Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 31 Aralık 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 


Murat ÇETİN

2000 yedi



2006’yı karşılarken yazılan bir yazı, 2007’yi uğurlarken de yazılır mı?

Başlık dışında ne değişir? Birşey eklenmediği halde bir eksiklik, birşey çıkarılmadığı halde bir fazlalık hissedilir mi?

İşte 2005’in son günlerinde yazdığım o yazı:

Hangi günler, nerelerde, merkez üssü neresi olan, kaç şiddetinde, kaç deprem olacak? Bu depremlerde kaç kişi ölecek, kaç kişi yaralanacak, kaç kişi evsiz, kaç kişi yetim, öksüz kalacak?

Hangi ünlüyü, hangi ünsüz yakınımızı kaybedip kaç gün hakkında konuşacak, kaç gün yasını tutacak, kaç gün sonra hayatımıza, sanki onu zaten hiç tanımıyormuşuz gibi devam edeceğiz?

Kimlerle dostluğumuz, gittikçe azalan görüşmeler ve araya giren mesafelerle, yavaş yavaş sona erecek? Hayatımızda kimleri daha yakın dost bilip, kimleri düşman hanemize yazacağız? Kimlerle tanışıp, hayatımızı tamamen değiştireceğiz?

Kaç yolculuk bizi bekliyor, umutla ya da hüzünle? Kaçında kavuşma, kaçında ayrılık, kaçında kafamızı kemiren sorular barınacak?

Kaç kitap okuyacağız, bir solukta? Kaç kitabı bir iki sayfa okuyup bırakacağız? Kaç kitap hayata bakışımızı değiştirecek, kaç kitap, kitaba bakışımızı?

Kaç boşu boşuna geçen saniyemiz, dakikamız, günümüz, haftamız, ayımız olacak? Ya da boşları değil doluları sayacak kadar faydasız mı geçecek koca bir yıl?

Kaç yeni bilgi edineceğiz, faydasız? Kaç bilgiyi unutacağız, olmazsa olmazlar listemizden?

Kaç polemik dinleyip taraf olacak? Kaç kişiye kızıp, kaç kişiye sempati duyacağız?

Ömrümüzün kaçta kaçı gidecek? Kalanıyla ne alacağız? Aldığımız bize ne fayda verecek?

Yeni bir yıl geliyor.

Ondan önce yeni bir gün, yeni bir an geliyor.

Milyonlarca an var. Karar anı. Pişmanlık anı. Panik anı. Tereddüt anı. Bir panikle verdiğimiz karar, ardından yaşadığımız pişmanlık. Tereddütlerle verilen kararların anları. Daha sonra hiç hatırlanmayacak, beynimizin hafıza bölümünde hiçbir işaret bırakmayacak anlar. Huzur aradığımız anlarla, huzuru elimizin tersiyle ittiğimiz anlar. Güldüğümüz ve ağladığımız anlar. Konuştuğumuz ve sustuğumuz anlar.

Yeni bir yıl geliyor, kocaman.

Ama ondan daha kocaman olan yeni bir an geliyor.

31.12.2007

E-Posta: [email protected]




Şaban DÖĞEN

Yeni yıla girerken



Âdem babamızla Havva anamız yasak meyveden yediklerinde Cennetten çıkarılmış, dünyaya gönderilmiş, gönderilirken de onlara ve Cennetten çıkarılmalarına sebep olan şeytana hitap ederek, “Birbirinize düşman olarak yeryüzüne inin. Orada belirlenmiş bir vakte kadar sizin için bir karar yeri ve bir nasip vardır” buyurmuştu.

Şeytan bununla kalmamış, Allah’tan ecelini Kıyamet gününe kadar uzatmasını isteyip Hz. Âdem’in neslini kendine bağlayarak Cehennemlik edeceğini söylemişti. Cenâb-ı Hak da ona fırsat vermiş, ancak “Benim ihlâslı kullarım üzerinde senin hiçbir gücün yoktur. Onlara vekil olarak Rabbin yeter” buyurarak kendini dinleyen kullarına hiçbir şey yapamayacağını bildirmişti.

Demek şeytanın düşmanlığı, Âdemoğullarının Cennete girmelerini sağlayıncaya kadar devam edecek.

Peki, şeytan bunda ne derece başarılı olabilir?

Cenâb-ı Hak açıkça âyetinde şeytanın ihlâslı, yani yaptıklarını sırf Allah için yapan, kaçındıklarından da sırf Allah için kaçınan kimseler üzerinde hiçbir etkisi olmayacağını bildirmektedir.

Demek şeytan Allah’ı değil, ancak kendini ve nefsini dinleyen kimseleri kandırabilecektir. Zaten şeytan hesap görülüp hüküm verildiğinde, “Şüphesiz, Allah size hak bir vaadde bulundu. Ben de size vaade bulundum ve yalancı çıktım. Zaten benim sizi zorlayacak bir gücüm yoktu. Ben sizi çağırdım, siz de bana uydunuz. Öyleyse beni kınamayın, kendinizi kınayın. Ne ben sizi kurtarabilirim, ne de siz beni kurtarabilirsiniz” diyerek tamamen yalancı olduğunu, insanlar üzerinde zorlayacak hiçbir güce sahip olmadığını açıkça itiraf edecektir.

İşte insan, hayatının her anında Allah’ın veya şeytanın emrine uyup uymamakla imtihan edilecek, şeytana inat Allah’ın emrine uyduğunda imtihanı kazanacak, hem dünyada, hem de âhirette azap ve sıkıntılardan kurtulacaktır.

Yılbaşı gecesi de bu açıdan önemli değil midir? Nefis ve şeytan bu gece kötülük ve haramlara sevk etmeye çalışacak, sonra da hiçbir kimseyi kurtaramayacağını söyleyip sıyrılmaya çaılışacaktır.

Bu gece insan şeytanın aldatmalarına kulak vererek onu sevindirmek, güldürmek veya ona geçit vermeyip rahmet-i İlâhiyeyi tebessüm ettirmekle başbaşadır.

Ne dersiniz bu gerçekleri gözardı edip günahların kıskacı içinde mi kıvranalım, yoksa şeytanın isteklerine karşı çıkıp onu boynu bükük, yüzü asık şekilde mi bırakalım?

31.12.2007

E-Posta: [email protected]




Süleyman KÖSMENE

Sekine duâsı



Aydın’dan Suzan Dündar:

*“Sekine duâsı nelerden bahseder? Nasıl okunur? Bu duâyı on dokuz defa okumamızın sırrı ve hikmeti nedir? Nerede ve ne zaman okumalıyız?”

Sekine duâsı, aslı vahye dayanan yüksek, sırlı, tılsımlı, feyizli ve kuvvetli duâlardandır. Hazret-i Cebrail Aleyhisselâm, Peygamber Efendimizin (asm) huzurunda bir sayfa indiriyor. Allah’ın altı ismi yazılı bulunan bu esrarlı ve tılsımlı duâ sayfası Hazret-i Ali’ye (ra) tebliğ ediliyor. Hazret-i Ali (ra) bu hâdiseyi şöyle anlatıyor: “Ben Cebrâil’i gök kuşağı gibi semâyı kuşatmış olarak gördüm. Sesini işittim. Sayfayı ondan aldım. Sayfada Allah’ın Ferd, Hayy, Kayyum, Hakem, Adl ve Kuddûs isimlerini yazılı buldum.”1

Sekine ile bildirilen ve Allah’ın Ferd, Hayy, Kayyûm, Hakem, Adl ve Kuddûs isimlerinden ibâret olan bu altı ismi Hazret-i Ali (ra) için ism-i azamdır. Bu isimlerden Hakem ve Adl isimleri İmam-ı Azam için ism-i azamdır. Hayy ismi, Abdülkadir-i Geylânî için ism-i azamdır. Kayyum ismi, İmam-ı Rabbanî için ism-i azamdır.2 Keza bu isimlerin tamamının asrımızda bir meyvesi zuhur etmiştir: Risâle-i Nur.3

Üstad Bedîüzzaman Hazretleri Risâle-i Nur’u bu altı ismin mazhariyetinde telif etmiş, Otuzuncu Lem’ayı da özel olarak bu altı ismin izah ve tefsirine ayırmıştır.

