Röportaj |
|
GİZLİ ANAYASA İLE ADALET OLMAZ |
Millî Güvenlik Siyaset Belgesi (MGSB) hukuku bağlıyorsa o zaman hukuk hukuk olmaktan çıkar. Hukukun amacı devletin güvenliği değil, adalettir. Toplumun bir kesimini diğerlerinin gözünde tehlike olarak gösterecek bir politika izleyemezsiniz. Toplumun bir kesiminin ideolojisini devlette yer alamayacak, devlet mensubu olamayacakların ideolojisi olarak gösteremezsiniz. MGSB’DE MECLİS DIŞLANAMAZ MGSB'nin Meclis onayına sunulmadan uygulamaya konulması Türkiye’deki vesayet rejimi dediğimiz şeyi gösterir. Eğer Türkiye Cumhuriyetinde yürütme organına neyi nasıl yapacağı hakkında genel kayıtlar koyması gereken bir yer varsa o da TBMM'dir. Siyaset olarak izleyeceğiniz çizginin hukuka uygun olması, toplumun ve Meclisin onayından geçmesi gereki Hukukun amacı devletin güvenliği değil, adalettir TÜRKİYE'NİN gündeminin yoğunluğu dolayısıyla yeterince tartışılmayan bir belgeyi tekrar gündeme getirmek doğru olur diye düşündüm. Bu belge Türkiye’nin geleceğine, Kürt Sorununa, komşularla ilişkisine karar veren MİLLÎ GÜVENLİK SİYASET BELGESİ… Bu belgeyi askerler ve sivil iktidar hazırlıyor. Ancak muhtevası meclisten gizleniyor. Eee peki Kürt sorunu hakkında proje geliştirmek isteyen bir muhalefet partisi bu belgeyi görmeden nasıl konuşacak? Veya konuştuklarının MGSB’ne aykırı olduğunu bilmeden mi? Sizin de fark ettiğiniz üzere demokrasilerde böyle belgelere yer yok. Yeri olmayan bu belgeyi Birikim Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Ömer Laçiner’le konuştuk. Geçtiğimiz günlerde Millî Güvenlik Siyaset Belgesi’nde (MGSB) bazı değişiklikler yapıldığı medyaya yansıdı. Sizce MGSB size neyi ifade ediyor? GSB daha önceki Türkiye’de siyasal alan ve hükümetin dışındaki alanda, yarı muğlak yarı mitik yarı somut bir makam tarafından hazırlanıp hükümetlere ve meclise dikte ettirilen bir metni ifade ediyor. Hükümetler değiştiğinde yeni iktidara brifing verilir, “Siz iktidara geldiniz, ama neyin hudutları dahilinde hareket edeceğinizi söyleyelim” denirdi. Hatta bu tavrın bir çeşit benimsendiğini de görürüz. Seçimlerde halka vaat ettiklerini yapamayan hükümetlerin “Bazı şeyleri bilmiyorsunuz. MGSB ve Ekleri’nde gerçek başkaymış” tarzında açıklamaları da olmuştur. Bu tavrın ve tarzın bir çok örnekleri var. Burası bir cumhuriyet ve demokrasi, ancak MGSB yürütme organı bağladığı gibi hukuku da bağlıyor…
Güncel bağımsızlık tartışmalarının dışında “yargı MGSB tarafından zaten bağımsızlığına halel gelmiş bir kurumdur” mu diyorsunuz?
MGSB hukuku bağlıyorsa o zaman hukuk hukuk olmaktan çıkar. Hukukun amacı devletin güvenliği değil adalettir. Gelişmiş demokrasilerde durum böyledir. Hukuk bunu açık açık söylediğinde hukuktur. Toplum adına siyasal gücü elinde bulunduranlar bunu önceden belirlenmiş hukuk kuralları içinde kullanacaktır ve hukuk da bunu gözetmeye mecburdur. Bu kurallar “Yüksek menfaatler”e göre yorumlanamaz. Devletin yüksek menfaatlerine uygun şeyi hukukun içinde yapmak zorundasınız.
