10) Kahramanlar niçin dışlandı?
Bugünkü nesil, adına İstiklâl Harbi denilen Millî Mücadele yıllarının kahramanlarından çoğunu bilmiyor, tanımıyor.
Zira, onların birçoğu zaten şehit olup gittiği için unutuldu, yahut unutturuldu.
Diğer bir kısmı ise, gayet sinsice planlarla itilip kakılmak, yahut oyuna getirilmek sûretiyle dışlandı, devre dışı edildi.
Devre dışı edilenlerin bazısı hudut haricine gitmek, bir kısmı köşesine çekilmek, siyasetten uzak durmak ve bir kısmı ise sürgünden sürgüne, mahkemeden mahkemeye sürülmek mecburiyetinde bırakıldı.
İşin en acı, en kahredici tarafı ise, bütün bu vatanperver kahramanların "hain"liğe kadar varan damgalanmalarla kara listelere dahil edilmesiydi.
Meselâ, cesaret ve dirayetiyle eşsiz bir kahraman olan Çerkes Ethem'e hiç utanmadan "hain" damgasını vurdular. Şayet ellerine bir imkân–fırsat geçseydi, hiç şüphe yok o büyük vatanperveri öldüreceklerdi. Tıpkı Ali Şükrü Beyi, Halit Paşayı katlettikleri gibi... Oysa, gerçek şu ki: Millî Mücadelenin başlangıcında, Çerkez Ethem'in yaptığı hizmetleri ifâ edebilecek ortada ikinci bir şahsiyet görünmüyordu. Dolayısıyla, ona düşman olup hain damgasını vuranlar, aslında onun gölgesinde kalmaktan sıkılıyor, hatta korkuyorlardı.
İşte, gözlerini şan–şöhret, makam–mevki hırsı bürümüş olduğundan, kendilerine rakip gördüklerini ekarte etmeyi, vatanı müdafaa etmekten daha önemli bir mesele haline getirmişlerdi.
Evet, işte bu cüce zihniyeti tarih mahkemesinde yargılamak ve birçoğu yer değiştiren gerçek kahramanlar ile hainlerin yerini yeniden tâyin etmek lâzım.
* * *
Dışlananlar, sadece Çerkes Ethem ve Kuvvâ–i Seyyâredeki arkadaşları değildir. Şark Cephesi Kumandanı Kâzım Karabekir de, önce askeriyeden, ardından siyasî hayattan dışlanan gerçek kahramanlardan biridir. Bu eşsiz kahraman, 1926'da neredeyse idam edilecekti.
Kezâ, Rauf Orbay, Refet Bele, Ali Fuad Cebesoy, Cafer Tayyar, Ali İhsan Paşa, Rüştü Paşa, Mersinli Cemal Paşa gibi İstiklâl Harbinin gayretli kumandanları da kimi cüce kafalılar tarafından dışlanarak pasifize edilmeye çalışıldı.
Aynı dışlanmaya, Millî Mücadele safında yer alan Dr. Adnan Adıvar, Dr. Rıza Nur, Hüseyin Avni, Mehmet Akif ve Yahya Kemal gibi entelektüel birikimi yüksek siyasî şahsiyetler de mâruz kaldı. Onların da siyasî hayatları adeta bitirildi.
Yönetim merkezinde siyasî ve askerî sultasını kuranlar tarafından dışlanan ve hayatının sonuna kadar (35 yıl müddetle) sürgün ve hapis cezasına zulmen mâruz bırakılan çok önemli bir şahsiyet daha var: Bediüzzaman Said Nursî.
Dışlananların tamamını, dünya görüşleri itibariyle aynı kategoride değerlendirmek mümkün değil. Ancak, merkezdeki totaliter kafanın gözünde, bunların hepsi de "muhalif" kimselerdi.
Oysa, "her hükümette muhalif bulunur" ve bulunmalı da. Ama, yıllar yılı buna hayır diyen bir zihniyet var ki, biz de temsilcileri hâlâ aramızda bulunan bu zihniyetle tarih mahkemesinde hesaplaşmak istiyoruz.
Rosa'dan Obama'ya insan hakları
ABD'nin Alabama eyaletinde 1 Aralık 1955 tarihinde yaşanan bir hadise, ırk ayrımı ile mücadele dâvâsının en önemli safhalarından birini teşkil ediyor. Hadisenin kahramanı ise, bu dâvânın sembol şahsiyeti ünvanını kazanan Rosa Louise Parks (1913–2005) isimli zenci kadın.
Bu tarihlerde, Amerika'da utanç verici bir ırk ayrımı vardı. Beyazlar, her türlü imtiyaza sahip kılınmıştı. Siyah ve zenci olanlar ise, insan ve vatandaşlık haklarının çoğundan mahrum bırakılmışlardı.
Öyle ki, şehiriçi otobüslerde bile ırk ayrımı söz konusu idi. Meselâ, zenciler beyazlarla aynı bölmedeki koltuklara oturamaz, aynı kapıdan binip inemezlerdi.
Zenci kadın Rosa, 1 Aralık 1955 günü bindiği otobüsün kendisine ayrılan bölümündeki koltuğa oturdu. Bu arada, kendilerine ayrılan bölümde oturacak yer bulamayan bir beyaz adam, zencilere ait tarafa geçerek Rosa'nın yerine oturmak istedi. Rosa ise, bu tamamen haksız ve son derece bencilce olan davranışa boyun eğmedi, direndi; şoförün de ısrarına rağmen direndi ve yerinden kalkmadı. Bu tavrı sebebiyle mahkemeye verilen Rosa, ne yazık ki tutuklandı ve hapse konuldu. Bu adâletsizliğe isyan eden zenciler, bir yıl süreyle otobüslere binmedi, her yere yürüyerek gidip geldiler. Onların bu insanî tepkileri, bir yıl sonra meyvesini verdi. Federal mahkeme, otobüslerdeki ayrımcılığı yasaklayan bir karar aldı.
Ne var ki, yine aynı tarihlerde, ayrımcılık bu kez üniversitelerde yaşandı. Eyalet valisi, zencilerin üniversitelere alınmaması yönünde bazı girişimlerde bulundu. Ancak, bu kez başını Martin Luther King'in çektiği şiddetli bir direnişle karşılaştı. Bu şanlı direniş de 1964'te netice verdi ve üniversitelerdeki ayrımcılığa son verildi.
Bugün ise, aynı devletin başında, yarım asır evvel dışlanan, horlanan ve ikinci sınıf vatandaş muamelesi gören zenci kesimden bir başkan bulunuyor. Son derece çarpıcı olan bu tablo, ister istemez insana "Neredeeen, nereye..." dedirtiyor.
01.12.2008
E-Posta:
[email protected]
|