Bu isimlerin mânâları kısaca şöyledir:

Ferd: Allah birdir, tektir, yegânedir, biriciktir, istiklâl ve infirad Sahibidir.

Hayy: Allah sonsuz diridir, ezelî, ebedî ve ölümsüz hayat Sahibidir. Her şeye hayatı veren, her şeyi dirilten O’dur.

Kayyum: Allah daima kaimdir, tabir caizse daima ayaktadır, yarattığı her şeye hâkimdir, varlıkları dilediği gibi idare eder, sevk eder ve yönlendirir, her şey O’nunla var olur, O’nunla ayakta durur, O’nunla devam eder. Allah’ı ne bir uyuklama, ne bir uyku ve ne bir gaflet hâli almaz. Göklerde ve yerde ne varsa, O’nun iradesiyle ve kayyûmiyetiyle varlığını sürdürür ve ayakta kalır.

Hakem: Allah hüküm Sahibidir, hikmet Sahibidir, yarattığı her şeyde bir hikmet ve bir fayda gözetmesi O’nun yüksek âdetindendir. Faydasız ve boşu boşuna bir şeyi yaratmaz. Yarattıklarını gözetler ve denetler. Kullarından haklıyı ve haksızı ayırır, aralarında hak ve adaletle hükmeder.

Adl: Allah adalet Sahibidir, her yarattığına hakkı olan her şeyi verir, hiç kimseye hiçbir zaman haksızlık yapmaz, mahşerde adaletle hükmeder, cezası zulüm veya haksızlık değil, adaletten ibarettir. Allah kendisi adalet Sahibi olduğu gibi, kullarına da her işlerinde adaleti emreder.

Kuddûs: Allah paktır, temizdir, noksanlıklardan, kusurlardan, acizliklerden, küfür ve dalâlet ehlinin düşündüğü her türlü eksik sıfatlardan münezzehtir. Allah kemal sıfatlar sahibidir. O’nun her sıfatı, her ismi, her işi, her fiili mükemmeldir. Varlıkları mükemmel, kusursuz, temiz ve pak yaratır. Temizliği sever, temizliği emreder, işlediklerinden pişman olan ve tövbe eden kullarını günahlarından arındırır ve temiz kılar.

Sekînede bu isimlerin zikrinden sonra on dokuz harfli on dokuz âyetle Allah’tan istimdat edilir, Allah’a sığınılır, muhtelif isimleri ile Allah zikredilerek dünyevî ve uhrevî her sıkıntımızı aşmamız için bu isimlerin feyiz ve bereketi istenir.

Kısaca arz edelim: 1- Allah her sıkıntıdan sonra kolaylık lütfedecektir.4 2- Yüzlerin sıkıntısı Hayy-ı Kayyum içindir.5 3- Allah size karşı çok şefkatli, çok merhametlidir.6 4- Allah tövbeleri çok kabul edici ve kullarına çok merhamet edicidir.7 5- Muhakkak ki, Allah çok bağışlayıcı ve çok merhamet edicidir.8 6- Muhakkak ki, Allah her şeye gücü yettiği halde çok bağışlayıcıdır.9 7-Şüphesiz Allah her şeyi hakkıyla işitir, ve her şeyi hakkıyla görür.10 8- Şüphesiz Allah her şeyi hakkıyla bilir ve her işi hikmetle yerine getirir.11 9- Muhakkak ki, Allah sizin üzerinizde gözeticidir ve her halinizi görür.12 10- Biz sana apaçık bir fetih yolu açtık.13 11- Ve Allah sana pek şerefli bir zaferle yardım etsin.14 12- Şüphesiz Allah’a tâbi olan topluluk gerçek galiplerin ta kendisidir.15 13- Muhakkak ki Allah azabında pek kuvvetlidir ve kudreti her şeye galip olandır.16 14- Muhakkak ki hiçbir şeye ihtiyacı olmayan ve her türlü övgüye lâyık olan ancak Allah’tır.17 15- Allah bana yeter. O’ndan başka ibadete lâyık hiçbir ilah yoktur.18 16- Allah bize yeter. O ne güzel vekildir.19 17- En büyük korku olan kıyametin dehşeti onlara üzüntü vermez.20 18- Ancak Sana kulluk eder ve ancak Senden yardım isteriz.21 19-Ve âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun.22

Üstad Hazretleri on dokuz Kur’ân âyetinden alınan on dokuzar harfli bu yüksek ve öz metinlerin besmeleden itibaren on dokuz defa okunmasını önermiştir.23 On dokuz rakamı Kur’ân’dan alınan bir şifredir. Bilindiği gibi, Kur’ân’da ebedî âlemlerle ilgili verilen bir haberde on dokuz adedi telâffuz ediliyor.24

Seksen yılı aşkın hayatı boyunca karşılaştığı dehşetli fitnelerden harika bir sûrette korunmuş olan Üstad Saîd Nursî Hazretlerinin, İmam-ı Gazali yoluyla Hazret-i Ali’den (ra) ders aldığı sekine gibi yüksek esrarlı evradı kendisine daimî bir vird edinerek hiç terk etmeden okumuş olması25, bize, her sıkıntı ve fitne anında sığınacağımız açık ve koruyucu bir kapı olduğunu göstermeye yeterlidir.

Dipnotlar: 1- Lem’alar, İstanbul, 2001, s. 193; 2- Lem’alar, İstanbul, 2001, s. 520; 3- Lem’alar, İstanbul, 2001, s. 198; 4- İnşirah Sûresi, 5 ve 6. âyetten alınmıştır.; 5- Kısmen Bakara Sûresi, 255. âyetten iktibastır. 6- Hadîd Sûresi, 9. âyetinden alınmıştır. 7- Nisâ Sûresi, 16. âyetten alınmıştır. 8- Nisâ Sûresi: 23. âyetten alınmıştır. 9- Nisâ Sûresi: 149. âyetten alınmıştır. 10- Nisâ Sûresi: 58. âyetten alınmıştır. 11- Nisâ Sûresi: 11. âyetten alınmıştır. 12- Nisâ Sûresi: 1. âyetten alınmıştır. 13- Fetih Sûresi: 1. âyettir. 14- Fetih Sûresi: 3. âyettir. 15- Mâide Sûresi: 56. âyetten alınmıştır. 16- Hûd Sûresi: 66. âyetten alınmıştır. 17- Hac Sûresi: 64. âyetten alınmıştır. 18- Tevbe Sûresi: 129. âyetten alınmıştır. 19- Âl-i İmrân Sûresi: 173. âyetten alınmıştır. 20- Enbiyâ Sûresi Sûresi: 103. âyetten alınmıştır. 21- Fâtihâ Sûresi: 5. âyettir 22- Fâtiha Sûresi: 1. âyetten alınmıştır. 23- Hizbü’l-Envâri’l-Hakâikı’n-Nûriye, s. 119; 24- Bakınız: Müddessir Sûresi: 30; 25- Lem’alar, İstanbul, 2001, 197

31.12.2007

E-Posta: [email protected]




Yeni Asyadan Size

Dış geziler



Merkezi Melbourne’da bulunan Avustralya Nur Vakfının davetlisi olarak Avustralya’ya giden Genel Yayın Müdürümüz Kâzım Güleçyüz ile eşi ve Bizim Aile dergisi Yayın Koordinatörü Yasemin Güleçyüz, iki haftalık ziyaretlerini tamamlayarak Türkiye’ye döndüler.

