.

Kafalar öyle karışsın ki, ibret verici psikolojik harekâtların parçası olan andıçlar unutulsun.

Kafalar öyle karışsın ki, 367’ler, parti kapatma davaları, türban kararları unutulsun.

Kafalar öyle karışsın ki, askeri hukukun içine çekecek reformların Türkiye’de barış ve istikrar açısından taşıdığı önem gözlerden uzak kalsın.

Kafalar öyle karışsın ki, “Fethullahçılar geliyor!” bağırışlarıyla, nasıl Soğuk Savaş yıllarında “Komünistler geliyor, Nurcular geliyor!” diyerek demokrasi ve hukuk engellenmişse, bugün de aynı şey olsun.

Uzun lafın kısası:

Kafalar karışmasın ve meselenin özünde yatan demokrasi ve hukuka ilişkin değişim dalgası sönmesin!

Hasan Cemal,

Milliyet, 25 Aralık 2009

26.12.2009


Çarpıklık anayasadan geliyor

TÜRKİYE’DE sivil-asker ilişkilerindeki çarpıklık ve bu çarpıklığın siyasi neden ve sonuçları ülkemizin en önemli sorunlarının başlarında geliyor.

En önemli sorun diye nitelendirdiğimiz kürt sorunu ile sivil-asker ilişkilerindeki çarpıklık ve sonuçları özünde aynı sorunun farklı yüzleri. Son aylarda sivil-asker ilişkilerindeki yapısal-hukuksal çarpıklığa ilaveten bir de mevcut çarpık anayasal ve yasal yapıyla dahi çelişen çok sayıda ve içerikleri gerçekten vahim duyumla karşı karşıyayız.

Tümü mevcut anayasal ve yasal yapıyla dahi çelişen bu duyumlar meselenin günlük yaşamda nerelere kadar uzandığını gösteriyor.

Meselenin bu boyutlarıyla, anayasal ve yasal yapıyla dahi çelişen boyutlarıyla tartışılmasının bir iyi, bir de kanımca kötü yanı var.

İyi yanı hiç kuşkusuz tüm bu kepazeliklerin toplumda tüm boyutlarıyla tartışılıyor olması.

Kötü yanı ise anayasal ve yasal yapıyla dahi çelişen kepazeliklerin tartışılmasının sivil-asker ilişkilerindeki yapısal-anayasal çarpıklığı ikinci plana itmesi. AK Parti ve Gülen cemaati ile mücadele planı, kafes planı, Ergenekon sürecinde deşifre olan bir dizi konu çok önemli, bu konuların deşifre olması daha da önemli.

Ancak, bu meselenin bir sakıncası sivil-asker ilişkilerindeki çarpıklığın Ergenekon’a, kafes rezaletine yani illegal boyutlara çekilmesi.

Oysa, sivil-asker ilişkilerindeki temel, belirleyici çarpıklık anayasal ve yasal yapılanmada.

Bu anayasal ve yasal çarpıklık düzeltilmeden, sivil-asker ilişkilerindeki sorunların illegal yapıya indirgenmesi esas mesele olan yasal çerçevenin ikinci plana atılmasına neden oluyor. Bu yazıda bu anayasal-yasal çarpıklığa sadece tek bir örnek vermekle yetineceğim.

Hatırlanacağı gibi AK Parti CMK 250. maddede bir değişikliğe giderek askeri personelin askerlik mesleğinin özünü ilgilendirmeyen konularda, mesela darbe girişimi gibi konularda işlediği suçlarda söz konusu askeri personelin sivil mahkemelerde yargılanmasının yolunu açtı. CHP ise, kendinden beklenecek bir refleksle, bu yasal değişikliği Anayasanın 145. Maddesinin ihlal edildiği gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi’ne taşıdı.

Bu konu teknik bir hukuksal tartışma gibi gözükebilir ama bence pek öyle değil.

