Resûl-i Ekrem’in (asm) şefaat-i kübrâsı dışında amellerimizin de bize şefaatçi olacağını düşündük mü? Sözler’de, kâmil insanların acz, yani Allah’a karşı acizliğini hissedip O'na yönelmelerinden bahsedilirken, onda öyle bir lezzet bulduklarına dikkat çekilir ki kendi güç ve kuvvetlerinden sıyrılıp, Allah’a acz ile sığındıkları, aczlerini kendilerine şefaatçi ettikleri belirtilir ve “‘Emr-i kün feyekûne’ [Birşeye ol dediğinde o şey hemen oluverir] malik Sultan-ı Cihana acz tezkeresiyle istinat eden bir adamın ne pervası olabilir? Zira, en müthiş bir musibet karşısında ‘Biz Allah’ın kullarıyız; sonunda yine Ona döneceğiz’1 deyip, itminan-ı kalp [kalp huzuru] ile Rabb-i Rahim’ine itimat eder.”2
Kâmilliğe, olgunluğa giden yol hep acz ve fakrını Allah’a karşı hissetmekle başlamıştır. Büyük Allah dostu Aziz Mahmud Hüdayi’yi de dize getiren, Üftade Hazretlerinin karşısında acz ve fakrını açıkça hissetmesi değil miydi?
Karşılaştığı kerâmetvarî bir hadiseyle intibaha gelen Bursa kadısı Aziz Mahmut Hüdayi, Üftade Hazretlerine talebe olmaya karar vermişti. Hazırlanıp yola çıkmış, Üftade Hazretlerinin dergâhının bulunduğu sokağa geldiklerinde sert bir kayaya atının ayakları saplanmış, bir türlü çıkaramamışlardı. Çıkaramayınca da dergâha yüreyerek gitmeye karar verdi. Üzerinde şatafatlı elbisesi vardı. Kelli felli vaziyette dergâhın avlusundan içeri girdi. Bahçede hizmetçi olduğunu düşündüğü sade kıyafetli birini gördü. Ona Bursa kadısı olduğunu, şeyh Üftade Hazretlerini görmek istediğini söyledi ve “Çabuk geldiğimi söyle” dedi.
Baltayı taşa vurmuştu. Aziz Mahmut Hüdayi Hazretleri. Hizmetçi zannettiği zat, Üftade Hazretlerinden başkası değildi. Hafifçe doğrulup, “Kadı Efendi,” dedi. “Siz her hâlde yanlış bir yere geldiniz. Burası yokluk kapısıdır. Biz de bu kapının kuluyuz.
“Siz varlık sahibisiniz. Onun için ikimizin bir arada bulunması mümkün değil.
“Siz ilminiz, malınız, mülkünüz, mevkiiniz, şanınız, şöhretiniz ve mamur ettiğiniz bir dünyanın içindesiniz. Bizim ise sadece Allah’ımız var” dedi.
Bunlar çok doğruydu. Sonunda Üftade Hazretlerinin söylediği şu söz ise onu çarptı âdetâ. “Atın bile kayaya saplanıp kalması bu hâlinle bu dergâha gidelemeyeceğini sana hatırlatmadı mı?”
Demek hak yolunda insan bir kısım şeylere sahip olsa da kalben onları terk etmeliydi. Acz ve fakr yolu bunu gerektiriyordu.
İnsan kendini birşey zannederek bu yolda gidemezdi. Aziz Mahmut Hüdayi dersini aldı: “Efendim,” dedi. “Her şeyimi mübarek kapınızın eşiğinde bıraktım. Lütfen beni talebeliğe ve hizmetinize kabul buyurun.”
İşte Aziz Mahmut Hüdayi’yi bulunduğu mevkiye çıkaran bu acz ve fakr hâliydi.
Dipnotlar:
1- Bakara Sûresi: 156. 2- Sözler, s. 36.
19.09.2008
E-Posta:
[email protected]
|