Siz hukukun değil, devletin hukuku olduğunu mu söylüyorsunuz?
Devletin hukuku olmaz. Devlet hukuku kamu hukukunun alt bölümüdür. Geçtiğimiz yıllarda TESEV’in yargı mensupları üzerinde yaptığı araştırmada yargı mensuplarının “Her ne olursa olsun devletten yana” tavır alacaklarını söylemeleri korkunç bir manzara ortaya çıkarıyor. Son dönemde şeklen yüksek yargı daha demokratik bir hale getirildi, ama yargı erkini yerine getiren savcıların, hakimlerin zihin yapısına bakınca hiç de demokrat olmadığını görüyoruz.
Yüksek Yargı’nın temsilcilerine “MGSB’de bunlar var. Ona göre karar ver” denildiği oluyor mudur?
En azından durumun böyle işlediğine dair bazı karineler var. 28 Şubat’ın tipik manzaralarından biri hakim ve savcıların Genelkurmay’da brifing almaları oldu. Bu herhangi bir demokratik devlette olabilecek şey değildir. Yargı böyle bir şeyi normal olarak görüyorsa burada çarpıklık var demektir. Bunu normal saymak yargı bağımsızlığından, hukukun üstünlüğünden, hukuk devleti olmaktan caymak demektir. Burada giderilemez bir çelişki var.
MGSB’nin gizli olmasına Bülent Arınç meclis başkanlığı döneminde manifesto gibi bir konuşma yaparak eleştiride bulunmuştu. Yıl 2010 hâlâ MGSB meclisten saklanıyor…
Ulus devletlerde MGSB gibi metinlere ihtiyaç hissedebilir. Bunun amacı kendinden önceki hükümetlerin yaptıkları icraatların ve aldıkları kararların yeni hükümete sunulmasıdır, ancak bu hiçbir şekilde bağlayıcı metinler olmamalıdır. Bugünkü mânâda Bülent Arınç’ın dediği gibi millet iradesinin somut göstergesi olan meclisin bilgisi, katkısı ve denetimi dışında bir siyaset belgesi olmaması gerekir. Bunun da gizli olmaması gerekir. Demokrasilerde gizli olan şeyler operasyonel şeylerdir. Bunların da zaten kuralları dahilinde gizlilikleri vardır. Siyaset olarak izleyeceğiniz çizginin toplumun onayından geçmesi gerekir.
Eğer MGSB meclisin onayına sunulmuyorsa...
Bu Türkiye’deki vesayet rejimi dediğimiz şeyi gösterir. Eğer Türkiye Cumhuriyeti’nde yürütme organına neyi nasıl yapacağı hakkında genel kayıtlar koyması gereken bir yer varsa o da Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir!
Yürütme’nin, bu yetkiyi meclisten alırım demeye gücü yetmiyor mu?
Bunu yapması lâzım. Biz biliyoruz ki Türkiye’de öteden beri gelen teamül şudur: Devlet dediğimiz bürokratik çekirdek Türkiye toplumunun temel problemini “Din-devlet ilişkileri, sınıflar arası ilişkiler ve etnik ilişkiler” olarak kategorize etmiştir. Bu ilişkilerde bir sorun varsa, bu sorunlar hakkında birşeyler yapılacaksa buna “Devlet” karar verir. Siz hükümet olarak iktidara geldiğinizde bu uygulamaları devralırsınız. Biz bunları değiştireceğiz diyemezsiniz.
Millî Güvenlik Kurulu’ndaki sivillerin karşısında yer alan asker kişiler de aslında “Bu ülkede karar veriliyorsa bizden habersiz verilemez”in göstergesi değil mi?