Bu nedenle, bendeniz bu yazıda, ilave bir yorum yapmadan 1982 Anayasası’nın iki maddesini dikkatlerinize sunmakla yetineceğim.

İlki, Anayasa’nın 140. maddesi ve madde başlığı da “Hakimlik ve savcılık mesleği”.

Bu maddede, sivil hakim ve savcılara yönelik bu maddede şöyle bir ifade yer alıyor: “Hakimler, mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlik teminatı esaslarına göre görev ifa ederler”.

Ne güzel ve ne kadar doğru değil mi?

İyi de, aynı Anayasanın 145. maddesi, askeri yargının ilkelerini düzenleyen madde de (paragraf 4) aynen şöyle diyor: “Askeri yargı organlarının kuruluşu, işleyişi, askeri hakimlerin özlük işleri, askeri savcılık görevlerini yapan askeri hakimlerin mahkemesinde görevli bulundukları komutanlık ile ilişkileri, mahkemelerin bağımsızlığı, hakimlik teminatı, askerlik hizmetinin gereklerine göre kanunla düzenlenir”.

Lütfen son alıntıyı, Anayasanın 145. Maddeden yapılan alıntıyı bir kez daha, bir kez daha okuyun. Ne görüyorsunuz?

Mahkemelerin bağımsızlığının ve hakimlik teminatının askerlik hizmetinin gereklerine göre düzenleneceğini görüyorsunuz.

Anayasada sivil ve askeri yargı ayırımı varsa ve bu ayırım bu kadar komik, hukuk dışı bir temele dayanıyorsa sivil-asker ilişkilerindeki çarpıklığı anayasal-yasal çerçeve dışında, kafes operasyonunda, ıslak imzada aramaya ne gerek var?

Eser Karakaş, Star, 25 Aralık 2009

26.12.2009


Deniz Baykal ateşle oynuyor

HAKKINDA tutuklama kararı çıkartılınca intihar eden Yarbay Ali Tatar’ın cenazesi cemevinden kaldırıldı. Bu törene üst düzey subaylar da katıldı. Sonradan cenaze namazında da Deniz Kuvvetleri Komutanı hazır bulunmuştu. 20 yıla yaklaşan gazetecilik yaşantımda benzeri bir görüntüyü hiç hatırlamıyorum. Alevi vatandaşlarımızın inanç ve ritüellerini yaşamalarına derin bir saygı duyuyorum. Subay cenazesinin cemevinden kaldırılması bir ilkti. Bunun gerek TSK bünyesindeki gerek diğer Alevi vatandaşlarımıza ilişkin bir mesajı olduğu kesin. Daha ilginç olanı dün yaşandı.

CHP’nin Merkez Yönetim Kurulu’nda (MYK) konuşan Baykal’ın ‘TSK ve MİT’te mezhepsel tasfiye mi var?’ diyerek kuşkusunu dile getirdiği anlaşılıyor. Haber dünkü Hürriyet’te birinci sayfada ‘Baykal’dan mezhepsel tasfiye uyarısı’ başlığıyla verildi. Haberde Baykal’ın sözleri şöyle aktarıldı:

‘Eğer farklı mezhepten olduğu için birisini hırpalamaya, tasfiye etmeye dönük girişimler varsa bu mutlaka önlenmelidir. Bu, toplumda büyük bir travma yaratır. Kimse altından kalkamaz. Yarbay Tatar’ın eşi ‘Ordudaki Alevileri fişliyorlar. Hep Alevi subayları içeri alıyorlar’ diyor. Bu sözler çok önemli. Bunlar konuşulmaya başlanırsa bir süre sonra mezhepsel çatışmalara dahi dönüşebilir.’

Baykal, görülüyor ki; bu açıklamalarını Ali Tatar’ın dışında Erzincan’da gözaltına alınan MİT görevlilerinin de Alevi kökenli olduğu bilgisinin kendisine ulaşmasına dayandırıyor.

