Koca bir yıl, göz açıp kapayıncaya kadar geçip gitti. 2007’ye girerken, bir muhasebe yapma vaktidir: Acaba 2006’yı gereği gibi değerlendirebildik mi?
Tabiî ki ‘değerlendirme’ denilince akla ‘dünyevî/global/genel’ değerlendirme yapmak geliyor. Ama aslında şahsî bir değerlendirme yapmak daha iyi. Ömür sermayemizden kullandığımız 365 günü verimli kullanabildik mi?
Bilindiği üzere, yaşadığımız 24 saatlik her gün bize verilen çok değerli bir sermayedir. Öyle ki, bu sermeye ile ‘ebedî bir hayat’ı kazanma imkânımız var. İsraf edip, boşa harcadığımız her gün ‘zarar’ ediyoruz demektir.
Bir yandan bu muhasebeyi yaparken, öte yandan da aynı muhasebeyi Türkiye için yapabiliriz. Türkiye, geride bıraktığı 2006’yı en iyi şekilde değerlendirebildi mi?
Bu soruya ‘evet’ demek kolay değil. Çünkü 2006 başında yıl içinde çözülmesi hedeflenen pek çok problem çözülmeden yeni yıla devredilmek üzere. 70 milyonu aşkın nüfusuyla Türkiye’nin dertleri ve problemleri elbette kolay çözülecek türden değildir. Devasa problemleri çözmenin yolu, işe bir yerden başlamakla mümkün olabilir. 2006’yı bu yönüyle değerlendirdiğimizde elden geldiğini yaptığımız söylemek kolay değil.
Problemler sözkonusu olduğunda sadece ‘ekonomi’ akla gelmemeli. Elbette ekonomik problemler önemlidir, ancak sosyal problemler de unutulmamalıdır.
2006 yılında ihmal edilen bir konu da “Avrupa Birliği yolu” olarak isimlendirilen; hak, hukuk ve adalet konularında yapılması gereken çalışmalardı. Geride bıraktığımız yıl, bu konularda iyi imtihan verdiğimiz söylenemez. Gerek siyasetçi ve gerekse ekonomistlerin üzerinde ittifak ettikleri ortak görüşe göre; bu noktalarda bir yılı boşa harcadık. “Yaptık, yapacağız” diye çok konuştuk, ama fiilen bu vaadler gerçekleştirilemedi.
Elbette bu ihmalin, kaybedilen bir yılın bir bedeli olacak ve bunu da önümüzdeki yıllarda ödeyeceğiz. Ama ‘yapamadık, edemedik’ diye dövünmenin de bir anlamı yok. Her ne kadar 2006 kaybedilmiş bir yıl olarak tarihteki yerini almış olsa da ‘iş’ yapmak isteyenler için önümüzde yeni yıllar var. 2007’yi ve sonrasını bu niyetle değerlendirebilirsek kâra geçebiliriz.
Hakikaten yıllar su gibi akıp gidiyor. Şöyle geriye dönüp baktığımızda; (meselâ; 1990’lardan 2000’li yıllara bakınca) “AB’ye çok daha yakınlaşmış bir ülke” olacağımız tahmin ediliyordu. Fakat araya giren maniler, bu hedefi yakalamaya imkân tanımadı. Bugün ise, 2015 ya da 2020’lerde AB üyesi ülkeler seviyesine çıkmaktan bahsediliyor. Ömrü olup yaşayanlar görecek ki, bugün çok uzak olarak görülen bu tarihler, gerçekte çok yakındadır. O yıllara ulaşanlar da muhtemelen, ‘yıllar ne kadar da çabuk gelip geçti’ diyecektir.
Geride bıraktığımız her gün, ömür binamızdan bir ‘taş’ın düşmesi anlamındadır. Niyazi-i Mısri ne güzel ifade etmiş: “Günde bir taşı binâ-yı ömrümün düştü yere; / Can yatar gafil, binası oldu vîran bîhaber.”
Ömür sermayesi bitiyor, bî haber (gafil, habersiz) olmayalım!
31.12.2007
E-Posta:
[email protected]
|