İnsanların zihnindeki iktidar paylaşımının görüntüye dökülmüş hali bu fotoğraftır. Deniliyor ki “Devletin mühim meselelerinde nihaî kararı veren orasıdır. Sivil iktidarın bu meseleler konusunda akıllarına bir şey geliyorsa oranın tasdikini almak zorundadır.” Yakın zamana kadar bu işleyiş hakkında bir değişiklik yapılmadı. AB süreciyle birlikte Millî Güvenlik Kurulu’nun bileşeni ve yetkileri değiştirildi. AB bu yapıyı demokrasi dışı buldu ve “Üye olmak istiyorsanız bu yapıyı değiştirin. Ülkenizin millî güvenlik ihtiyacı varsa buna siviller karar verir. Yarın öbür gün millî güvenlikle ilgili konularda tartışırken ben seni muhatap alırım ‘Benim Paşalarım böyle düşünüyor diye bana gelme! Bundan böyle askerler böyle düşünüyor diye gelemezsin. Bu yapıyı değiştireceksiniz’ dedi. Uyum yasalarıyla öncelikli olarak olan budur. Maalesef toplumun çoğunluğunda egemen olan devlet mantığında, “Siviller her şeye karar verir” diye bir şey yok. Bir çok konuda meclisin denetleme yetkisi olduğu halde bunlar çalıştırılmıyor. Bu açıdan bakıldığında da bizde total bir iktidar eğilimi olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bir başka yanlışlık da çoğunluk ne derse o olur…
Biraz açar mısınız bu yanlışı…
Cumhuriyet rejimlerinin böyle safhaları vardır. Fransa, Almanya, İngiltere de bu aşamalardan geçmiştir. Sonra anladılar ki cumhuriyetin çocukluk dönemlerinde böyle şeyler olur. Çoğunluk ne derse olmamalıdır. Toplumun esen rüzgârlara karşı dayanacağı ilkeleri olmalıdır. Temel hak ve özgürlükler bunlardan bir tanesidir. Yüzde 99.9 oyla iktidara da gelseniz bunları değiştiremezsiniz. Çünkü bunlar insanlığın kazanımlarıdır. Ancak bizim iktidar anlayışımızda “iktidarsam her şeyi yaparım” anlayışı vardır. Hayır her şeyi yapamazsın!
Sizce siyasetçiler politikalarını belirlerken yine askerin içtihatlarını da göz önünde bulunduruyor mu?
Bu şekilde hareket ediyorlardı, ancak son on yılda atılan ciddî adımlarla bunlar tartışılmaya başlandı. Bunlar üzerindeki tabular kalktı. Türkiye zihinsel bir dönüşüme doğru gittiği için demokratik devrim oluyor diyoruz. Cumhuriyet toplum adına kullanılacak erkin kötüye kullanımını engellemek için egemenlik hakkını denetleyen yasama-yürütme-yargı kurumlarını oluşturmuştur. Demokrasi ise kurucu unsur olan toplum için güçler ayrılığıyla yetinmez toplumu devredilemez bir takım hak ve sorumluluklarla donatır. BM sözleşmesinde bile insan haklarını hiçe sayan rejime karşı insanların ayaklanma hakkı vardır. Demokrasi devletin gücünü yine devletin organlarıyla paylaştırmayla yetinmez. Toplumu da bir takım haklarla mücehhez kılarak bu hakları çiğnememeyi devlete bir yükümlülük olarak ortaya koyar.
Türkiye cumhuriyet tartışmalarının neresinde peki?
Biz cumhuriyet dedik, ama cumhuriyeti tartışmadık ki. 1925 senesinde Türkiye toplumuna rejim değişikliğini sorsalardı “Padişah gitti, yerine M. Kemal geldi” diyecekti. Her ne kadar 1875’te meşrûtiyet ilân edilmiş olsa bile Sünnî çoğunluk için kendilerini temsil eden sultandan alınan tavizler olduğu için meşrûtiyete soğuklardı. Meşrûtiyet gayrimüslimler tarafından ciddiye alınıyordu. Dolayısıyla cumhuriyet ilân edildiğinde “M. Kemal’i mahkeme haksız buldu” denilseydi bu anlaşılmayabilirdi. M. Kemal İstiklâl Mahkemelerine emir verdi. Cavit Bey nasıl asıldı ki?
