Şefkat, yani, acıyıp merhamet ve yardım etmek fıtrî bir duygudur. Ancak, diğerleri gibi, bu duygumuzu yükseltme, yönlendirme, dengelenme, yerli yerine kullanma irademize bırakılmıştır. İşte Risâle-i Nur’un şefkat mesleği, şefkat yüzünden İslâm esasları haricindeki bid’at ve dalâlet yollarına sapmaktan kurtarır.
Şefkat, Rabbânî, İlâhî merhametin bir cilvesi, yani, binler perdelerden geçtikten sonra bir yansımasıdır. Şefkatin ölçüsünü de âlemlere rahmet olan Peygamberimiz (asm) yaşayarak ders vermiştir. Dolayısıyla bizim göstereceğimiz şefkat, İlâhî şefkat derecesini taşmaması gerekir. Eğer aşsa ve taşsa, o şefkat, elbette merhamet ve şefkat değil. Dalâlete ve ilhada (gerçek inançtan sapmaya) sirayet eden (bulaşan) ruhî ve kalbî bir hastalıktır.1
Meselâ, insanlara, Müslümanlara veya hayvanlara zulmeden kişelere, “ifsat, zındıka ve dinsizlik komitelerine” hoşgörü ile yaklaşmak, zalimleri övmek, kucaklamak şefkatin sapıtmış, hastalıklı hâlidir.
Meselâ, inkârcıların ve dinsizlerin sonsuza dek Cehennemde azap çekmelerine itiraz etmek, onlara acımak da böyledir. Zira, küfür ve dalâlet, kâinata büyük bir tahkir ve mevcudata büyük bir zulümdür. Rahmetin kaldırılmasına ve âfâtın (felâketlerin) inmesine sebeptir. Hatta, denizin dibinde balıkların bile, “İstirahatimizin selbine sebep oldular” diye cânilerden şikâyet ettikeri hadiste belirtilir.
O halde kâfirin azap çekmesine acıyıp şefkat eden adam, şefkata lâyık hadsiz masumlara acımıyor ve şefkat etmeyip hadsiz merhametsizlik ediyor demektir.2
Meselâ, hayatını, ruhunu yavrusu için feda eden şefkat kahramanı anneler de, İlâhî merhamet şefkat timsâli Resûl-i Ekrem’in (asm) şefkat sınırını aşabiliyor. Ve bu yüksek duygularını çocuklarının aleyhinde kullanabiliyor!
Meselâ, feminizm, sınırsız hürriyet, maddeperestlik, dünyaya meyil gibi bazı fena cereyanlarla o kuvvetli ve kıymettar seciye inkişaf etmez. Veyahut sû-i istimal edilir. Yüzlerce örneklerinden birisi şudur:
O şefkatli valide, çocuğunun hayat-ı dünyeviyede tehlikeye girmemesi, istifade ve fayda görmesi için her fedakârlığı nazara alır, onu öyle terbiye eder. “Oğlum paşa olsun” diye bütün malını verir, hafız mektebinden alır, Avrupa’ya gönderir. Fakat o çocuğun hayat-ı ebediyesi tehlikeye girdiğini düşünmüyor. Ve dünya hapsinden kurtarmaya çalışıyor; Cehennem hapsine düşmemesini nazara almıyor.3
Veya, çocuğunu, “Ay yavrucuğum, ne de mışıl mışıl uyuyor, bu soğukta uykusunu bölmeyeyim!” diyerek sabah namazına kaldırmıyor. Fıtrî şefkatin tam zıddı olarak, o mâsum çocuğunu, âhirette şefaatçi olmak lâzım gelirken dâvâcı ediyor. O çocuk, “Niçin benim imanımı takviye etmeden bu helâketime sebebiyet verdin?” diye şekvâ edecek. Dünyada da, terbiye-i İslâmiyeyi tam almadığı için, validesinin harika şefkatinin hakkına karşı lâyıkıyla mukabele edemez, belki de çok kusur eder.
Evet, bu hakikî ihlâs ile hakikî bir fedakârlık taşıyan validelik şefkati sû-i istimal edilip, mâsum çocuğunun elmas hazinesi hükmünde olan âhiretini düşünmeyerek, muvakkat fâni şişeler hükmünde olan dünyaya o çocuğun mâsum yüzünü çevirmek ve bu şekilde ona şefkat göstermek, o şefkati sû-i istimal etmektir.4
İşte Risâle-i Nur, bu ve benzeri tahşidat ve değerlendirmelerle, nefsimizi, ruhumuzu, duygularımızı terbiye ederek şefkat duygumuzu İlâhî rotaya çevirmemize, Peygamberî çizgiye çekmemize vesile oluyor.
Dipnotlar:
1-Kastamonu Lâhikası, s. 48; 2-Kastamonu Lâhikası, s. 49; 3-Lem’alar, s. 201.; 4-Lem’alar, s. 202.
17.10.2008
E-Posta:
[email protected] [email protected]
|