Kâzım Güleçyüz, ilk izlenimlerini, Kurban Bayramı notlarını ve beşinci kıtadaki okurlarımızın ilk kez düzenledikleri aile kampına ilişkin intibalarını oradan sıcağı sıcağına gönderdiği yazılarla okuyucularımıza yansıttı.

Yasemin Güleçyüz de seyahat izlenimlerini farklı bir pencereden aksettiren ilk yazısını dönüşünde yayınladı.

Yazarlarımızın seyahatleri esnasında katıldıkları konferans ve toplantılar da, Türkiye’den giderek orada hizmetlerle meşgul olan Saadet Topuz ve Gülnihal Alaca tarafından haberleştirilerek gazetede yayınlandı.

Yazarlarımız, seyahatle ilgili genel değerlendirmelerini, fotoğraflarıyla birlikte ayrı bir çalışmada okuyucularımıza sunmanın hazırlığı içindeler.

Bu seyahate ilişkin yayınlarla ortaya çıkan en önemli mesajlardan birinin şu olduğunu düşünüyoruz:

Türkiye ile 20 bin kilometre uzağındaki beşinci kıtada aynı kaynaktan beslenen; aynı fikirleri, idealleri ve heyecanları paylaşan ve aynı tavizsiz istikrar çizgisinde aynı kararlılıkla yürüyen hizmet kahramanları “tearüf, teavün ve tesanüd” zemininde birbirlerine daha da yaklaşma ve güçlerini birleştirerek hizmeti daha ileri noktalara taşıma çabası içindeler.

Bu çabaların, her geçen gün küresel boyutta yeni aşamalar kaydederek sınırların ve kıtaların ötesine uzanan nur hizmetinde yeni yeni inkişafların kapısını aralayacağına inanıyoruz.

80 yıl önce Barla’da yakılan nur meş’alesiyle yükselen nurlu çağrının beşinci kıtadan ses veren aks-i sedası, bu müjdeli inkişafların en taze habercisi...

***

Özcan Kongo, Yavuz Azerbaycan’daydı

Dış gezilerimizdeki hareketlilik başka coğrafyalarda da devam etti.

Dış Haberler sayfası sorumlumuz ve dış politika yazarımız Mustafa Özcan İnsan Hakları ve Hürriyetleri Vakfının (İHH) davetlisi olarak Kongo’ya uçtu.

Kurban Bayramını Afrika’nın kara bahtlı insanları arasında geçiren ve kurbanını onlarla kesen Özcan, bir kısmını yazdığı hatıralarını makalelerinde sizlerle paylaşacak.

Bayramı Türkiye dışında geçiren bir diğer isim de, yazıişlerinin genç ve dinamik elemanı Umut Yavuz’du.

Yavuz yine aynı vakfın davetlisi olarak Azerbaycan’a gitti. Bakü ve civar ilçelerindeki kurban dağıtımını yerinde izleyen Yavuz, Çeçenlerin, Ahıska Türklerinin, Karabağ Azerilerinin dramlarına şahit oldu. Yavuz’un yazı dizisi önümüzdeki hafta yayına girecek.

***

Takviminiz bizden

Günlerdir devam eden anonslarımızda duyurulduğu gibi, yarın Yeni Asya alan herkese özel bir hediyemiz var.

Birbirinden güzel manzaraların yer aldığı dört yapraklı kuşe takvim, gazetemizle birlikte her okuyucumuzun eline ulaşacak.

365 gün boyunca bizi hatırlayacağınız takvime kuponsuz, beklemesiz sahip olabileceksiniz.

Bayi veya dağıtıcınızdan istemeyi unutmayınız.

***

Hepinize hayırlı haftalar diliyor, yarın gireceğimiz yeni yılın hizmetlerimiz adına yeni açılımlara vesile olmasını ve hayırlar getirmesini temennî ediyoruz.

31.12.2007

E-Posta: [email protected]




Nimetullah AKAY

Dünyada da huzur bulabilmek



Yollar iki çeşittir. Bazı yollar Allah’a gider. Diğer bazıları da İlâhî nurdan yoksun olan karanlıklara ulaştırır insanı. İnsanlığın bütün meselesi doğru olan yolları bulmak ve o yollardan Rabb-i Rahîme varabilmektir. Bu yollarda aydınlık vardır. Bu yollarda huzurun serin esintileri bulunmakta, kalblerin tatmin olmuş ferahlatıcı çarpıntıları yer almaktadır. Buralarda aklın aydınlığı kalbin nuruyla mânâ bulmakta, buralarda insan olmanın ifade edilemez hazzı tadılabilmektedir.

Allah’ın yüce Habibi Muhammed’in (asm) rehber olduğu yollardır bahsetmek istediğim, hatırlamak ve hatırlatmak istediğim. Kur’ân’ın yüce hakikatlerinin aydınlattığı yolların hasreti insanlığı arayanları yakmaktadır aslında. Kur’ân’ın Muhammedî yolu, huzura, refaha, insanlığa götüren yoldur. Bu yolun hasretiyle yanan kalblerimizin ateşini ancak Kur’ân-ı Azîmüşşan’la ve tefsiri Sünnet-i Muhammediye ile söndürebiliriz. Yoksa günah ateşlerinin cehennemî harâreti insânî değerlerimizi kül haline getirecektir.

Sanki hissediyorum anlatamıyorum bazı gerçekleri. Ağzımdan çıkan kelimeler yetersiz kalmakta iman hakikatlerini anlatmak için. Hissettiğim hakikatleri ifade edebilmenin huzurunu o kadar çok yaşayabilmek istiyorum ki, bunu da ifade etmekten acizim. Ama iman gibi bir İlâhî nimetin kıyısında bucağında olmamdan bile büyük bir huzur duyduğumu itiraf etmek istiyorum. Rabbime binler şükür ediyorum ki insanım ve imanın aydınlığıyla tanışmış bir kişiyim. Tanışmak ne büyük bir lütuf, tanış olmak ne büyük bir nimet...

Müslüman olmak ve Müslüman gibi yaşamak nimetinden daha büyük bir ihsan olamaz bu dünyada. Allah’ın bizlere bahşetmiş olduğu bu yüce mensubiyetin gereğini yerine getirme mükellefiyeti altında ezilmememiz gerekir. Bulduğumuz yolun kıymetini bilmezsek kendimize yazık etmiş olacağız.

Hiçbir düşünce saptırmamalı, hiçbir yaklaşım yanlış yerlere yönlendirmemeli, hiçbir davranış insanlığı Allah’a giden yollardan ayırmamalıdır. Allah’a giden yollarda huzur bulmuş insanlar kendilerini bulmuşlardır. Onları tarif edilemez bir huzur, anlatılamaz manevî bir hava kaplamıştır. Bizler de bu insanlardan olmalıyız. Bizleri dünyanın fanî değerlerine çağıranlara kanmamalı, insan olmanın yüce hakikatini değersiz metalara feda etmemeliyiz.

Allah’a giden yollarda ihlâslı ameller vardır. Buralarda safiyetle yerine getirilen ibadetler bulunmaktadır. Buralarda tevekkül ve teslimiyet bulunmakta, buralarda dünyanın bütün ağırlıklarından kurtulmak hâleti insanı hafifletmektedir. Bu yollarda duâ ve yakarışlar vardır. Kötülükler uzaktır buralardan. Çünkü buralar iyilikler ve güzellikler ülkesinin yollarıdır.