İşte gündeme bu konunun gelmesini çok tehlikeli buluyorum. Subayların cemevinden kalkan bir cenazeye katıldıkları, Cumhurbaşkanı’nın cemevinde bağdaş kurduğu bir ülkede böyle bir tasfiyeden asla söz edilemez. Fay hatlarıyla oynuyorlar. Şimdi de Alevilerle ilgili yapay bir sorun kurgulanıyor.

İşçi sokakta, Kürt sorununa çözüm arayışı tırmanışta, üstüne bir de Alevi tasfiyesi söylentileri...

Zemin o kadar kırılgan ki; uyarı ve tespitleri yaparken bile dikkat etme zamanı.

Sistemin gözü kör, toplumu göremiyor. Gözünü biraz açalım ama gözü çıkarmadan.

İsmail Küçükkaya,

Akşam, 25 Aralık 2009

26.12.2009


Bilmenizi istemiyorlar

TÜRKİYE, demokrasiyle yönetilmiyor... Sivil toplumun katılımı ve seçilmiş parlamentonun eliyle yapılmış bir Anayasa, devlet-toplum ilişkisini belirlemeye başlayıncaya kadar da demokrasiyle yönetilmeyecek.

O güne dek, ancak özürlü bir demokrasiden söz edebileceğiz bu ülkede.

Anayasa ve ona bağlı yasalarla güvenceye alınmayan, aksine sakatlanan, engellenen bir demokrasi ve hukuktan söz edebileceğiz...

Günümüzde bir demokrasiyi “demokrasi” yapan en önemli kıstaslardan biri, devlet aygıtının ne denli şeffaf, dolayısıyla ne denli denetime açık olduğudur.

Demokratik devletlerin “gizlilik zırhı” kalın değildir; “ulusal güvenlik” gerekçesinin dışında, devleti boydan boya kuşatan, kalıcı, delinmez bir zırhtan söz edilemez.

Devletin, bazı bilgileri “ulusal güvenlik” gerekçesiyle potansiyel düşmanlardan, dolayısıyla toplumdan belli bir süre için “gizli” tutma hakkı vardır...

Ama bu hakkın sınırları, demokratikleşmeye koşut olarak sürekli daralır.

Devletin gizlilik zırhı inceldikçe, kamuoyunun bilme hakkının sınırları genişler, şeffaflık ve demokrasi artar.

Avrupa’da, Amerika’da anayasaların ve yasaların değişim macerası, “devlet sırları” ile “toplumun bilgisi” arasındaki ters orantının bilgiden ve toplumdan yana değişmesinin hikâyesidir aynı zamanda.

Doğu Avrupa’nın “Sovyetik” zincirlerini kırıp “özgür” dünyaya katılmasında, kamuoyunun bilme hakkına saygı, en az çok partili demokratik düzen kadar belirleyici olmuştur.

Bugünün Türkiyesi’ne, bu macerayı bilerek bakınca, uzun vadede iyimser olmak için çok nedenimiz var ama mevcut tablo iç karartıcı.

Mesleklerinin gereğini yaparak kamuoyunun bilme hakkından yana çıkan iki gazeteci arkadaşımızın başına gelenler, bu tabloyu dün bize yeniden hatırlattı.

Derin devletin karanlık dehlizlerinde neler döndüğünün ortaya çıkarılması çabasını kararlılıkla sürdüren Star gazetesi Ankara Temsilcisi Şamil Tayyar, bu çabanın en başarılı ürünlerinden biri olan Operasyon Ergenekon adlı kitabı nedeniyle bir yıl sekiz ay hapis cezasına çarptırıldı.

Bu cezanın, bir yıl üç aylık bölümü “gizliliği ihlal” gerekçesine, yani kamuoyunun bilme hakkını, mevcut Anayasa ile dahi çelişecek kadar dar sınırlara mahkûm eden Türk Ceza Kanunu’nun 285’inci maddesine dayandırıldı.

