Komşusu mahkemeye gidip hakime sorar:
“Kadı Efendi, senin öküz, boynuzu ile vurarak benim ineği öldürdü; hüküm nedir?”
“Hayvan kısmı suçlu sayılmaz, bir şey lâzım gelmez!”
“Affedersin, yanlış anlattım heyecandan. Benim öküz senin ineği öldürmüştü!..”
“Ha, o zaman iş değişir, getir şu kalın kabuklu kitabı da bakalım!”
***
Bir öküz tarlada, bir adamı boynuzlayarak öldürdü!
Vahşet bu vahşet!
Şey, İspanya’da oldu bu!
“Hıımmm, Avrupa medeniyeti, hakları var tabiî ki…”
İnek yolu kesti!
“Zaten ne kadar ters olaylar olursa, Türkiye’de olur! Efendim, ineklerle trafiğe çıkılır mı, basacaksın cezayı!
İyi ama, bu Hindistan’da oluyor! Yani, adamlar ineğe taptığı için, yola çıkınca tüm trafik durur!
Mısır kıtası, kumistan olan Sahrâ-i Kebîrin bir parçası olduğundan Nil-i mübârekin feyziyle gayet mahsüldar bir tarla hükmüne geçtiğinden, o Cehennemnümûn sahrâ komşuluğunda şöyle Cennet-misâl bir mevkî-i mübârekin bulunması, felâhât ve ziraatı, ahalisinde pek mergub bir sûrete getirmiş ve o sekenenin seciyesine öyle tesbit etmiş ki ziraatı kudsiye ve vâsıta-i ziraat olan bakar’ı ve sevr’i mukaddes, belki ma’bud derecesine çıkarmış. Hattâ o zamandaki Mısır milleti sevre, bakara, ibâdet etmek derecesinde bir kudsiyet vermişler. İşte o zamanda benî İsrâil dahi o kıtada neş’et ediyordu; ve o terbiyeden bir hisse aldıkları, “icl” meselesinden anlaşılıyor.
İşte Kur’ân-ı Hakîm, Hazret-i Mûsâ Aleyhisselâmın risâletiyle, o milletin seciyelerine girmiş ve istidadlarına işlemiş olan o bakarperestlik mefkûresini kesip öldürdüğünü, bir bakarın zebhi ile ifham ediyor.
İşte şu hâdise-i cüz’iye ile bir düstur-u küllîyi, her vakit, hem herkese gayet lüzumlu bir ders-i hikmet olduğunu ulvî bir i’câz ile beyân eder. (Sözler, s. 224.)
***
Güney Afrikalı bir profesör, bazı araştırmalar için Hindistan’a gelir. Hintli meslektaşıyla trenle giderlerken, tren istasyon dışında bir yerde durur.
Bekleyiş uzayınca Güney Afrikalı sebebini sorar. Hintli meslektaşı “Sebebini bilmiyorum, ama gidip bir sorayım” der.
Döndüğünde “Merak edecek bir şey yok,” der. “Tren yoluna bir inek uzanmış, kalkınca yola devam edilecek.”
Bunun üzerine Güney Afrikalı profesör “Hayret, 20. yüzyılda hâlâ ineğe tapılabiliyor!” deyince Hintli profesör sorar:
“Peki, sizde hiç böyle şeyler yok mu?”
Güney Afrikalı önce, “Yok” derse de biraz düşününce beyninde şimşekler çakar ve ürpererek şu cevabı verir:
“Haklısın dostum, bizde de var. Hatta bizim durum sizden de kötü. Sizin inek birazdan kalkar, ama bizde öyle inekler var ki, yıllar geçse bile yine yerlerinden kalkmazlar.”
26.06.2008
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|