İman aydınlığının hakim olduğu yollarda karanlıklar yok olmakta, karanlıkların bulunmadığı yerlerde de şeytanlara mekân bulunmamaktadır. Nefsin insanın manevî duygularına üstünlüğü söz konusu değildir Allah’a giden yollarda. Nefis burada susmuştur, mağlûp edilmiştir. Nefis bir binici değil, muti bir binek haline gelmiştir.

Şükürler, hamdler yağıyor inanmış kalblerden. Ağızlar tercüman olmaktadır Allah’a yönelen kalblere... Kıyısından köşesinden şahit olduğum o manevî haletleri ifade etmekte zorluk çekiyorum doğrusu. Nefsime ve şeytanlara çok kızıyorum. Onları lânetlerle anıyorum. Çünkü hep önüme çıkmakta, kul olmanın manevî hazzını yaşamama engel olmaktadırlar. Onlardan kurtulmak ve Allah’a giden yolların yolcusu olmak istiyorum.

Kıyısında da olmak ne kadar güzeldir o yolların. Kim bilir tam içinde olmak, o yollardan inhiraf etmemek ne kadar büyük bir lezzet kazandırıyor inanmış kalplere... İnsana ebedî saadeti kazandıran Allah’a giden yollar, insanı bu dünyada da sultan etmekte, yaratılmışlara boyun eğmeyen bir kahraman haline getirmektedir. İmanlı bir hayatla aczi ve fakrı nihayetsiz olan insanlar nasıl da güç ve kuvvet bulmakta ve mahlukatın en zengini haline gelebilmektedir... Bunu gören görmekte, bilebilen bilmektedir.

31.12.2007

E-Posta: [email protected]




Hakan YALMAN

Yılın son günü ve günahlarımız



Hayat bir yolculuğa benziyor ve zaman hızla akıp gidiyor. Her gün koparılan takvim yaprakları ve bu yapraklar üzerinde sürekli değişen rakamlar ömrün bitiş hızını da gösteriyor. Aslında ömür takvimi her koparılan yaprağın son yaprak olma ihtimali olan bir takvim. Dolayısı ile bırakın geçen yılları, geçen her günün sonunda bir muhasebe yapma arayışı içinde olmalı, hem yaşanan günün şükrü eda edilip hem de gelecek günün kulluk planları yapılmalı.

Namaz vakitleri ile aslında bu günde beş kez planlanmış. Özellikle yeni bir yılın başlangıcı ve takvim yapraklarında yılı gösteren rakamın değişmesi bu anlamda ferdin şahsî hayatı için makro planlar yapması ve kimliğinin en alt katmanını oluşturan kulluk aşısından bir genel değerlendirme ve yeni yıla yönelik planların zamanı olmalı. Bu anlamda kendi ile bağlantılı olduğunu düşündüğü kötülükler ve yanlışlarla ilgili değerlendirmeler yapmalıdır.

İnsan, genetik yapısının, bu yapı üzerinde oluşan hormonlar ve sinir sistemi gibi unsurlarla ortaya çıkan meyiller, kuvvelerin ve bütün bunların sosyal etkiler ve farklı kaynaklardan alemine ulaşan kurallar ile mezcinden ve ahenginden hasıl olan bir kompleks biyopsikososyal yapıda kişiliktir. Bu yapının iç aleminde her şeye açık olan boyutunda ve meyillerin her tarafa yönelebilme istidadı taşıdığı safhada her tür hayal ve düşünce yer alabilmektedir. Ancak bu alan ferdin kişilik özelliklerini, dinî ve sosyal sorumluluklarını belirleyen bir alan değildir. Kötülük, düşünce düzeyinde kaldığı sürece ve sadece hayal âleminde yer alan bir işleyiş olduğu sürece ne kişiliğe zarar verir ne de toplum düzenini olumsuz yönde etkiler. Bu yüzden, dinlerin günlük hayata yansıyan kurallarında ve hukuk kurallarında kişiler hayallerinden, düşüncelerinden dolayı suçlu bulunmazlar ve ceza verilmez. Suç ancak fiil ortaya çıktıktan sonra gerçekleşmiş kabul edilir. Henüz kuvve safhasında olan şeylerden dolayı kişilerin suçlu bulunup cezalandırılması İlâhî ve beşerî hiçbir hukuk sistemi tarafından kabul edilemez.

Dinî anlamda sorumluluk tasdik ve kabul ile başlar. Kişi iç âleminde var olan, hayal âleminde dolaşan her şeyi tasdik ve kabul ediyor demek değildir. Hayal ve düşüncelerin alanı tarafsız değerlendirerek tercih yapabilmeye izin verecek şekilde her tür düşünce ve hayale açıktır. Kötü düşüncelerin iç âleminde yer almadığı, çirkin hayallerin hayal dünyasına girmediği bir durumda insanın imtihanından bahsedilemez. Böyle bir durumda doğrunun tercih edildiğinden bahsedilemez. Çünkü doğrunun istikameti belirlenmiştir ve oraya yönelmek için kişinin faziletine, belli bir yönü tercihine gerek kalmamaktadır. Bu durumda imtihanın sağlıklı olabilmesi, iyi ruhlarla kötü ruhların ayırt edilebilmesi açısından yaşadığımız alemin kuralları gereği iyi ve kötü her türlü tercih, iç alemde ve hayallerde yer almalıdır. Ancak bu şekilde kişinin iyiyi tercih ettiğinden bahsedilebilir. Bu noktada problem olan husus, kişinin kötüyü tercih etmiş olmaktan dolayı değil kötünün iç aleminde var olmasından dolayı suçluluk duygusuna kapılmasıdır. İnsan her türlü işi ve manzarayı düşünmeye, tasavvura, hayal etmeye yatkın bir varlıktır. Bu özellikleri ile varlık mertebelerinin en üstüne çıkabilecek ve en altına inebilecek cihazlarla donatılmış gibidir. Kabiliyetleri, meyilleri ve kuvveleri ile, iyi ve kötü yönde her türlü işe müsait iken aklına geldiği, düşünebildiği halde yapmadığı için, kuvveleri o yöne sürüklediği halde uzak kalabildiği için bir üstünlük, diğer mahluklar ve meleklerden farklılık insana verilmiştir. Yani, düşüncede, tasavvurda, kuvvede kalan fiile, akılla tasdike, kalben taraftar olma boyutuna geçmeyen kötülükler ve edep dışı sözler aslında insanın terakkisinin vesileleridir. İç âleminde bunlarla mücadele ettiği için ve bunlara karşı doğruluğun, iyiliğin ve güzel ahlâkın tarafında yer alabildiği için diğer varlıklardan ayrılmış ve ruhen gelişmeye namzet kılınmıştır.

Bütün bunlardan sonra diyebiliriz ki, insan imtihanı ve yaratılışı gereği, şu âlemdeki pozisyonu sebebiyle düşünce, hayal ve tasavvurlarında kötü söz ve düşüncelerin yer alabileceği ve kötülüklere meyledebilecek özellikler taşımaktadır. Bu özellikleri aynı zamanda ondaki mücadele, gelişme, ilerleme meylini ve olumlu yönlerini de açığa çıkaran bir yapı ortaya koymaktadır. Gelişmeye ve gerçek insanlığımızı yaşamaya yol açan bu olumsuzlukların ve kötülüklerin iç alemimizde bulunmasından sıkıntı duymak çok gereksiz ve yersizdir. Önemli olan, tarafsız muhakeme ve imtihan gereği içimizdeki kötü düşünce ve fiillerin tarafında yer almamak, onları kabul etmemek ve gereklerini yerine getirmemektir. Bunu başarabildiğimiz anda aynen âlemde şeytanın varlığı gibi iç dünyamızda kötü söz ve düşüncelerin varlığı insanlık mertebelerinde yükselişimize ruhen ve manen insanlığın en üst mertebelerine çıkışımız için basamaklara dönüşeceklerdir.

