Faruk ÇAKIR |
|
Dünyanın imtihanı |
Yirmi birinci asrın başındayız ve bazı ‘geri kalmış ülke’lerde başta çocuklar olmak üzere insanlar ‘açlık’ sebebiyle ölmeye devam ediyor. Kimse bu problemin ‘geri kalmış ülkeler’in problemi olduğunu düşünmesin. Bu durum başta zengin ülkeler olmak üzere bütün bir dünyanın problemidir, hepimizin problemidir. Rakamlar ortada. Bazı ülkeler çok tüketiyor ve bazı ülkeler de sırf bu sebeple açlığa mahkûm oluyor. Üstelik geri kalmış ülkelerin arasında çok sayıda “İslâm ülkesi”nin de yer alıyor olması bizi ayrıca düşündürmeli. Şunu herkes kabul eder ki, ‘geri kalmış ülkeler’in geri kalmış olmaları sadece kendi kabahatleri değildir. Elbette onların da tembellikleri bunda etkili olmuştur, ama Avrupa’nın ‘dessas zalimleri’nin de bu geri kalmışlıkta büyük payı vardır. Bu konuda o kadar çelişki var ki, mevcut durumu kabul etmek mümkün değil. Yer üstü ve yer altı kaynakları bakımından ‘zengin’ olan bir ülkenin gerçekte fakir kalmış olması ve o ülkede yaşayan çocukların da açlık sebebiyle ölmesi nasıl kabul edilebilir? “G-20” olarak adlandırılan dünyanın gelişmiş ve zengin olmuş ülkeleri kendi aralarında toplanıp kararlar alırken dünyayı sarsan bu ‘açlık’ nasıl olur da gündemin birinci maddesi hâline gelmez? Ciddî mânâda istense ve arzu edilse bir iki yılda dünyadaki açlık sona erebilir... Nasıl ki insanlığı tehdit eden bazı ciddî bulaşıcı hastalıklar konusunda ülkeler arası işbirliği yapılıyor, ‘açlık sebebiyle ölüm’lere karşı da işbirliği yapılmalıdır. BM Gıda ve Tarım Örgütünün (FAO) Roma’da düzenlediği “Dünya Gıda Güvenliği” adlı zirvenin açılışına katılan Roma Katolik Kilisesi’nin lideri Papa 16. Benediktus dünya liderlerini açlık konusunda da uyarmış. 16. Benediktus, katılımcılara hitaben yaptığı konuşmada, açlık problemi ile nüfus artışı arasında bir bağlantı kurulamayacağını hatırlatarak, “Açlık, nüfus artışıyla ilgili bir konu değil. Yeryüzü, kendi sakinlerini besleyebilecek kaynaklara sahiptir” demiş. (Milliyet, 16 Kasım 2009) Türkiye’yi idare edenler de uzun süre nüfus artışını fakirlik sebebi saymışlardır. Böyle inandıkları için de ona göre politikalar geliştirdiler ve “az çocuk, çok ekmek” iddiâsını dillendirdiler. Ama hakikatin böyle olmadığı zamanla anlaşıldı. Aynı hatayı yıllar önce Avrupa yaptı ve güya zengin olalım diye vatandaşlarını çocuk yapmamaya teşvik ettiler. Aradan yıllar geçti ve Avrupa sadece tarihî bakımdan değil, nüfus bakımından da yaşlı kıt'a oldu. Şimdi bütün Avrupa ülkeleri “yaşlı nüfusla nasıl idare edeceğiz?” diye kara kara düşünüyor. Dünyada var olan nimetler, insanların hepsine, hem de fazlasıyla yeter. Problem, bu nimetleri adaletli bir şekilde paylaşamamaktan kaynaklanıyor. Zengin ülkeler ‘çok yemek’ten hasta olurken, fakir ülkeler kuru ekmek ve suya muhtaç halde yaşıyor. Roma’da düzenlenen toplantı ‘açlık felâketi’ni yeniden gündeme getirmesi bakımından faydalı olmuştur. Kalıcı çare, konuşulanların icra sahfasına geçmesiyle mümkün olabilir. Bundan önce de benzer toplantılar yapıldı ve zengin ülkelerin fakir ülkelere yardım etmesi vaad edildi. Aradan aylar geçti ve verilen vaadlerin tutulmadığı görüldü. Yeni toplantıda da güzel sözler söylenmiş ve “Roma ilkeleri” diye adlandırılan hedefler çizilmiş. Fakirliği sona erdirmek için bu güne kadar verilen sözler tutulmadı. Bari bundan sonraki sözler tutulsun ve insanlık ayıbı olan ‘açlık’ tarihe karışsın. Yirmibirinci yüzyılda hâlâ insanların aç kalması, ‘kıyamet alâmetleri’nden biri olsa gerek... 20.11.2009 E-Posta: [email protected] |