Dahası, suça ve cezaya hükmeden yargıç, Şamil Tayyar’ın söz konusu kitabı “çok düşünerek hazırladığını,” “bilinçli bir şekilde yazdığını” ifade ederek mahkeme salonunu bir “sit-com” sahnesine dönüştüren cümleler sarf etmekten de geri durmadı.

Sayesinde, 2009 sonu Türkiyesi, devletin bulaştığı suçların “gizlilik zırhı” ardında toplumdan gizlenmesini önlemeye çalışarak mesleğine sadakat gösteren bir gazeteciyi “düşünerek” ve “bilinçli şekilde” yazdığı için hapis cezasına çarptırabilen bir hâkimin ülkesi olarak tarihe geçebilir artık...

Esasen, bu hâkimin kararı açıklarken yaptığı konuşma, Şamil Tayyar hakkındaki hükmün “demokrasi” ve “hukuk” kıstasları içinde eleştirilmesini neredeyse fuzuli kılacak türden bir operasyonun bizatihi göstergesi sayılabilir.

Nitekim Tayyar da, mahkûmiyetini yorumlarken “Bir yerlerden düğmeye basıldığı anlaşılıyor” dedi.

Tayyar’a bu sözü söyleten, onun adliyeden ayrıldığı saatlerde, Taraf muhabiri Mehmet Baransu’nun bir başka adliyede, hakkında “tutuklama talebi” ile bekletiliyor oluşuydu.

Baransu, Kafes Planı’nı ortaya çıkardığı, yani bu toplumu, kendi çocuklarının canına kast etmiş bir eylem planından haberdar ettiği için dün savcılığa ifade vermeye çağrılmıştı.

Ve savcının amacının, Baransu’nun “ifadesini dinleyip, gerekirse dava açmaya karar vermek” ile sınırlı olmadığı hemen anlaşıldı.

Arkadaşımız, herhalde “her an yeni bir haber yapabilir” korkusuyla, tutuklanmak üzere mahkemeye sevk edildi.

Hâkimin sağduyusu galebe çalmasa, eşi dokuz aylık hamile olan Baransu dün cezaevine girecek ve belki de ikinci çocuğu, kamuoyunun bilgilenme hakkına hizmet eden bir gazeteciyi haber yazdığı için tutuklayan bir 2010 Türkiyesi’ne açacaktı gözlerini...

Evet, bu ülke özürlü bir demokrasi.

Bu ülkenin sağlam bir demokrasi olmasının önündeki en büyük engellerden biri, “toplumu değil, devleti koruma” mantığıyla yapılmış Anayasa ve yasalar ise, diğeri de “önce adalet” yerine “önce devlet” diyen, birileri düğmeye bastığında gereğini derhal yerine getiren yargıç ve savcılardır.

Onlar, devleti “ulusal güvenlik” ile gerekçelendirilmesi imkânsız olan ve bu toplumun güvenliğine, hayatına, geleceğine dönük tehlikelerin bu toplumdan saklanmasından başka bir işe yaramayan bir gizlilik zırhıyla korumaya çalışıyorlar.

Onlar, devlet içindeki birilerinin karanlık işlerini, suçlarını, yazdığı kaos senaryolarını, yaptığı darbe ve suikast planlarını sizin bilmenizi istemiyorlar.

Bunları bilmeniz için uğraşan gazetecileri, gözdağı verip sindirmeye, susturmaya uğraşıyorlar.

Daha çok uğraşırlar...

Nafile uğraşırlar...

Yasemin Çongar

Taraf, 25 Aralık 2009

26.12.2009

 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu

Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.
Kurumsal Linkler: Risale-i Nur Kongresi - Bediüzzaman Haftası - Risale-i Nur Enstitüsü - Yeni Asya Vakfı - Demokrasi100 - Yeni Asya Gazetesi - YASEM - Bizim Radyo
Sentez Haber - Yeni Asya Neşriyat - Yeni Asya Takvim - Köprü Dergisi - Bizim Aile - Can Kardeş - Genç Yaklaşım - Yeni Asya 40. Yıl