Yeni bir yılın başlangıcında hata ve günahlarımızı bu zeminde gözden geçirmeli ve gelecek yılda bunların manevî terakkimize basamak olması için niyet ve duâ etmeliyiz. Unutmayalım ki her kopan takvim yaprağı bize ihsan edilen bir günün ve son güne gelmiş olabileceğimizin habercisi. Takvimde yılı gösteren rakamın değişmesi ise bu duyguyu çok daha belirgin olarak hissettiriyor. Bu gece, bu duyguları güçlendirmek açısından çok önemli.

Gelen yılın daha çok kulluk idraki ve daha fazla manevi terakki vesilesi olması ve bizleri Rabb’imize biraz daha yakınlaştırması ve barış içinde bir dünya duası ile herkese hayırlı seneler diliyorum.

31.12.2007

E-Posta: [email protected]




Mustafa ÖZCAN

Benazır’ın kader kodları



Benazır’ın dönüşü de, ölümü de sır perdesi altında cereyan etti. Ölümü hakkında hükümet kaynakları ile PPP kaynakları (Butto’nun partisi) ayrı telden çalıyor. Hükümet, Kaide diyor, Butto’nun partisi ‘Kaide değil hükümet’ diyor. Hükümet, ‘aracının sunroof’una çarptı, öldü’ diyor PPP kaynakları ‘Hayır! Bu ifade ‘tehlikeli bir saçmalık ve zırva’ diye mukabele ediyor. Hükümet açıklamalarını alay olarak değerlendiriyor. Pakistan’daki Sözcüsü Sherry Rahman ‘cenazesini yıkanırken kurşun yaralarını bizzat gördüm’ diyor.

Peki, öyleyse hükümet neden böyle çelişkili açıklamalar da bulunuyor? Karartma uygulayarak fail veya faillerin adresini örtbas etmek istiyor. Hedef şaşırtmak istiyor. İkinci olarak da, silahlı saldırı sonucu ölmesi güvenlik boşluğu noktasında hükümeti eleştirilere ve onun da ötesinde cinayet ortaklığına açık hale getiriyordu. Bu ihtimali örtmek ve koruma boşluğu olmadığı intibaı uyandırmak için Müşerref hükümeti umutsuz bir şekilde bu tür açıklamalardan medet umuyor. Anlaşılan herşeyi yüzlerine gözlerine bulaştırdılar. Ama artık işaret parmakları ‘bostan korkuluğu’ Kaide yerine Müşerref’e işaret ediyor.

Amerikan kaynakları da artık Kaide yerine Müşerref’e işaret ediyor. Zaten Benazır’ın gerektiği kadar korunmadığında herkes hemfikir. Üzerine yıkılmak ve ihale edilmek istenen suikast hakkında Beytullah Mehsud aynen Benazır’ın sözlerini teyid ederek cevap veriyor ve bu suretle kendisini aklıyor: “Bizde kadına el kaldırılmaz. Törelerimiz bunu kabul etmez...” Ama Müşerref’in iktidar töresi bunu kaldırıyor. Pakistan basınının da yazdığı gibi Amerikan idaresi İslamabad’ın kısmen de olsa Benazır’ın ölümünden sorumlu olduğunu kabul ediyor (Islamabad partly responsible for death, Dec 29, Dawn gazetesi). Senato Dış İlişkiler Komitesi Başkanı Joseph Biden, Pakistan yönetiminin Butto suikastından dolaylı suç ortağı olduğunu ifade etmiş ve korunmasında gösterilen (kasıtlı) zaafiyetten dolayı da bilhassa rahatsız olduğunu kaydetmiştir. Pelosi de meselenin soruşturulmasını istemiştir.

***

Ama yine birinci suikasttan sonra olduğu gibi Pakistan yönetimi uluslararası bir soruşturmaya karşı çıkmıştır. Burada Amerikan yönetimi bir ikilemle karşı karşıyadır. Ya Refik Hariri suikastında olduğu gibi Benazır suikastında da uluslararası soruşturma için bastıracak ya da tutarsızlığını ilan edecektir. Dolayısıyla Refik Hariri suikastından sonra artık Müşerref için de uluslararası bir mahkemenin kurulmasının zamanı gelmiştir.

Ama Müşerref suikastın dolaylı suç ortağı ise onun büyük ortağı da hiç şüphesiz Bush ve Amerikan yönetimidir. Pakistan’ı karıştıran irade odur. Hürriyet’ten Defne Barak’ın haberine göre, Benazır’ın Pakistan’a dönüşü tuzak olmuştur ve Amerikan yönetimi dönüşünü azmettirdiği halde kendisine sahip çıkmamış ve ortada bırakmıştır. Aslında Benazır ile Müşerref’i takviye etme, Benazır’ı tampon olarak kullanarak onu yedekleme ve Amerikan çıkarlarını bu suretle garantiye almak istemiştir. Ama Butto konusunda gerçekte Müşerref’e söz geçirememiştir. Benazır da Defne Barak’ın yazdığına göre, bütün uyarılara rağmen ölümüne Pakistan’a dönmüştür. Demek ki kaderi çekti. Defne Barak, Benazır Butto’nun tuzağa düştüğünü söylerken aslında Butto acı sonunu görmüş ve bunu bir mektupla gelmeden önce Müşerref’e iletmiş. Mektubun muhtevasını PPP Senatörlerinden Latif Khosa basına deşifre etmiştir. Latif Khosa ‘Mektub, onun ölüm ilanıydı/ It (the letter) was a dying decleration’ demiştir. Dolayısıyla Defne Barak ile Latif Khosa’nın ifadeleri birbirini teyid ediyor.

***

Gelelim, Benazır’ın kader kodlarına. Daha önceki yazılarımda Ehud Olmert’in kader kodlarının 28 olduğunu yazmıştım. Benazır’ın kader kodlarının da 8 olduğu anlaşılıyor. Ziya ul Hak’ın vefatından ve 11 yıllık askeri idareden sonra ülkeye dönerek girdiği seçimleri 1988 yılında kazandı. 1999 yılından itibaren ülke dışına çıktı ve 8 yıl sürgün hayatından sonra Müşerref’le ‘anlaşarak’ ülkesine döndü. Dönüş tarihi yine 8’li. 18 Ekim 1997. 27 Aralık 2007 tarihinde bir suikast sonucu öldürüldü. Yerel saatle tam 18:16’da partisi Butto’nun şehit olduğunu yani ölümünü duyurdu ve ilan etti. Yaşasaydı 8 Ocak tarihli seçimlere girecekti. Vadesi yetmedi. 8 Ocak tarihli seçimler onun sonu oldu. Bu rakamlar alt alta dizildiğinde onun kader kodlarını gösteriyor.

Maalesef Butto’lar Kennedy’ler gibi talihsiz bir siyasi hanedanlık oldu. Benazır Butto’nun siyasi mirasını 19 yaşındaki oğlu Bilavel devraldı. Dul kocası Asıf Ali Zerdari de partinin eşbaşkanı oldu.

