Lahika |
Hadis-i Şerif Meâli
Hasan ve Hüseyin'i seven beni sevmiştir. Onlara düşmanlık besleyen bana düşmanlık beslemiştir.
Câmiü's-Sağîr, No: 3526 |
26.12.2009 |
Kerbelâ’ya kader noktasından bakmak
Amma kader nokta-i nazarında feci âkıbetin hikmeti ise: Hasan ve Hüseyin ve onların hanedanları ve nesilleri, mânevî bir saltanata namzet idiler. Dünya saltanatı ile mânevî saltanatın cem’i gayet müşküldür. Onun için onları dünyadan küstürdü, dünyanın çirkin yüzünü gösterdi—tâ, kalben dünyaya karşı alâkaları kalmasın. Onların elleri muvakkat ve surî bir saltanattan çekildi; fakat parlak ve daimî bir saltanat-ı mânevîyeye tayin edildiler. Âdi valiler yerine, evliya aktablarına merci oldular. Üçüncü Suâliniz: “O mübarek zatların başına gelen o feci, gaddârâne muamelenin hikmeti nedir?” diyorsunuz. Elcevap: Sabıkan beyan ettiğimiz gibi, Hazret-i Hüseyin’in muarızları olan Emevîler saltanatında, merhametsiz gadre sebebiyet verecek üç esas vardı: Birisi: Merhametsiz siyasetin bir düsturu olan, “Hükûmetin selâmeti ve âsâyişin devamı için eşhas feda edilir.” İkincisi: Onların saltanatı unsuriyet ve milliyete istinad ettiği için, milliyetin gaddârâne bir düsturu olan, “Milletin selâmeti için herşey feda edilir.” Üçüncüsü: Emevîlerin Hâşimîlere karşı an’anesindeki rekabet damarı, Yezid gibi bazılarında bulunduğu için, şefkatsiz bir gadre kabiliyet göstermişti. Dördüncü bir sebep de, Hazret-i Hüseyin’in taraftarlarında bulunuyordu ki, Emevîlerin, Arap milliyetini esas tutup sair milletlerin efradına “memâlik” tabir ederek köle nazarıyla bakmaları ve gurur-u milliyelerini kırmaları yüzünden, milel-i sâire Hazret-i Hüseyin’in cemaatine intikamkârâne ve müşevveş bir niyetle iltihak ettiklerinden, Emevîlerin asabiyet-i milliyelerine fazla dokunmuş, gayet gaddârâne ve merhametsizcesine, meşhur faciaya sebebiyet vermişlerdir. Mezkûr dört esbab, zâhirîdir. Kader noktasından bakıldığı vakit, Hazret-i Hüseyin ve akrabasına, o facia sebebiyle hasıl olan netâic-i uhreviye ve saltanat-ı ruhaniye ve terakkiyât-ı mâneviye o kadar kıymettardır ki, o facia ile çektikleri zahmet gayet kolay ve ucuz düşer. Nasıl ki bir nefer, bir saat işkence altında şehid edilse, öyle bir mertebeyi bulur ki, on sene başkası çalışsa ancak o mertebeyi bulur. Eğer o nefer şehid olduktan sonra ona sorulabilse, “Az birşeyle pek çok şeyler kazandım” diyecektir. Mektûbât, s. 58, (yeni tanzim, s. 92) LÜGATÇE: nokta-i nazar: Bakış açısı. cem’: Toplamak, biraraya getirmek. saltanat-ı mâneviye: Manevî sultanlık, saltanat. aktab: Velilerin üzerinde tasarruf edebilen büyük mürşidler, kutuplar. merci: Kaynak. gaddârâne: Zalimcesine, hiddet ederek. eşhas: Şahıslar. unsuriyet: Irkçılık. an’ane: Gelenek. memâlik: Memlûk olanlar, köleler. gurur-u milliye: Millî gurur. milel-i sâire: Diğer milletler. müşevveş: Karmakarışık, düzensiz. asabiyet-i milliye: Irkçılık damarı. esbab: Sebepler. zâhirî: Görünüşte, görünüşe ait. netâic-i uhreviye: Ahirete ait neticeler. terakkiyât-ı mâneviye: Manevî ilerleme, yükselme. |
Bediuzzaman Said Nursi 26.12.2009 |