Ankara’da olup bitenler, siyasî kararsızlığın turnusol kâğıdı olmakta; çekingen politikaların çözümsüzlüğünü açığa çıkarmakta…
Geçen hafta Meclis’te Sosyal Güvenlik Yasası geçti. Asgari ücretliler dahil bütün çalışanların sağlık katkı payı ödemelerine karşılık, milletvekili ve yakınlarının gaziler gibi genel sağlık sigortası kapsamı dışına alınıp sağlık katkı payından muaf tutulmaları, yasayı gölgede bıraktı.
CHP, Anayasa Mahkemesi’ne “iptal” dâvâsı açması, yasanın özellikle “sosyal sigortalar” ve “genel sigorta” yönüyle çok tartışılacağının ilk sinyallerini vermekte.
Diğer yandan üzerinden 53 gün geçtiği halde Anayasa Mahkemesi raportörünün hâlâ başörtüsü yasağına karşı anayasanın iki maddesinin iptaliyle ilgili raporu bitirememesi, dikkat çekici.
Kulislerde bu konudaki kararın “kapatma dâvâsı”nı doğrudan etkileyeceği, bu yüzden büyük önem taşıdığı belirtilmekte. Ancak bu durum, belirsizliklere yenilerini eklemekte…
Keza Meclis Adalet Komisyonu’nda Türk Ceza Kanununun 301. maddesi tasarısındaki değişiklik, siyasî iktidarın kısıtlı demokratikleşme paketinde dahi tereddütlü oluşunu su yüzüne çıkardı. Başbakan’ın açıkça ifâde etmesine rağmen 12.5 saatlik gerilimli ve kavgalı oturumda, “kovuşturma”nın “soruşturma”ya çevrilerek yetkinin “Cumhurbaşkanı”ndan alınıp “Adalet Bakanı”na verilmesi, bunun göstergesi…
Oysa ifâde özgürlüğü önündeki tek engel 301 değil. Ankara’nın bu hususta AB müktesebatını üstlenmesi için daha bir dizi yasayı çıkarması gerekiyor. Siyasî partiler ve seçim yasası bunların başında geliyor.
Ne var ki, demokratikleşmeye dair uyum yasalarının kararlılıkla kapsamlı bir paket halinde getirilmeyip tek tek yalpalı bir şekilde gündeme getirilmesi gevşekliğine bakıldıkça, Ankara’nın daha çok oyalanacağı anlaşılıyor.
Kırılganlıklar bununla da kalmıyor. Global gıda krizinin Türkiye’de bir tek “pirinç sorunu”na indirgenmesine karşı, işin iç yüzünün hiç de öyle olmadığı ortaya çıkıyor.
Türkiye Süt, Et, Gıda Sanayicileri ve Üreticileri Birliği Başkanı Erdal Bahçıvan, gıdanın artık yüzyılın altını haline dönüşen stratejik ürün olduğunu belirtiyor. Küresel kıtlığın basitleştirilmeyeceğini, önümüzdeki en büyük fâcianın, toprağı insanları doyurmak için değil, araçlara yakıt temininde kullanmak olduğunu belirten Bahçıvan’ın, “Bir yandan dünya nüfusunun dörtte biri açlık çekiyor; diğer taraftan dev fonlar gıda ürünleri üzerinde oyun oynuyor” tespiti, meselenin hassasiyetini ortaya koyuyor.
Küresel hegemonya ve çıkarlarla dünyayı sera gazlarla, sanayi atıklarıyla kirleten zengin ülkelerin gözü dönmüş menfaat ve hırsı, dünyanın başını yiyor. Aslında “doğa öç almıyor”; küresel zâlim güçlerin zulüm ve çevreyi sorumsuzca tahribi, dönüp yine kendilerini buluyor…
Bu açıdan Tarım Bakanı’nın “birkaç gün pirinç yemeyin” diyerek problemi geçiştirmeye çalışması, pek de inandırıcı gelmiyor. Oysa dünyada ciddî bir ekonomik darboğazın eşiğinde; büyük bir gıda krizi var. Dünya Bankası ve IMF’nin “uyarısı”yla Türkiye bu krizden etkilenecek ülkelerin önünde yer alıyor.
Tüm dünyada gıdada kendi kendine yeten 7 ülkeden biri olan Türkiye, son yıllarda özellikle IMF’nin tarıma yönelik politikalarıyla köylü ve çiftçiye destek kesildi; üretim düştü. Türkiye tarım ürünü ve gıda ihraç eden ülkeler listesinden çıktı; ithal eden ülke oldu. Buğday gibi Anadolu’nun en baş ürettiği hububatı satın alan ülkeler arasına girdi…
Bütün bunlar olurken, hükümetin iki arada bir derede kararsız kaldığı bir başka konu var. Washington mahreçli tek paragraflık “sürpriz haber”de, “Türkiye’nin Afganistan’a ek asker göndereceği” belirtildi.
Amerikan Dışişleri Bakanı Rice, Amerikan petrol şirketleri ortağı kukla “Karzai hükümetinin güçlendirilmesi ve Taliban’ın ortadan kaldırılması” için Türkiye ile Irak’ta olduğu gibi Afganistan’da da “aynı amaçları paylaştığı”nı söylemeye devam etti. Türkiye’nin Washington Büyükelçisi Şensoy ise, Türkiye - ABD ilişkilerini “çıkar evliliği”ne benzeterek anlamlı bir ifâde ile buna âdeta onayladı. Habere göre, “uyanık Amerikalılar” bir “yeni formül” bulmuşlar; Türk subay ve askerleri, ecnebilerle birlikte operasyonlara katılıp danışmanlık ve irtibat hizmeti sunacakmış!..
Afganistan’da zaten 730 Türk askeri var. Arkadan dolanarak “ek asker”le Mehmetçiği conilerin “kalkan”ı yapmak, ABD’nin NATO’yu istismarıyla işgal ve çıkarlarını korumak, Türkiye’nin “görevi” mi?
Genelkurmay Başkanı “haberim yok” diyor; hükümetten hâlâ ses seda yok; bu yüzden spekülasyonların ardı arkası kesilmiyor.
Ve kamuoyu, Ankara’dan bu haberin doğruluğunun cevaplanmasını bekliyor…
22.04.2008
E-Posta:
[email protected]
|