31.12.2007

E-Posta: [email protected]




İsmail BERK

Darbelerin Pakistan’ı



“Hint kumaşından” çıkmış, istiklâliyetini Muhammed Cinnah ile ispatlamış ve bilim nobelini yıllar önce kazanmış bir ülke, uzun süredir sendeliyor. Çivisi çıkmış demokrasisi, bir türlü yerine konulamıyor. Bölgenin hassas dengeleri, Afganistan’la sınır oluşu ve kendi içinde yaşadığı darbeler, İslâmın bu kabiliyetli çocuğunu hırpalıyor.

Bir potansiyelin, bir halkın gün ışığına çıkma istidadı ve İslâm ülkeleri arasında bir mirendi olması gereken konumu, sürekli hırpalanıyor. Kimler hırpalıyor? Neden hırpalıyor? Destekçileri, köstekçileri, şaşırtıcıları, radikalleri, mutedilleri ve köstebekleri ile tam bir kazana döndü Pakistan.

Amerika’nın arka bahçesi yapma planları ne tam tutuyor, ne de geriliyor. Kendi içinde yaşadığı bölünmüşlük, Hindistan’la problemlerini tetiklerken, batıya gün doğuyor. Askerî vesayetin İslâm adına geliştirdiği, bir bakıma Türkiye gibi kardeş bir ülkeden öğrendiği darbelerle siyasetin kimyası ve yönetme erki yara alıyor.

Temmuz 1977’de General Ziyaül Hak’ın darbeyle devirdiği Başbakan Zülfikar Ali Butto, sonunda idam edildi. Üniversite eğitimini yeni tamamlamış kızı Benazir Butto ise uzun süre ceza evinde tecrit hayatına mahkûm edildi. Kendisinin beyanıyla, “siyaset, hayat onu bulmuştu.”

Babasının izinde siyasete atıldı. Ziyaül Hak’ın sebebi hâlâ anlaşılmayan uçak kazasıyla öldükten sonra ülkesine geri döndü. Batı eğitimli, bayan, liberal sol eğilimli duruşuyla, toprak ağası babasının çizgisini devam ettirdi. Başbakan olduğunda, eşinin suiistimalleri ve yolsuzlukları ile bilindi. Bu yüzden görevden alındı. Yeni bir seçimle tekrar geldi.

Demokrasi yolunda, kazandığı her seçim, Butto ailesinin karşısına askerî rejimi çıkardı. Eşinden dolayı yolsuzluk boyutları o kadar büyüdü ki, onun başını da yaktı. İkinci Ziyaül Hak ise Müşerref oldu. Askeri darbeyle geldi. Hem Genelkurmay Başkanı, hem de devlet başkanı koltuklarını ortak kullanarak 7 yıl Pakisatan’ın tek hakimi oldu.

Siyasî liderleri saf dışı bıraktı. Benazir Butto yolsuzlukların hesabından dolayı yurt dışına gitmeyi tercih etti.

Afganistan’ın işgali, El Kaide korkusu ve ABD’nin müttefik ihtiyacı, en çok Pervez Müşerref’in işine yaradı. Bu dönemi ihtirası ve iktidarı için iyi bir payanda yaptı. Dinî gruplarla çatışmayı bile göze aldı.

El Kaide ile mücadele adı altında, Amerika’nın bölge operasyonlarına ve istihbarat gücüne destek verdi. Askerî bir cunta lideri olması, ABD’nin demokrasi ahlâkına uygundu. Zaman, Müşerrefi de, ABD planlarını da öğüttükçe, siyaset zemini açıldı, muhalefet kısmen güçlendi ve Müşerref’i dengeleme senaryoları öne çıktı.

Müşerref, istemeyerek de olsa asker elbisesini çıkardı, seçim yolunda Benazir Butto ve Navaz Şerif’e güvence verdi. Benazir Butto’nun sürgün dönüşü ile başlayan iki aylık suikast teşebbüsleri, siyasî cinayetle sonuçlandı.

Tıpkı Menderes ailesi gibi, trajik bir hayatı var Butto ailesinin. Baba Butto idam edildi, ikisi erkek, biri de Benazir Butto olamak üzere üç çocuğu da öldürüldü.

İslâm adına da olsa, dinî hassasiyetle de olsa, mukaddes mefhumlara sarılı örtülü diktatörlüğün, askerî darbelerin ve millî irade dışı tevessüllerin, hayır getirmediği, çatışmayı arttırdığı ve diktatörleri açmaza sürüklediği bir kez daha anlaşıldı.

ABD’nin Pakistan’ın nükleer gücü üzerine yaptığı hesaplar, El Kaide korkusu ile birleştirilince, ortaya yeni bir işgal veya sömürü planının adresi çıkıyor.

Ümidimiz, kardeş Pakistan’ın daha fazla karışmaması, sükûnet içinde yaralarını sarması, demokrasiden yana tercihlerini erteletmemesi ve provokasyonlar karşısında galeyana gelip, oyunun parçası olmaması.

Sonuç olarak; “darbelerin Pakistan’ı” kargaşayı getirmiştir. ABD oyuncağı yapmıştır ülkeyi.

İnşaallah halkın sağduyusu bu oyunu bozar.

31.12.2007

E-Posta: [email protected].




Faruk ÇAKIR

Yılın son günü



Koca bir yıl, göz açıp kapayıncaya kadar geçip gitti. 2007’ye girerken, bir muhasebe yapma vaktidir: Acaba 2006’yı gereği gibi değerlendirebildik mi?

Tabiî ki ‘değerlendirme’ denilince akla ‘dünyevî/global/genel’ değerlendirme yapmak geliyor. Ama aslında şahsî bir değerlendirme yapmak daha iyi. Ömür sermayemizden kullandığımız 365 günü verimli kullanabildik mi?

Bilindiği üzere, yaşadığımız 24 saatlik her gün bize verilen çok değerli bir sermayedir. Öyle ki, bu sermeye ile ‘ebedî bir hayat’ı kazanma imkânımız var. İsraf edip, boşa harcadığımız her gün ‘zarar’ ediyoruz demektir.

Bir yandan bu muhasebeyi yaparken, öte yandan da aynı muhasebeyi Türkiye için yapabiliriz. Türkiye, geride bıraktığı 2006’yı en iyi şekilde değerlendirebildi mi?

Bu soruya ‘evet’ demek kolay değil. Çünkü 2006 başında yıl içinde çözülmesi hedeflenen pek çok problem çözülmeden yeni yıla devredilmek üzere. 70 milyonu aşkın nüfusuyla Türkiye’nin dertleri ve problemleri elbette kolay çözülecek türden değildir. Devasa problemleri çözmenin yolu, işe bir yerden başlamakla mümkün olabilir. 2006’yı bu yönüyle değerlendirdiğimizde elden geldiğini yaptığımız söylemek kolay değil.

Problemler sözkonusu olduğunda sadece ‘ekonomi’ akla gelmemeli. Elbette ekonomik problemler önemlidir, ancak sosyal problemler de unutulmamalıdır.

2006 yılında ihmal edilen bir konu da “Avrupa Birliği yolu” olarak isimlendirilen; hak, hukuk ve adalet konularında yapılması gereken çalışmalardı. Geride bıraktığımız yıl, bu konularda iyi imtihan verdiğimiz söylenemez. Gerek siyasetçi ve gerekse ekonomistlerin üzerinde ittifak ettikleri ortak görüşe göre; bu noktalarda bir yılı boşa harcadık. “Yaptık, yapacağız” diye çok konuştuk, ama fiilen bu vaadler gerçekleştirilemedi.

Elbette bu ihmalin, kaybedilen bir yılın bir bedeli olacak ve bunu da önümüzdeki yıllarda ödeyeceğiz. Ama ‘yapamadık, edemedik’ diye dövünmenin de bir anlamı yok. Her ne kadar 2006 kaybedilmiş bir yıl olarak tarihteki yerini almış olsa da ‘iş’ yapmak isteyenler için önümüzde yeni yıllar var. 2007’yi ve sonrasını bu niyetle değerlendirebilirsek kâra geçebiliriz.

