M. Latif SALİHOĞLU |
|
Şekersiz çay, dumansız hava |
Piyasada hemen her şeyin çakması bulunduğu gibi, gıda sektöründe de hemen her maddenin sahtesi, çakması imal edilmiş bulunuyor. Hele hele yağ, şeker, peynir gibi bazı temel kalemlerde, gıda piyasası tam anlamıyla istilâ edilmiş durumda. Bu da, beden ve hatta ruh sağlığımızın ne derece tehlike altında bulunduğunu gösteriyor. Gözünü kâr ve menfaat hırsı bürümüş bazı kimseler, en hasis bir menfaatini dahi başkasının sağlığına, hatta hayatına tercih eder duruma gelmiş. Bunlar, ürettiği bir gıda maddesinin içine, düşük maliyetli hemen her mazarratı katabiliyor. Bu tür melânetleri de, legal adreste yapıyor görünmekle beraber, çoğu zaman illegal mekânlarda yapıyorlar. Tıpkı, çoğu şirketin iki türlü (resmî ve gayr–ı resmî) muhasebe tutması gibi... Şeker üretimi ise, bugün itibariyle tam bir fecaate dönüşmüş durumda. Midelerin kaldıramayacağını düşünerek, burada her şeyi yazamıyoruz. Ancak, pekçok kimse biliyor ki, bugün artık "merdiven altı" mekânlarda dahi kolaylıkla üretilebilen bazı "küp şeker"lerin içinde, adeta şekerden başka herşey var. Nitekim, şekerli çayı karıştırınca, bir kısım maddeler beyaz köpük, kırıntı, yahut yağ/parafin damlacıkları halinde üste çıkıyor.
Bilinçli hareket etmeli
Çoğunuz hatırlarsınız. Yirmi sene kadar evvel, büyük şehirlerdeki fırınların çoğu elektrikliydi. Dışı elektrik şokuyla kızaran ekmeklerin içi hamur kalırdı. Bilinçlenen vatandaşlar "odun ekmeği"ne yönelince, fırıncılar da mecburen sistem değişikliğine gitti. Elektrikte inat edenler iflâsa giderken, fırınların çoğu odunla pişen ekmek imalatına geçti. Kezâ, bir zamanlar şehirlerarası otobüslerde sigara içiliyordu. Koltuklar, döşemeler nikotin kokardı. Çocuklar, yaşlılar, hastalar bundan büyük ıztırap çekerdi. Bilinçli ve ısrarlı şekilde verilen mücadele neticesinde, bu kepazeliğe son verildi. Şimdilerde, kamuya açık kapalı alanların da "dumansız hava sahası"na dönüşmesi, yine bilinçli ve kararlı mücadelelerin bir neticesidir.
Nurlardaki şeker bahsi
Bazı kardeşlerimiz, Nur Risâlelerinin muhtelif mektuplarında şekerden bahsedildiğini hatırlatarak, bu hususu nasıl değerlendirmek gerektiğini soruyor. Öncelikle ifade edelim ki, o bahislerde zikredilen "şeker"den kasıt, tümüyle "çay şekeri" değildir. Çok nadir olarak bahsi geçen çay şekeri için de şunları söylemek mümkün: * Evvelâ, söze "Nerede o eski şekerler?" diye girersek, sanırım maksat çok daha iyi anlaşılır. * Hiç şüphe edilmesin ki, bugünün kimyevî madde ve sâir kırpıntılarla yüklü çay şekeri ile elli–altmış sene evvelki safi, katışıksız çay şekeri arasında pek büyük farklar var. * Üstad Bediüzzaman'ın çaya limon damlatarak içtiğini, bu konuya duyarlı hemen herkes biliyor. Limon ise, gerek çayın ve gerekse şekerin zararlı etkilerini minimize ettiği gibi, bu içeceği bedene en faydalı bir kıvama dönüştürüyor. Limonlu çay, adeta serum etkisi meydana getiriyor. * Üstad Bediüzzaman'ın has talebelerinden Refet Barutçu'nun, çayla beraber şekeri değil, kuru üzümü tercih ettiğini canlı şahitlerden duyduk. Demek ki, onun da bir bildiği var. * Şahsî kanaatim şu ki: Üstad Bediüzzaman bugün hayatta olsaydı, piyasayı istilâ etmiş durumdaki özellikle bugünün "fabrikasyon şeker"ini kullanmaktan şiddetle kaçınır, onun yerine fıtrî tatlandırıcıları tercih ederdi.
Tarihin yorumu 8 Kasım 1938
Ölüme götüren ağır koma
Emir–komuta zinciri dışında kalan, yahut resmî senaryo ağına takılmayan haber kaynaklarının hemen tamamı şu noktada birleşiyor: M. Kemal'in ölümü, 10 Kasım (1938) günü, saat 9'u 5 geçe falan değildir. Bu şekildeki bilgi, ölümünün kesinleşmesinden sonra düşünülüp tasarlanarak ilân edilmiş bir resmî açıklamadan ibarettir. İşin gerçeğini ve iç yüzünü hiçbir şekilde yansıtmıyor. Resmî duyuruya itiraz edenlerin birleştikleri ortak noktaları şöylece sıralamak mümkün: 1) Bilindiği gibi, M. Kemal'in sağlığıyla ilgili resmî raporlar, günlük olarak hazırlanıp ilân ediliyordu. Bu ilânlar, başta Cumhuriyet olmak üzere diğer gazetelerde de günü gününe yayınlanıyordu. 2) 8 Kasım günkü tebliğde, M. Kemal'in ölümüne kadar devam edecek olan ağır koma hali hakkında yapılan duyuruda şu ifadeler yer alıyor: "Bugün saat 18.30'da, hastalık birdenbire normal seyrinden çıkarak şiddetlenmiş ve sıhhî vaziyetleri yeniden ciddiyet kazanmıştır." 3) 9 Kasım günkü 3. tebliğde ise "Umumi durumun vahâmete doğru seyrettiği" bildirilmiş olup, bunun mânâsı, aslında "M. Kemal'in öldü" demektir. Aksi halde "vahâmet" tabiri kullanılamazdı. (TC Krnj, s. 629) 4) Nitekim, Cumhuriyet gazetesinin 9 Kasım gecesi yapılan yıldırım baskısında, M. Kemal'in öldüğü bilgisine yer veriliyordu. Hatıratında, Üsküdar'daki bir bayiden o gazeteden bir adet bulup okuduğunu anlatan bir öğretmen, o gün tam bir şaşkınlık hali yaşadığını belirtiyor. 5) M. Kemal'in 10 Kasım'da ölmediğini iddia edenlerden biri de, onun yıllarca şoförlüğünü yapan Seyfettin Yağız isimli şahıstır. Birkaç sene önce DB Tercüman Gazetesi muhabiri Nide Eryılmaz'a konuşan yüz yaşındaki şoför, ayrıca şunları söylüyor: "Atatürk 10 Kasım'da ölmedi. Söylersem, tarihi şaşırtıyorsun diyorlar. Atatürk öldükten sonra beni Dolmabahçe'ye kapattılar. Dışarı çıkmamı istemediler." 08.11.2010 E-Posta: [email protected] |