MGSB’ye geri dönersek İrtacının tehlike olmaktan çıkarılması bu belgeyi meşrûlaştırır mı?
AKP’nin sivil yönetim kurma iradesinin ve arzusunun kısıtlı olduğunu düşünüyorum. İrtica onları ilgilendiren ve başlarında tutulan kılıç gibiydi. İşin esasına bakarsak MGSB irticayı bir tehlike olarak göstererek halkın bir kesiminden bahsediyordu. Bunu Kürtlere karşı, toplumun başka kesimlerine karşı da yapabilirsiniz. MGSB toplumun belli kesimini millî güvenlik açısından tehlike olarak tanımlayıp hedef alıyor, ötekileştiriyorsa burada Türkiye için milletten bahsetmiyoruz demektir. Bu ülkede eğer dinî gerekçelerle bir suç işleniyorsa bunun ceza yasalarında karşılığı karşılığı var. Bunu siyaset belgesine koymak ne demek. “Türkler Kürtler bir arada yaşayamaz” söylemleriyle politika yapmak, ırkçılık yapmak bir insanlık suçudur. Bunun da ceza yasalarında yeri vardır. Bunun da MGSB’de işi olmamalı. MGSB’de irtica, komünizm, oculuk, buculuğun tehlike olarak geçmemesi gerekir. Eğer bu tür dünya görüşlerine muhalefet edilecekse bunun yeri siyasetin, partilerin alanıdır.
MGSB’de bazı düşünce biçimlerinin tehlike olarak sayılması devlette ne tür etkilere neden olur?
Bunun işlevi şu: Bu tür tehlike tanımları yaptığınızda devletin personel politikasını doğrudan etkilemiş olursunuz. Bu tür düşüncedeki insanlar memur olamazlar. Ayrıca devletin ideolojik aygıtlarıyla bu “tehlike” tanımları topluma zerk edilir. Demokrasilerde kamu adına iş gören kurumlar bu tür şeyler yapamaz. Doğrudan ya da dolaylı olarak toplumun belli bir kesimini ilzam edici eğitim veremezsiniz. Toplumun belli kesimini diğerleri gözünde tehlike olarak gösterecek bir politika izleyemezsiniz. Toplumun belli kesiminin ideolojisini devlette yer alamayacak, devlet mensubu olamayacakların ideolojisi olarak gösteremezsiniz. MGSB irtica tehlikesi tanımı yapıldığında ne oluyor? Eşi başörtülü biri tehlike olarak görülüyor.
İrtica tehlikesinin MGSB’den silinmesiyle başörtülü eşleri olan insanlar daha mı rahat edecek devlet katında?
Bu tür şeylerin ortadan kalkması lâzım. Bizler neler neler yaşadık. Bazı durumlarda devlet memuru olmak için müracaat etmeye bile gerek yok. Bu ülkede gayrimüslimler neden polis ya da asker olmak için müracaat etmezler? Çünkü başlarına gelecekleri bilirler. Bu ülkede açıklanmayan, ama yazılı bir MGSB varsa bir de söylenmeyen fiili olarak yaşanan MGSB vardır. Gayrimüslimler bu ülkede hakim ve savcı olmak için müracaat etmemesini bilirler!
NURCULARLA BAŞKA TÜRLÜ BİR MODERNLEŞME MÜMKÜN
Nurcular sizin için ne anlam ifade ediyor?