Hakikaten yıllar su gibi akıp gidiyor. Şöyle geriye dönüp baktığımızda; (meselâ; 1990’lardan 2000’li yıllara bakınca) “AB’ye çok daha yakınlaşmış bir ülke” olacağımız tahmin ediliyordu. Fakat araya giren maniler, bu hedefi yakalamaya imkân tanımadı. Bugün ise, 2015 ya da 2020’lerde AB üyesi ülkeler seviyesine çıkmaktan bahsediliyor. Ömrü olup yaşayanlar görecek ki, bugün çok uzak olarak görülen bu tarihler, gerçekte çok yakındadır. O yıllara ulaşanlar da muhtemelen, ‘yıllar ne kadar da çabuk gelip geçti’ diyecektir.

Geride bıraktığımız her gün, ömür binamızdan bir ‘taş’ın düşmesi anlamındadır. Niyazi-i Mısri ne güzel ifade etmiş: “Günde bir taşı binâ-yı ömrümün düştü yere; / Can yatar gafil, binası oldu vîran bîhaber.”

Ömür sermayesi bitiyor, bî haber (gafil, habersiz) olmayalım!

31.12.2007

E-Posta: [email protected]




Kemal BENEK

Ne kadar operasyon o kadar yatırım



Kuzey Irak’ta terör hedeflerine yönelik operasyon devam ediyor. Operasyon gerekli mi? Gerekli. Peki soruna çare mi? Tek başına değil. Ya ne yapmak lâzım? Ekonomik, sosyal tedbirlerle yaranın tamamen kapanması sağlanmalı. Bunun için parasal fedakârlık gösterilmeli mi? Gösterilmeli.

İlk operasyon 4 saat sürdü. Hürriyet, ilk operasyonun maliyetini kalem kalem açıkladı. Yaklaşık maliyet 20 milyon dolar: 5 milyon dolar uçaklarda kullanılan yakıt, 13 milyon dolar atılan bombalar, 2 milyon dolar ise atılan toplar.

Türkiye çeyrek asırlık terör belâsına 300 milyar dolar civarında bir para harcadı. Bunun içinde operasyonlar da dahil. Konuştuğumuz işadamları, kanaat önderleri operasyonları desteklediklerini ifade ettikten sonra ardından fakaaat… bağlacını kullanıp devam ediyorlar: “Bölgenin en büyük sorunun başında işsizlik geliyor. Özellikle gençlerin büyük çoğunluğu işsiz.”

İşsizliğin çaresi istihdam oluşturmak. Bunun yolu da yatırımdan geçiyor. Yatırım yapmak için de para lâzım. Para için de fedakârlık gerekiyor.

Bölge bunun formülünü de bulmuş. Bundan sonra operasyona harcanan para kadar yatırım yapılmasını istiyorlar. Bunun ardından da fakaaat bağlacı kullanılıyor. “Direkt istihdam sağlayan yatırım yapılsın. Her yatırım işsizliği azaltsın. Bakın o zaman terör nasıl bitiyor? Dağa gidenler yönünü nasıl fabrika kapısına çeviriyor?”

Ağaç yaşken eğilirin Osman Durmuşçası

TBMM’de tütün mamullerinin zararlarının önlenmesine dair kanunun görüşülmesine başlandı. MHP adına eski sağlık Bakanı Osman Durmuş konuştu. Sigaranın zararlarından bahseden Durmuş, “ağaç yaşken eğilir” özdeyişini bizzat uygulayanlardan.

Durmuş çocuklarına sigarayı nefret ettirme metodunu anlattı. Ne kadar doğru bir metod tartışılır. Çünkü eğitmeye çalıştığı ağaç beklentinin aksine bir sonuç verebilirdi. İşte Osman Durmuş’un metodu: “Benim evimde sigara içilmez. Çocuklar dört-altı yaş grubundaydı. Misafirim geldi. Biz de kül tablası da yoktur. Misafir, cebinden sigarasını çıkardı, yaktı, ama sigarayı gerçekten içmedi, yedi resmen. Öyle bir içim, öyle bir haz, öyle hoş bir görüntü ki, bir baktım hem kızım hem oğlum gıptayla misafire bakıyorlar. “Eyvah” dedim, “Kaybettik çocukları.” Gözünün içine bakıyorlar, dikkatlerini ayırmıyorlar. “Keşke benim babam da böyle olsa” der gibi bir hâl. “Misafir, bir sigara da bana ver” dedim. Verdi, yaktık. “Kızım gel, -küçük- al bu sigarayı iç.” Gıpta ediyor, onu orada test etmem lazım. Verdim, üflüyor, bilmiyor. “Olmaz, sigaranın dumanını içine çekeceksin, em” dedim. Emdi, öksürdü, gitti. O, çocuk yaştaki tadı ve lezzeti çok çirkin, onun damak tadı ona uygun değil. Sonra, “Oğlum, sen gel” dedim. Hiç itiraz etmedi, o da geldi. “Hadi oğlum iç.” O da üflüyor. “Hayır, emeceksin, içine çekeceksin” dedim. Çekti, öksürdü, bağırdı, gitti. O gün bugündür içmiyorlar.”

CHP’nin terfi etmesi yassağğ hemşerim!

Ödüllü yarışmalara girip dereceye giren başörtülü öğrencilere yönelik insafı aşan tavırlara bir destek de (!)CHP’den. “Laik eğitimin çok büyük tehlikeyle karşı karşıya olduğunu, daha önce bireysel olan bazı uygulamaların artık örgütlü” yapıldığını ileri süren CHP Meclis araştırması istedi.

CHP’ye göre, “Kutlu doğum haftalarıyla gündeme gelen ve okullardaki dinî yayınların dağıtımı, türban takma, oruç tutma ve namaz kılma baskılarıyla devam eden bu uygulamalar çağdaş, demokratik ve laik Türkiye Cumhuriyeti rejimini tehdit eder duruma geldi.”

Bir-iki münferit olayı genelleştiren CHP, eğitimle ilgili önergenin arasına THY’nin sponsorluğunu da sıkıştırdı. Hatırlanacağı gibi THY, İstanbul İlim ve Kültür Vakfı’nın düzenlediği “Adalet” konulu 8. Uluslararası Bediüzzaman Sempozyumunun resmî sponsorluğunu yapmıştı. Eğitimle ilgili araştırma önergesinde, “THY gibi bir Cumhuriyet Kurumumuzun nur cemaati destekli bir vakfın sempozyumuna sponsorluk yapıyor olması da, tarikatların örgütlenmelerinin sadece eğitim kurumlarımızla sınırlı kalmadığının da bir göstergesidir” ifadelerine yer vererek tehlikenin boyutunun ne kadar yükseldiği (!) de gözler önüne serildi.

Tarikatların elinde 3 bin okul, pansiyon, dershane ve kurs olduğunun ileri sürüldüğü CHP önergesinde, bunların kapatılması ve çalıştıranların hepse atılması talep edildi. Taleplerinin yerine gelmemesi halinde “toplumsal bir çatışma” yaşanacağı tehdidinde de bulunuldu.

Önergenin altında onlarca ismin yanında ikna odalarının ve cumhuriyet mitinglerinin mimarları İstanbul Milletvekilleri Nur Serter ve Necla Arat’ın da imzası var.

Sapla samanı karıştıran CHP, bu gidişle “bekçilik”ten bir türlü terfi edemeyecek.

Elektriğin nominali, reeli. Okey!

İki hafta önceki “Nominalimiz reelimizden daha iyi ama…” başlıklı yazımızdan sonra nominal ve reel arasındaki farkı soran mailler aldık. Cevap vermeye çalıştık.

Aradan kısa bir zaman geçti. Bu sefer Devlet Bakanı Mehmet Şimşek, konuşmasını “nominal ve reel” kavramlarıyla süsledi.

Elektrik zammını; “Nominal bazda elektrik fiyatı düşmüş. Reel bazda elektrik fiyatı yüzde 70’in üzerinde aşağı inmiş. Okey. Şimdi el insaf! Okey? El insaf! Artış falan filan, aman ne olur, en son konuşulması gereken bir konu” sözleriyle cevaplayan Şimşek, ülke olarak nominalimize dikkat çekti.

Ancak Şimşek’in sözlerini gazeteciler de anlamadı. Ve biri sordu: “Sizin hesabınıza göre ortada zam yok yani?”

Nominala göre yok, reele göre var gibi görünse de yok. Okey!

31.12.2007

E-Posta: [email protected]




Cevher İLHAN

“Pakistan projesi”



Nükleer silâha sahip tek Müslüman ülke Pakistan’ın istikrarsızlaştırılması, öteden beri menhus Batı’nın “gizli plânı”. Bu yüzden İngiltere’nin geçen asırdan kalma “dessas politikaları”nı uygulayan ABD’nin “kirli plânı”nda birçok Müslüman ülke gibi Pakistan da en başta...

Amerikan yönetimine yakınlığıyla bilinen The Washington Post’un, “Amerika Butto’yu kullanarak Müşerref’in iktidarını uzatmak istedi” haberi bunun bir delili. Açığa çıkan gerçek şu ki Benâzir Butto, babasının aksine son sekiz yıldır sürgünde İngiliz ve Amerikan yönetimiyle içli dışlı oldu. Neocon’larla “Pakistan projesi” üzerinde anlaştı. Yönetime gelmesi halinde Amerikan ve İngiliz çıkarlarını koruyacağını taahhüt etti.

Benazir Butto’nun en önemli vaadi, Pakistan’da medreseleri kapatmak ve daha önce destek verdiği komşu Afganistan’daki Taliban’ı tasfiye etmekti. Bu maksatla ABD ve İngiltere, iktidara getirdikleri General Müşerref’i zorladılar; “iktidar ortağı” olarak “destek vermek” üzere Butto’nun Pakistan’a dönmesine “izin” verildi.

Zira Müşerref “Taliban” ve “El Kaide”yle mücadele ve Pakistan’ı eski ve yeni işgalcilerin projelerline göre tepeden tanzim etme sözünü vermiş, lâkin başaramamıştı.

Butto, bir vâhim vaatte daha bulunmuştu; ABD’nin Pakistan’daki “El Kaide hedefleri”ni vurmasına izin verecekti. Bu durum, Pakistan’ın da Afganistan ve Irak gibi istila edilmesi anlamına geliyordu. Ne zaman ki Pakistan halkı oyunun farkına vardı, Butto’nun iktidara gelemeyeceği anlaşıldı; dış mihraklar Butto’yu “bilmece”ye dönüştürdükleri bir suikastla “fedâ” ettiler...

Çıkarları uğruna daha önce Amerikan projesine karşı çıkan babası Zülfikar Ali Butto’yu, bu proje uğruna onu deviren General Ziya’ül Hakk’ı “kurban” ettikleri gibi. En son Pakistan’ın kurucusu Muhammed Ali Cinnah’ın partisi Müslüman Birlik Partisi başkanı başbakan Nevaz Şerif’i General Müşerref’e devirttikleri gibi…

* * *

Bütün bunlar, şüphesiz “İsrail’e hizmeti vazife” bilen Evanjelist Bush yönetiminin, jeo-politik analizci Yahudi lobilerince tespit edilen temel politikasına göre, Pakistan’ın bölünmesi projesi hesabına yapıldı… Bengladeş’in koparılmasına rağmen Pakistan toparlandı; 170 milyonluk Müslüman ülke, bütün darbe, iç karışıklık senaryoları ve bozgunculuklara rağmen Asya’nın önünde bütünlük içinde varlığını sürdürdü…

Bundandır ki Pakistan’da demokrasini işlemesine fırsat verilmedi. Hep darbelerle demokrasinin önü kesildi, ülke rahat bırakılmadı. En önemlisi de ülkenin temel birlik harcı olan İslâmdan uzaklaştırılması hedef seçildi.

Aslında bütün bunlara sebep, ABD’nin 11 Eylül olayları sonrası, Pakistan’ı kıskaca alması oldu. Washington, darbeyle başa getirdiklerinden, Pakistan’ın nükleer enerjiden vazgeçmesini, medreselerin kapatılmasını, Amerika’nın bölgede, Afganistan ve Irak’ta yaptığı emr-i vakilerini kabullenmesini istedi. Halkın ikna edilmesini dayattı. Başaramadıklarında ise, bir yeni darbeciyle devirerek değiştirdi.

Müşerref’i başa getiren ABD, Pakistan’da dinî eğitimin temel taşı olan medreseleri “terörist yetiştirmek” gibi kabul edilemez dehşetli bir iftirayla suçlamaya devam etti. Medreselerde İslâmın öğretilmesini, her Müslümanın tabiî olarak gösterdiği Afganistan ve Irak işgallerine tepkiyi “El Kaide’ye destek” olarak gördü. Medreseleri büyük bir baskı altına aldı, günlerce Lal medresesini kuşattı; yüzlerce kişi katledildi; ama yine bir netice elde edemedi…

* * *

Böylece, darbelerle Pakistan’ın içine sokulan fitne, içinden çıkılmaz bir hal aldı. Sonuçta ABD, bütün dünyada hegemonyası uğruna fütursuzca kullanıp attığı “dostları” ve “yerli işbirlikçileri”ne Pakistan’dakileri de ekledi…

Önce radikal “Taliban” Afganistan’ın başına bela edildi. Meçhul “El Kaide” türetildi; Amerika’nın içinde kotarılan “11 Eylül kahpeliği” ona ihâle edildi… Ardından da “Taliban” ve “El Kaide” bahanesiyle Pakistan hükûmetleri hep baskı altına alındı. Amansız “Sünnî- Şîi çatışması”, anarşi ve terör olayları gittikçe tırmandırıldı. Irak’ın yanısıra hergün onlarca, yüzlerce ölü ve yaralıyla ülke kan gölüne çevrildi. Bu yüzden Pakistan bir türlü kendine gelemedi. Aynen Türkiye’de olduğu gibi, darbeler, ara rejimler peş peşe devam etti…

Her ikisi de “Amerikan yetiştirmesi” olan “Taliban” ve “El kaide” paravanında, küresel güç ve ifsad şebekeleri, “terörle mücadele” perdesinde ABD’nin işgal ve istilâsına bahaneler ürettiler. Evvela Asya’nın kalbi Afganistan’a yerleştiler.

Daha sonra Ortadoğu’nun can damarı Irak’ı işgal ettiler. Şimdi de Orta Asya ve Hazar havzasında egemenlik ve enerji hatlarını kontrol etme emeline ulaşmak için, Pakistan’ı kargaşa, kaos ve iç çatışmayla iç savaşa sürükleme ve parçalama peşindeler…

“Pakistan’ın istikrarsızlaştırılması projesi”nin amacı bu…

31.12.2007

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri



 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  Kemal BENEK

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet C. GÖKÇE

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Nurettin HUYUT

  Raşit YÜCEL

  Rifat OKYAY

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  İsmail TEZER

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT


 Son Dakika Haberleri