Nurcular modernleşmeyi reddetmeyen, İslâmın modern zamanların isteklerine uygun yorumu çıkabileceğini söyleyen insanlar. Neden bu insanlarla birlikte bir modernleşme hareketine gidilmedi de bu insanların üstüne gidildi? 1930’dan 70’lere kadar birilerinin nezdinde irticacı kabul edilen ve devlet tarafından en fazla üstüne gidilen insanlar Nurculardı. Said Nursî mücessem bir mürteci olarak takdim ediliyordu. Hergün haberlerden Nurcu tutuklamalarını dinliyorduk. Ama neden hiç Said Nursî’nin bilimle ve farklı alandaki görüşleri topluma gösterilmedi, öğretilmedi? Bence devletin Nurcularla ilgili kavgasında modernleşmeden başka şeyler var.
İletişim Yayınları Said Nursî kitabını çıkardı. Bu dünya görüşünüze ters değil mi?
Biz toplumla ilgili bir şey söylemek istersek bunu en yakın gerçek üzerinden söylemek isteriz. İletişim Yayınları ‘bu gerçekleri alın bir de böyle okuyun’ demiştir. Yoksa bizim bazılarının söylediği gibi kimseye yaranmaya ihtiyacımız yoktur. Bu ülkenin insanları birbirini tanımalı ve yeri geldiğinde birbirlerinin dillerini konuşabilmelidir. Çünkü bu ülkenin insanlarının problemleri ortaktır. Dinler ve evrensel ideolojiler içinde insanın temel vasıfları ortaktır, ancak farklılıklarımız vardır. Bu farklılıkları senteze ulaştırmak ya da çatışmalarından hakikati çıkarmak için oturup konuşuruz. Birbirimizi imha ederek bir yere varamayız.
İKTİDAR KAVGASI GÜCE DEĞİL, EMEĞE DAYALI OLMALI
Bazı sol örgütler sizi Ergenekon’a, son dönemlerde yapılan yapısal değişikliklere karşı çıkmamakla, yani AKP’ci olmakla suçluyor…
Efendim İran’da da böyle olmuş, solcular destek vermiş sonra da devrimi yapanlar solcuları kesmiş. Efendim ben AKP’nin niyetini okumuyorum. Mücadele etmem gereken fikir ayrılıkları varsa zaten yapıyoruz. Burası eğer demokratik bir ülke olacaksa öncelikle bu insanlar meşrû yollarla seçilerek geldiler. Öncelikle bunu kabul etmemiz gerekir. İki, AKP’nin gizli gündemi varmış… Bununla yapılmak istenen TC’nin kurumları bu iktidarın gidişatını kontrol etsinler, denetlesinler bilmem ne yapsınlar. Yüksek Yargı’daki değişikliğe karşı çıkarak, Millî Güvenlik Kurulu’ndaki değişikliğe karşı çıkarak, suç örgütlerine karşı açılan soruşturmaları protesto ederek AKP’nin gidişi durdurulacakmış. Biz sosyalistler olarak insanlığın ve toplumun gelişimine inanırız. Bu noktada modernliği savunmamızın nedeni zora ve güce dayalı metodları reddetmesidir. Gücün, insanın düşünme, keşfetme gibi yeteneklerinin gerisinde olması en önemli değerimizdir.
nBize eli silâhlı insanların cumhuriyeti muhafaza ettikleri, bizi korudukları söyleniyorsa, bunu da güçle yapacakları söyleniyorsa biz yine gücün eline düşüyoruz demektir. Bugün Türkiye’de iktidar makamına gelen; ticaret yapan, didinen insanların konumlarına uygun bir şekilde kendilerini siyasette ifade etmeleridir. Ben bunun güce değil emeğe dayalı bir değer olduğunu düşünürüm. Türkiye’de emeğe dayalı iktidarın öne geçmesi, insanların güç kültüründen sıyrılması önemli. Eğer iktidarı beğenmiyorsak emeğimizle onunla siyasî mücadele içine girmemiz gerekir, güçle değil. Araçlar meşrû olduğu sürece kimseye bir şey deme hakkımız yok.
H. HÜSEYİN KEMAL |
08.11.2010 |